Tanrı onun ruhunu arındırsın, Ebu Ömer el-Hüseyin Ibn Mansur el-Hallac, şöyle dedi:
Belirli ad, belirsiz ada ilişkin anlayışın içindedir. Belirsizlik, ermişin işaretidir, bilgisizlik de onun yöntemi.
Gizemin dışa vuruşu, anlayışlardan uzaktır, ama onlara döner. Ermiş, nasıl tanır Onu; madem ki «nasıl» yok? Nerede tanıdı Onu, madem ki böyle bir «yer» yok? Nasıl ulaştı Ona; birlik kavramı yoksa? Nasıl ayrıldı Ondan; ayrılık yoksa? Katıksız belirlik, sınırlı ya da kısa ömürlü bir amaç olamaz; onun, sürdürülmeye gereksinimi yoktur, yokedilmeye de.
Gizem, öte kavramının ötesindedir; uzamsal sınırın ötesinde, niyetin ötesinde, bilinçliğin ötesinde, alışılmış yöntemlerin ötesinde ve algının ötesindedir. Çünkü bunların tümü, varlıktan önce ortaya çıkmazlar ve bir yer içinde var olurlar. O, varoluştan hiç uzaklaşmamıştır; nicelikten, nedenlerden ve sonuçlardan önce vardı, ve var. Öyleyse bu nicelikler Onu nasıl içerebilir, ya da sınırlar nasıl kuşatabilir?
Kimisi der ki: «Ben Tanrıyı, Ondan yoksunluğumla bilirim.» Odan yoksun olanlar, Onun sürekli varlığını nasıl bilebilir?
Kimisi der ki: «Ben Onu, kendi varlığımla bilirim.» Dış dünyada iki tane mutlak, bir arada var olamaz.
Kimisi şöyle der: «Ben Onu, kendisine ilişkin bilgi yokluğumla bilirim.» Bilgi yokluğu, yanlızca bir perdedir ve Tanrı bilgisi, bu perdenin ötesindedir. Yoksa bir gerçekliği olmazdı.
Kimisi de ki: «Ben Onu, adının yardımıyla bilirim.» Ad, Adlandırılmıştan ayrılamaz; çünkü O, yaratılmış değildir.
Kimisi şöyle der: «Onu, Kendisi aracılığıyla bilirim.» bu, tanınacak iki varlık kabul etmek demektir.
Kimisi der ki «Onu, yaptıkları aracılığıyla bilirim.» Bu, insanın yapılanlarla yetinmesi onları yapan Teki aramaması anlamına gelir.
Kimisi şöyle der: «Ben Onu, kendisini bilme konusundaki olanaksızlığımla bilirim.» Bu kişi, ayrılma gücüne sahip değildir; nasıl Onu bilebilir?
Kimisi der ki: «O beni bildiğimden, ben Onu bilirim.» Bu, biçimsel bilgiden (ilm) yararlanmak ve Tanrısal Özden farklı bir bilgiye ulaşmak demektir. Özden ayrı olan, Özü kavrayabilir mi?
Kimisi der ki: «Ben Onu, kendisinin kendi hakkında verdiği bilgiyle tanıyorum.» Bu, bilinmesine izin verilenle yetinmek, doğrudan bilgi yoluna başvurmamak demektir.
Kimsi şöyle der: «Ben Onu, karşıt sıfatlarıyla biliyorum.» Oysa bilinen, ne sınırlandırılmaya uygundur, ne de bölümlenmeye.
Kimisi: «Amaçlanan (Tanrı) bilir yanlızca, kendisini» diyerek, ermişlerin, kendi farklılıklarına bağımlı olduklarını; çünkü Amaçlananın, Kendisini Kendinde tanımayı hep sürdürdüğünü doğrulamaktadır.
Ey mucize! Insan, kendi bedeninin bir kılının nasıl karadan aka dönüştüğünü bilemezken, her şeyin yaratıcısının olur da bilebilir? Özetlemeyi ya dairdelemeyi bilmeyen; Ilki ve Sonu, değişmeleri, nedenleri, gerçeklikleri, hayalleri bilmeyen insan, süreklilikte var olan Onun hakkında bilgi edinme olanağına sahip değildir.
