"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Kızılbaşlık

Bununla birlikte XV. Yüzyıldan sonra Bektaşiliğe sızmaya başlayan ve düşünceleri Yemini ve Virani gibi şairler yoluyla özellikle XVI. yüzyılda ürünlerini vermiş bulunan Hurufilik, (tarikatlaşmış Bektaşilerin sosyal yapılarından çok farklı olarak) ata gelenek ve göreneklerine bağlı kalan Anadolu Türkmenleri üzerinde daha az etkili olmuş görünüyor.
Bu halk yığınları kısa zamanda çok daha güçlü ve daha kesin bir başka etkiyle, Irandan gelen ve Safeviler tarafından yayılmakta olan Kızılbaş ideolojinin etkisiyle karşılaştılar. Bu etki, özellikle, karşısındakiler Türkmenler olduğu içindir ki, derin izler bıraktı.
İlk Safevilerin birçok kez üzerinde durulmuş olan tarihine uzanmak bu makalenin amacı dışındadır. (Başvurulacak erenlerden birkaçı: Adel Allouche, The origins and development of the Ottoman-Safavid Conflicts (906-962/1500-1555), Berlin 1983; Jean Aubin, “Etudes Safavides I: Chah Ismail et les notables de lIran”, Journal of the Ecınımic and social History of the Orient, II, Leiden 1959, s. 37-81; aynı yazar, La politique religieuse Safavides, dans les Shiisme Imamite, Paris 1970, s. 236-244; aynı yazar, “Levénement des Safavides reconsidéré (Etudes Safavides III)”, Moyen-Orient et Océans Indien, XVI e-XIX e s., dizi no 5, Paris 1988, s. 1-130; Oktay Efendiyev, “Le role des tribus de langue turque dans la création de lEtat Safavides”, Turcica, VI, 1975, s. 24-33; aynı yazar, Azerbajdzanskoe gosadarstvo Sefevidov v XVI veke, Bakü 1981; Erika Glassen, die Frühen Safaviden nach Gazi Ahmed Qumi, Freiburg im Breisgau 1970; Hanna Sohrweide, “Der sieg der Safaviden in Persien und seine Ruckwirkungen auf die Schiitin Anatoliens im 16. Jahrhundert”, Der Islam, 4 (Ekim 1965); Faruk Sümer, Safavi devletinin kuruluşu ve gelişiminde Anadolu Türklerinin rolü, Ankara 1992 (yeni basım); John Woods, The Akkoyunlu-Clan, confederation, empire – a Study in XV th – XVI th century Turco-Iranien politics, Mineapolis-Cicago 1976.) Burada yanlızca, Safevi tarikatının 1334te Erdebilde doğduğunu anımsatalım. Kurucusu, Şeyh Safiüddin Ishak, ne seyyid, ne Şii; Şafii-mezheb bir Sünni idi. konumuz onun torunları olacaktır: Cüneyd, Haydar, Şah Ismail ve genç Şah Ismailin, 1501de Tebrizde tac giymesi, Pers birliğini yeniden kurması ve Imami Şiiliği resmi inanış olarak bastırışıyla son zaferine kadar göz kamaştırıcı yükselişini birlikte yaşayan Anadolu ve Azerbaycan Türkmen boyları üzerine etkisi.
Tebriz meliki Karakoyunlu emir Cahanşahın, yerine kendi ailesinden Caferi yerleştirmek amacıyla Şeyh Cüneydi Erdebilden çıkardığında, o zamana kadar Sünni bir tarikattın, savaşçı ve siyasi bir güç yaratmada yararlanılacak cemaat-dışı bir edime dönüşmesine sebep olacağı elbette bilinemezdi.
Bu köklü değişme, göçer Türkmenlerin Cüneyde geniş katılışlarıyla oldu. safeviler, sona götüren zaferi, başlangıçta Şii bir tasavvufla beslenen, Tanrının insan biçiminde tecellileri ve yeniden-bedenleşme inançlı, fakat henüz Şamancılığa çok yakın bu Islamlaşmış Şamancı boyların cengevarliklerine borçludurlar. Tecelli, tanrılaştırdıkları ve taptıkları safevi hükümdarla, bir bedene bürünmüş oluyordu.
Değişme, Cüneydin Seyyid olma isteğini ortaya çıkması ve aşırı Şii görüşler yaymaya başlamasıyla görünürleşti. Konyada ve Kilikyada istenmez olduğunda, kız kardeşi Hatice Begümle evli bulunduğu Akkoyunlu hükümdardan kabul gördü. Cüneyd, DağıstanHıristiyanları üzerine bir ganimet akını sırasında, topraklarından geçmesini istemeyen Şirvanşahla savaşırken, 1460da öldürüldü.
