"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Yakın ve Ortadoğu Cemaat-Dışı Oluşumlarında Evrensellik (Universalisme) ve Gnostisizm

Bektaşi-Alevilik bir senkretizm, bir inanç karışımıdır. İslami bir ana temele dayanıyor olmakla birlikte, yüzyıllar boyunca yerel Anadolu kültürlerini, daha sonra da Trakya ve Balkanlardaki birikimleri özümsemiş bulunmaktadır.
Anadolu Selçuklu Devleti ve onun yerini alan Osmanlı Devleti, çok-uluslu ve çok-dinli oluşumlardılar. Merkezci yönetimler, bu birlikteliği hoş görü ile bakmayı bildiler ve imparatorluklarını zenginleştiren değişik topluluklardan yararlandılar.
Bu inanç karışımı ve uzlaşımı olgusunu açıkça fark ettiğimde, araştırmalarım önce Türk boylarının kattıkları Şamancı inanış öğelerine yöneldi. Bunlar daha kolay ortaya çıkabilir gibi görünüyordu. Alinin tanrısal kimliğinde bir güneş inanışının izlerini tanımakta güçlük çekmedim. Alevi-Bektaşilerin nefeslerinde, bu görülüyordu. Sorunu, bildiri ve yazılarında pek çok kez işaret etme fırsatı buldum. (I. Mélikoff, “Recherches sur les composantes du syncrétizme”, Sur les traces du soufisme (1992).
Ardında “gnostik” ya da manici gnostik (gnosticomanichéen) öğelere yöneldim ve eski Iran dinlerinin muhtemel temellerini araştırdım.
Bunlardan en belirgin olanı, Bektaşi-Aleviliğin ahlak umdelerinin temeli olan Üç-Yasak, el, dil ve bel kurallarıdır. Bu üç yasak Bektaşi-Alevilerde şöyle dile getirilmiştir: Elin tek, dilin pek, belin berk tut (Elin güvenilir, dilin güvenilir, belin güvenilir olsun); sülukde talibinin kulağına “eline, diline, beline sahip ol” diye fısıldar. (I. Mélikoff, Hadji Bektach (1998), s. 163, 181.)
Bu üç umde, Maniciliğin temel kurallarından birini oluşturan, Üç Mühürü karşılar. Kural, Saint-Augustinin De moribus manichaerum: de signaculo oris, manuum et sinus (J. P. Migne, Patrologia Latinae, XXXII, Paris 1961, col. 1309-1384, ch. XI-XVIII; Alfred Adam, Texte zum Manicheismus, Paris 1969, s. 61-62 (Augustin über über die drei signaculi). adlı kitabında işaret edilmiş ve incelenmiştir.
Türkler Maniciliği VIII. Yüzyıldan beri tanıyorlardı. 736da, kağanlarının benimsemesiyle, Manicilik Uygarların resmi dini oldu. uygur metinlerinde, üç mühir, üç tamga adını aldı. dinleyenler (yani, süluke girmiş bulunan Haslar dışındaki inananlar, sadıklar güruhu) için bir “Amentü” sayılan Chuastaniftte geçmektedir: Dinleyenler, kulak verenler, üç yasağa, ağzın, könlüğün, algin (dilin, gönlün, elin) yasağa uymadıklarından Tanrıdan bağışlanma dilerler. (J.P. Asmussen, Xuastanift, Studien in Manihaeism, Kopenhag 1965, s. 16, 175, 179, 190, 230, 236; S.E. Malov, Pamjatniki drevne-tjurkshoj pismennosti Moskova-Leningrad 1951 (Izd. Akad. Nauk SSSR), (Chuastanift, s. 108-130; H.C. Puech, Le Manichéisme, Paris 1949, s. 89-90) (Noy. 385).