Hamdolsun Ona kionları Adla, sınırlamayla, belirtiyle örttü. Onlari bir sözcük altında, bir koşul, yetkinlik altında, ve öncesiz sonrasız var olandan gelen bir güzellik altında gizledi. Yürek bir et parçasıdır; bundan dolayı Tanrı bilgisi, orada yer almaz, çünkü Tanrısal bir şeydir.
Anlayış, iki mantıksal ölçüye sahiptir: Uzunluk ve genişlik. Dinsel yaşamın iki kuralı vardır: Sözlü kurallar ve yazılı kurallar. Yaratılmışların tümü, göklerde ve yerdedir.
Ama Tanrısal giz, ne uzunluğa, ne genişliğe sahiptir; ne göklerde, ne de yerde bulunur; dışsal biçimlerin içinde değildir, ayrıca sözlü ve yazılı kurallarla ulaşılan içsel hedeflerde de değildir. (Yanu dinlerin sözlü ve yazılı kuralları (Kitapları). Tanrı bilgisine ulaşmayı sağlamaz.)
«Ben Onu, kendi gerçekliğiyle biliyorum» diyen bir kişi, kendi varlığını, Amaçlananın varlığından üstün kılar; çünkü bir şeyi, asıl gerçekliğiyle tanıyan kişi, ondan daha güçlü olur.
Ey insan! Yaratılmışların içinde, zerreden daha küçüğü yok ve sen onu algılayamıyorsun. Zerreyi bile tanıyamayan insan, bu zerreden daha algılanamaz olan Onu tanıyabilir mi?
Dışarıda bırakılan şey, ölülmlüler tarafına gider; içeride bırakılan da, öz bilgisinin tarafında kalır. Gizem, kendi özünü gizlemiştir. Düşüncelerden, saptırıcı amaçlardan ve unutkanlıktan kopuk ve uzak kalır.
Gizeme erişmek isteyen, onlardan korkar ve onlardan korkan, kendini onlardan kurtarır ve uzaklaşır. Gizemin Doğusu, Batı, Batısı Doğudur. Yeri ise, en yüksek dünyanın yukarısında değildir; en aşağı dünyanın daha aşağısında da değildir.
Gizem, Var olan şeylerden uzaklaşır; hep Tanrısal süreklilikle birliktedir. Patikaları dardır ve hiçbir yol ona ulaşamaz. Anlamları belirgindir ama ona götüren bir kılavuz yoktur. Duyular onu hissetmez ve insanların tanımlamaları ona erişemez.
Ona sahip olan, yanlız kalır; onunla karışan kuralların dışına çıkar; ondan soyunan, kör olur ve kendini ona bağlayan, yıkıma uğrar. Onun parlaması, kesintisiz akan su gibidir, kaynayan bir pınardır; esintisi boldur; oku delicidir ve yere fırlattığında gücü kesilir. Ondan korkan, dünya işlerinden el çeker ve dikkatsiz bir seyirci olur. Onun çadır ipleri, ermişler ve tırmanma araçlarıdır.
Gizemin, kendinden başka benzeri yoktur. Tanrının, kendinden başka benzeri yoktur; ve O, gizeme benzer. O, gizemi ve kendini andırır; gizemin, kendini andırması gibi. Tanrı, yanlız kendine benzer ve gizem, yanlız kendine benzer.
Gizemin binaları, kendisinin destekleridir; destekleri de kendisinin binaları. Ona sahip olanlar, ona sahip olanlardır ve onun yapıları kendisinindir, kendisindedir ve kendisinin ürünüdür.
O, Tanrı değildir; Tanrı da o değil. Ama ondan başka Tanrı yok; ve Tanrıdan başka o (gizem) yok. Tanrıdan başka Tanrı yok.
Gizemci, «gören kişi»dir ve gizem, «kalıcı olan»da kalır. Gizemci, kendi tanıma eylemiyle durur; çünkü kendisi, kendi hakkındaki bilgisidir ve bu bilgisi de kendisidir; gizem, onun ötesindedir ve Amaçlanan, onun daha da ötesindedir.
Öykü anlatmak, öykücülerin işidir; gizem ise seçkinlerin ilgi alanı; gösterişli davranışlar, kişilerin işidir; konuşma ise, yalancıların ilgi alanı; derin düşünme, umutsuz insanların yaptığı şeydir; ilgisizlik ise, yaban insanlara özgüdür.
Tanrı Tanrıdır. Evren de evren. Hiç önemi yok!