Cüneydle Hatice Begümün oğulları Haydar, 1460da doğdu. 1469da –iki yıl önce Cahan Şahı yenerek öldürmüş olan- Uzun Hasan, Haydarı Erdebile yerleştirdi. Ve onu, daha sonra Alem Şah olarak tanınacak olan kızı Halime Begümle evlendirdi.
Kızılbaş oluşum, Haydarın kısa hükümdarlığı zamanında gelişti. Haydar taraftarları, kendilerine seçtikleri, Tac-ı Haydar denen on iki dilimli külah, kızıl serpuş dolayısıyla bu adla anıldılar. Bu insanlar, Haydarın Tanrı olduğunu ikrarla ona secde ediyorlardı. Ve sayıları durmadan artıyordu. Haydar 1486da, atsız ve pusatsız, giyimleri yoksul on bin adamla giriştiği, Dağıstan üzerine ilk yağma seferinden, zengin bir ganimetle geri döndü. (Krş. Faruk Sümer, a.g.e., s. 13-14.)
1488de haydar, babasının öcünü alma amacıyla, Şirvanşah Ferruh Yasara karşı üçüncü Kafkasya seferine çıktı. Fakat 6 Temmuzda Tabasaranda öldürüldü; Kafası, Şirvanşahın damadı, Uzun Hasanın oğlu ve veliahdı Yakuba gönderildi. Yakub, Safevileri Erdebilden çıkardı ve Haydarın üç oğlunu, anneleri Alem Şahla birlikte Fars bölgesinde Iştar Kalesine kapattı.
Haydarın üçüncü oğlu Ismail 1478de doğmuştu.
İki büyük kardeşin öldürüldüğü çalkantılı bir dönemden sonra, Ismail, altı yıl kalacağı Gilanda, Lahican emirinin yanında barındı; Türkçe ve Farsça yazabilen, çağının tasavvuf ve edebiyat konularında bilgili tam bir şair olduğuna bakılırsa, burada iyi bir eğitim görmüştü. Fakat ince kültürüne rağmen, yaban bir temelin kaldığı çalkantılı bir çocukluk döneminden ve ata gelenek ve göreneklerine bağlı Türkmenlerin, çevresini kuşatan etkilerinden sonra, şaşmamak gereken, garip yanları vardı. (Krş. Jean Aubin, “LAvénement des Safevides reconsidéré”, s. 2-3, 36-40, 44-50.) Müslüman ve Şii eğitimine rağmen, yeniden bedenleşme ve biçimlenmelerin çokluğu (kesreti) inançlı bir uç Şiilikten gelme öğelerin karıştığı eski Şamancı temele hep bağlı kaldı. kendisinin, Allahın zatı ve devr içinde Alinin bir yeniden bedenleşmesi olduğunu söylemektedir. O, Alinın sırrı, Taninın insan suretinde bir tecellisidir. Taraftarlarının kendisine bağlılığını güçlendirmek için yazdığı Türkçe şiirlerinde, bunu sık sık tekrarlar.
Geleneksel Ayin-i Cemlerde her zaman okunan, ezbere söylenen şiirlerinde Hatai mahlasını kullanmaktadır. Hatai, Alevi şiirlerin en büyüğüdür.
Onun zamanında oluştuğu kesin olmakla birlikte Cafer es-Sadıka mal edilegelen, Alevi inanışın ana kitabı Buyruk için de durum aynıdır. Risale, Kızılbaş müridlerin ve taraftarların sülükü ile ilgili bölümlerle başlayan, bir halk ilmihal kitabıdır. (Bak.: I. Mélikoff, Hadji Bektach, s. XXIV, s. 89, 135-136, 183-184, 212-213.)
Hatainin Alinin zatı olduğunu dile getiren şiirlerinden, birkaç kez örnekler verdim. (a.g.e., s. 132-134, 226-229.) Burada yanlızca yazarın kişilik çizgilerini yeterince yansıtıyor görünen birini anımsatacağız:
Yakın bil kim Hudayıdur Hatayi
Muhammed Mustafayidür Hatayi
Safi nesli Cüneyd-i Haydar oğlı
Aliyyül-Murtazayidür Hatayi
Hasan aşkına meydana girübdür
Hüseyini Kerbelayidür Hatayi.
Ali Zeynel-ibad Bakır vü Cafer
Kazım Musa Rızayidür Hatayi
Muhammed Takidür Ali Naki hem
Hasan Asker likayidür Hatayi
Muhammed Mehdi-i sahib-zaman(ın)
Kapusında gedayidür Hatayi
Menüm adım Veli Şah Ismaildür
Tahallasusüm Hatayidür Hatayi.