Bektaşi-Alevilerin Üç Yasakları ile Maniciliğin Üç Mühürü arasındaki benzerlik açıksa da, manici-gnostik inançlarla olabilecek yakınlıkların ortaya çıkarılması daha güçtür. Yüzyıllar boyunca, Osmanlılarca fethedilmiş ya da ele geçirilmiş bölgelerde, Balkanların Bogomilizmi ya da “Paulicianisme” gibi, Bizans cemaat-dışı inançlarından ya da Anadolu halklarının tarihten gelme cemaat dışılıklarından (hétérodoxie) kaynaklanan inanışlar arasında karşılaşmalar bulunduğu düşünülebilir. Van gölü bölgesindeki Thondrakitlere de özel bir dikkar gerekmektedir. Bu toplulukların, 1828-1829 Rus-Türk savaşından sonra, Ruslarca getirilmiş ve Erivan bölgesine yerleştirilmiş Ermeni göçmenler arasındaki varlıkları, Kafkasya Genel ValiliGine bildirilmek üzere 1837 Etchmiatzine Ruhani Meclisince hazırlanan bir rapordaişaret edilmektedir: Bu topluluklar, Van gölünün batısına yerleşmiş yirmi beş aile kadardırlar ve Thondrak kökenli Thondrakitlerden Paulicien inançlı “mezhepsizler”dirler. Rapor, bu mezhepsizlerin “Gerçeğin Anahtarı” adlı bir kutsal kitapları bulunduğunu vekitabın yazarak çoğaltıcısı Ohannes adlı birinin müridleriyle birlikte Islama geçtiğini de belirtiyordu. “Gerçeğin Anahtarı”, Fred C. Conybeare tarafından, aynı yüzyılın sonunda, Ermeniceden Ingilizceye çevrildi. (Fred C. Conybeare, The Key of Truht – A Manuel of the Paulician Church of Armenia, Oxford 1890 (Clarendon.) Bu metinin derinliğine bir incelenişi, Türkiyenin doğusu ile Iranın batısında yaygın başka inançlarla, özellikle Ehl-i Hakklarla ve belki Bektaşi-Alevilerle de, Thondrakitler arasındaki muhtemel ilişkileri aydınlığa çıkarabilecektir. (Bak.: I. Mélikoff, Hadji Bektach, s. 181-182, 190-194.)
Konuya tekrar dönersek, Manicilik (Manichéisme), bir ara, Orhon bölgesini ele geçirdikleri sırada Uygur Türklerinin resmi dini oldu. bu din değiştirme olayı Yazıtlarda geçmededir. (W. Berthold, Histoire des Turcs dAsie Centrale (Mme A. Duskis tarafından fransızca aktarımı), Paris 1945, s. 38-40, 42-46,: S.E. Malov, a.g.e.) Fakat Uygurlar, IX. Yüzyılda, Kırgız akınlarıyla, günümüzde Moğolistan olan bu bölgeden çıkardılar. Manicilik daha hoşgörülü görünen Budacılık karşısında geriledi. Bununla birlikte, Mani-kökenli (manichéen) Uygur yazısı, birkaç yüzyıl, hatta Türklerin Islamlaşmasından sonraki dönemde de yaşamını sürdürdü. Volga Bulgarları da, Islamlaşmadan önce, bu yazıyı kullanıyorlardı. 1513 tarihli, Uygur harfli bir el yazmasının Pariste “Bibliothéque Nationale” bulunduğunu söyliyelim: Güzel minyatürlerle süslenmiş bir Miracname ile Türkçe bir ek-bölüm içermededir.
Divani Lugatit-Türkte ne Maniden, ne onun öğretisinden söz eden Kaşgarlı Mahmud, yine de, mesela Chuastaniftte rastlanan “paçak” gibi, mani-kökenli sözcüklere yer vermededir. Kaşgarlı, bu sözcüğü Hıristiyanların orucu olarak açıklıyor. (Divani Lügatit-Türk, II, s. 411, 1.23: baçag.)
Bektaşi-Alevilikte, gnostik-maniheen öğelere ikinci rastlayışım, Yaratılış öyküsünü incelerken oldu.
Yaratılışla ilgili Bektaşi-Alevi geleneklere, aynı zamanda, Kürtlere özgü inançlarda, Yezidilerde, Ehl-i Hakklarda rastlanıyor. Yezidilerde ve Alevilerde ortak öğelerin varlığını daha önce gözlemiştim. Şeytana yüklenen, fakat yanlış olarak Müslüman ve Hıristiyan içerikli karıştırılan anlam, bunlardan biriydi. Seytan, ne Yezidilerde, ne Ehl-i Hakklarda, ne Alevilerde kötülük ruhunu temsil etmektedir. Her şeyden önce yeniden bedenleşme inanışı içinde Şeytan da ve aynı şekilde (bu yaam boyunca işlenen kötülük gelecek yaşamda ödeneceğinden ve bu yaşam da önceki bedenleşmelerimizde işlediklerimizin bir ödenişi olduğundan), cehennem de, işlevsiz kalmadaydı.
Şeytan, Ademin önünde eğilmek istememişse, bu onun kibrinden değil, Tanrıdan başkasına secde etmeyi kabul etmeyişindendir: Bir gurur suçu değil, bir sevgi taşması söz konusudur. (Roger Lescot, Enquéte sur les Yezidis de Syrie et du Djebel Sandjar; Beyrut 1938, s. 29-30, 48-53; L. Massignon, “Al-Halladj, le phantasme crucifié des Diocétes et Satan selon les Yezidis”, Opera Minora, II, s. 18-28.) Ademe secde etmeyi ve yanlız Tanrıya borçlu olunan saygıyı başkasına göstermeyi reddeden Şeytan, Tanrıya coşkun sevgisi dolayısıyla, başka birşey yapamazdı.
Mansur el Hallac, Ibn Arabi ve Ahmed Gazzeli gibi bazı sufiler, Şeytanda Tanrının yüksek bir tecellisini görüyorlardı. Yeniden badenleşme çemberi içinde, Şeytan, Tanrıya en yakın yerde durmaktadır. (R. Lescot, a.g.e., s. 48-49; G. Jacob, Beitrage zur Kenntnis des Derwisch Ordens der Bektaschis, Berlin 1908, s. 33.)
Yezidler, Ehl-i Hakklar ve Alevilerin Yaratılış öykülerinde Cebrail olarak görünen de odur. Roger Lescot, Yezidilerin dininin, haksız olarak söylediği gibi, bir Şeytana tapma inanışı olmadığına, Şeytanın varlığının yer bulmadığı bir inanç biçimi olduğuna haklı olarak dikkat çekmişti. (Roger Lecost, aynı yazar.)
Yezidiler, Şeytanın tecellilerinden biri de Melek Tavustur. Şeytanı Tavus biçiminde düşünme Yezidilere özgü değildir; inanış Madeenlerde, Dürzilerde ve Tahtacılarda da bu biçimdedir ve Tahtacılar kendilerini Alevi olarak tanımlamaktadırlar.
Melek-Tavus, horoz biçiminde canlandırılır. (G.P. Badger, The Nestorins and their rituals: with a narrative of a mission to Mesopotamia and Coordistan in 1842-1844, Londra 1852, I,S. 112 VD., s. 122-124; Klaus E. Muller, Kultur-historische Studien zu genese Pseudo-Islamisches Sekte-Gebilde in Vorderasien, Wiesbaden 1967, s. 132 vd., s. 216 vd.) Horoza, özellikle beyaz horoza Alevilerde de saygı gösterilir. Her büyük vesilede ve özellikle de iki yetişkin çocuğun musahip ya da ahiret kardeşi denen dinsel kardeşlik bağları ile bağlandığı törende, horoz kesilir. Kurban edilen horoza Cebrail denmektedir.
Cafer-i Sadıka mal edilen, fakat gerçekte Şah Ismail dönemine ait olabilecek Buyruk adlı kitapta bir tanıklık yer almadadır. Buyruk, Şahın, Kızılbaşlık yoluna yakınlıkla ve taraftar sağlamakla görevli adamlarına öğütler ya da yazılar içermededir ve genç oğlanın süluküne değilinen bölümde, kurban edilecek horoza Cebrail denmededir. (Buyruk, Sefer Aytekinin tesbit ettiği metin, Ankara 1958.)
Bir önceki yüzyılda V. Cuinet, (V. Cuinet, La Turquie dAsie, I, Paris 1892, s. 319 vd.) Horozun kurban olarak kesildiğine ve bu durumda Büyük Melek Cebrailin simgesi olarak alındığına dikkati çekmişti. Roger Lescot, (Lescot, a.g.e., s. 50; Yazar, Giuseppe Furlaniden yararlanmadadır: Testi religiosi di Yezidi, Bolonya 1930, s. 29.) Büyük Melek Cebraile Tavusel-Melaike sıfatının eklendiği bir tasavvufi risaleyi de işaret ediyor.
Daha önce bir başka yazımda, (I. Mélikoff, “Le Probléme Kızılbaş”, Turcica, V, 1975, s. 49-67.) Miracnamenin (Peygamberin gece yolculuğunun öyküsü) iki elyazma nüshasını inceleme fırsatı bulmuştum. Bunlardan biri Topkapı Sarayı Kütüphanesinde (Hazine 2154) kayıtlıdır ve Şah Ismailin oğullarından birine, Behram Mirzaya aittir. (M.Ş. Ipşiroğlu-S. Eyüboğlu, Un Album du Conquétant (Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını; tarihsiz.) Ikincisi Pariste “Bibliothéque Nationale”de bulunmaktadır (Supplément Turc 190), Uygur harfleriyledir ve 1513 tarihlidir. Her iki yazma da Peygamberin Gece Yolculuğunu anlatan güzel minyatürler içermededir: Peygamber, kendisini Gök Tahtına götürecek olan, çevresi meleklerle çevrili Cebraille karşılaştığı dokuzuncu kat Göğe (Arş-ı alaya) ulaşmıştır. Ve taht üzerinde, önünde meleklerin saygıyla durdukları beyaz bir horoz vardır.
Bu horoz, Müslüman gelenekte, Gök Tahtının altında durmada ve bütün yüzünü horozlarınca tekrarlanan ötüşüyle sabah namazı vaktini haber vermektedir. Köken “mazdeen” olmalıdır: Avestada rastlanmaktadır. (Vendidad, Farg, XVIII, 15; Bak.: darmeteter, II, s. 245; III, s. 12.) Güneş bağlantılı kuş, sonsuz yaşamın ve yeniden dirilişin simgesi olarak Horoz, aynı zamanda Mithra inanışına bağlıdır. (Franz. Cumont, Le coq blanc des Mazdéens et les Pythagoriciens, CR des Séances de lAcadémie des Inscription et Belles Lettres, 1942, s. 283-300; Erwin R. Goodenough, Jewish Symbols in the Greco Roman period. VIII, New-York 1958, s. 59-70.)
W. Ivanov ve M. Mokri, Ehl-i Hakklar, Yezidiler ve Alevilerde ortak noktaları gösterdiler. (W. Ivanov, The Truth-worshippers of Kurdistan, Leiden 1953, 2-5; M. Mokri, LEsotérisme kurde, Paris 1966, s. 17, 109.) Ilk ikisinde yaratılış Öyküsünü daha önce anlattım. (Bak.: I. Mélikoff, Hadji Bektach, s. 184-185, 185-188.) Burada yanlızca Alevilerinkini anımsatmakla yetineceğim. (Bak.: a.g.e., s. 185-188.)
Konuyla ilgili, Velioğlu imzalı nefesin (ilahi) tamamını buraya alıyorum. XIX. Yüzyılda yaşamış olan Veli adlı bir Aşık-ozan tanıyoruz. Elimizde, ondan 1234 (1818) ve 1250 (1834)de yazılmış şiirler bulunmadadır. Bu “Veli” şiirlerinde Urumeli adı geçtiğine göre, belki de Rumeliliydi. (Atila Özkırımlı, Alevilik-Bektaşilik ve edebiyatı. Istanbul 1985, s. 294-300. bu nefes aynı şekilde, S.N. Ergunun (Bektaşi-Kızılbaş-Alevi şiirleri ve nefesleri, III, 1956, s. 85-95) ve cahit Öztellinin (Bektaşi gülleri: Alevi-Bektaşi şairleri ve nefesleri, Istanbul 1973, s. 372) yer almadadır.) Fakat nefeste geçen Velioğlunun aynı kişi olup olmadığını bilmiyoruz.
Bu nefes, geleneksel Ayin-i Cemlerde sık sık okunmakta ve sema yoluyla, aynı zamanda danslaştırılmaktadır. Merdivenköyde Şahkulu Tekkesinde, bizzat Dede tarafından canlandırılışına ve okunuşuna tanık oldum. Dede, Malatyalı Hasan Dedeydi:
Yerin göğün binasını kurunca
İbtida hidayet arife indi.
“Sen kimsin, ben kimim?” diye sorunca
Sorduğu ol demde kana boyandı.
Has nenni nenni dost nenni nenni.
“Sen sensin, ben benim!” dedi Cebrail.
Olmadı mürşidin emrine kail,
Havada dolandı tamam kırk bin yıl,
Tevekkel babına vardı dayandı.
Has nenni nenni dost nenni nenni.
Hitaptan bir nida geldi ol zaman,
Dedi “Ya Cebrail sözlerime kan,
Sen Haliksin, ben mahlukum di heman!”
Kara rengi ala renge boyandı.
Hay hay yürüyelim Şah-ı Merdan aşkına.
***
Mürşidler aradı yedi katyeri,
Ne dağ koydu, ne taş koydu mermeri,
Ademe gizlendi cenab-ı bari,
Arş u kürsü arayanlar usandı.
Hak ağaçta olsa dülgeler bulur,
Hak denizde olsa balıklar bulur,
Yerde gökte olan orada kalır,
Vilayet keremi Ademe indi.
Secdeyi Ademe buyurdu ol Hak,
Ademden gayrıya görünmez mutlak,
Velioğlı Hünkardan almıştı sebak,
Çok şükür derdimiz Hakka dayandı.
(Başlangıçta, yer-gök olduğunda tanrısal aydınlanış arife –manevi mürşide- indi; Kendisine, “sen kimsin, ben kimim?” diye soruldu. Arif o anda kıpkırmızı oldu, kan rengine boyandı.
Cebrail –arif kişi-, “Sen sensin, ben benim!” dedi, Fakat yanıtı mürşidin istediği yanıt değildi. Kırkbin yıl gökte dolaştı durdu; sonunda boyun-eğiş kapısına dayandı.
O an, gaibden –hatifden-, “Ey Cebrail, sözlerime inan ve hemen; Sen yaradansın, ben yaradılanım, de!” diyen bir ses duydu. Kararan rengi yenidene ala renge döndü.
Mürşidler; yedi kat yeri aradılar; ne dağ bıraktılar, ne taş ne mermer. Yaradan tanrı, Ademde gizliyken, onlar arş ve Kürsü arayarak bezdiler.
Tanrı ağaçta olsa dülgeler bulurlardı. Denizde olsa belıklar bulurdu. Yerde ve gökte olan orada olur: Onun veliliğinin yücelliği Ademe indi.
-Bununiçin- Tanrı, Ademe secdeyi buyurdu. O, ancak Ademde tecelli buldu, yanlız onda göründü. Velioğlu bu dersi Hünkardan aldı ve düşüncesi Hakka dayandı)
bu nefes, yaratılışın başlangıcındaki karmaşaya (chaos) ve tanrısal özünden habersiz, bu karmaşa içinde başıboş kalan ve boşluğa düşen “manevi rehber”e, Cebraile göndermeyle başlıyor. Sonra soru geliyor, “Sen kimsin, Ben kimim?” Cebrail bilgisiz olduğu için yanıtlamıyor. Sonunda, “Hatifden bir ses, ona yanıtı öğretiyor: “Sen Yaradansın, ben yaratılanım!” Cebrail kendisini saran ve bilgisizliğin rengi olan karanlıktan sıyrılıyor ve Işığın rengi olan ala renge bürünüyor.
Manzumenin ikinci bölümünde, Tanrının, Ademin gönlünde gizli olduğu anlatılıyor; tanrısal Büyüklük Tahtının onun gönlünde bulunması sebebiyle meleklerden Ademe secde etmelerini isteyen Tanrıya gönderme yapılıyor.
Böylece, Alevilerde, Ehl-i Hakklarda ve Yezidilerde aynı ortak anlatıya rastlanıyor. Kugu, her üçünde deaynıdır: ilk Kişinin kendisini bilgisiz kılan Madde alemine düştü; anlaşılmayan ve yanıtsız kalan, tanrısal Usun çağrısı ve en son, uyuyan ruhu, kurtarıcı bilinçbirikimine (gnose, irfan) uyandırıcı yanıtı belleten Rehberin, -tanrısal Usun bedenleşmesi olan Dostun-, araya girmesi.
Burada, gnostik-maniheen bir bağlam beliriyor: Ilk Kişinin kendini bilinçsizleştiren ve yanlışa götüren bir madde alemine düşüşü ile onu bilgisizlik uykusuna dalmış bularak uyaran Kurtarıcının (Dostun) çağrısı. Kişi sınanır ve tanrısal özünü kavrar.
Aynı kurguyu, bütün bilinç-birikimli kültürlerde (gnose, irfan), özellikle de Manicilikte rastlanmadadır. Birinci evre: Düşüş; ikinci evre: Anlaşılmayan çağrı; üçüncü evre: Tanrısal habercinin (Dostun) araya girişi ve Çağrının Yanıtı. (H.C. Puech, Le Manichéisme: son fondateur, sa doctrine, Paris 1949, s. 61-69; aynı yazar, sur le Manichéisme, Paris 1979, s. 5-10, 327-329; Hars Jonas, La religion gnostique, Paris 1978, s. 89-134, 277-294; Michel Tardieu, Le Manichéisme, Paris 1997 (düzeltilmiş 2. baskı), s. 94-101.)