(Bu şiir hezec bahrindedir. Bak.: Tourkhan Gandjei, II Canzoniere di Isma-il Hata-i, Napoli 1959, s. 24-25 (24. manzume); Nejat Birdoğan, Alevilerin büyük hükümdarı: Şah Ismail Hatayi, Istanbul 1991, s. 205-206 (81. manzume; aruz şiirleri).
Görüleceği üzere, Kızılbaşlıkta, yeniden bedenleşme inancı, Alinin sayısız bedenlerde tecellisine varacak biçimde bir kesret (biçimlerin çokluğu) inanışıyla karışmadadır. Ali, Nebiliği (nübüvvet) temsil eden –fakat hiçbir zaman tanrılığı değil- Muhammed dışında, bütün peygamberlerde tecelli eder.
Ali, Imamlarda ve aynı şekilde Bektaşi tarikatının kurucusu Hacı Bektaşın fani varlığında da belirir.
İşte Abdal Musanın olduğu sölenen bir nefesten bir dörtlük: (Bektaşi tarikatının gerçek kurucusu ve bazen Hacı Bektaşın bir yeniden bedenleşmesi olarak görülen Abdal Musa için bak.: I. Mélikoff, Hadji Bektach. Anılan mısralar, bu kitapta yer almaktadır, Bak.: s. 222-224.)
Güvercin donuyla Uruma uçan
Imamlar evinin kapısını açan
Cümle evliyalar üstünden geçen
Var mıdır hiçbir er Aliden gayrı.
Kızılbaşlığın ağılığı, biri düvazdeh, “On Iki Imama övgü” olmak üzere her zaman Hataiden seçilmiş üç nefesle başlayan Ayin-i Cemlerde bugün de duyulmadadır. Ali adının, Tanrı adı ve aynı zamanda günümüzde yanlızca Şah-ı Merdan, yani Ali olarak algılanan “Şah” sözçüğü ile iç içe girdiği tevhid (Birleme)de, bu ayğırlık en üst düzeye çıkar. Bununla birlikte Şah Ismail zamanında bu, manevi Şahın belirişi olan ölümlü Şaha da bir seslenmedi.
Şah Ismail, gerçekten tanrısallığına inanıyor muydu? Coşkulu şiirlerini okurken ve yaşının çok genç oluşu kadar inandırılmış taraftarlarının ona taparcasına bağlı oluşları da göz önüne alınırsa, onun kendisini gerçekten Alinin bir bedenleşmesi olarak gördüğü düşünülebilecektir. Bu sanı, 1514te Çaldırandaki yenilgisine kadar sürmüş olabilir. Söz konusu üzüntülü olaydan sonra ise artık aynı adam değildir. Kendini alkolün ve -1524te ölümüne kadar sürecek olan- sefahatin yıkımına bırakmıştır. Çaldıran savaşı; Imami Şiilikçe, Türkmen inançların getirdiği fazlalıkların silineceği Iranda Kızılbaşlığın cenaze namazı oldu. (Krş. J. Aubin, La politique religieuse des Safavides, s. 235-244.) Fakat inanış, Anadoluda baskılara rağmen yaşamını sürdürdü.
Eğer Hurufilik, Trakya Bektaşilerini, Anadoludakilerinden daha çok etkilemişse; Kızılbaşlık da, özellikle başlangıçtaki aşırı biçimiyle, Anadoluyu fazlaca sarsmış bulunmaktadır.
Bu, I. Selimin askerleri için de, kendilerine Hacı Bektaşın koruyuculuğu kabul ettirilmiş bulunan Yeniçerilerin, inançları onlardan çok farklı olmayan Kızılbaşlarla niçin savaşabildiklerini açıklayabilecektir. Fakat özellikle çarpışmanın başlarında onlar bundan haberdar değildir.
Sonuçta, gerek Hurufilik, gerek Kızılbaşlık, aynı gerçekte, Tanrının Ali adıyla ve bir insan biçiminde tecelli ettiği inancında, birleşmededirler.
Birçok batılı yazar, Hasluck, Birge, Kissling Vryonnis ve başkaları, Bektaşilikte Hıristiyan etkileri görmek istediler. Doğası bakımından, bir din karışımı olan Bektaşiliğin yüzyıllar boyunca değişik etkilere uğradığı ve yabancı öğeleri özümsediği kesindir. Hıristiyan etkiler, Trakyada ve Balkanlarda daha fazladır; Anadoluda ise, Iranlı, Kürt ve başkaları, Doğu bölgelerinin öğeleri ağır basar.
“Hızır” adını alarak Bektaşilerce benimsenmiş Hıristiyan azizler (Bak.: I. Mélokoff, Hadji Bektach, s. 8, 145, 160, 180, 262, 275.) ve Müslümanlarla Hıristiyanların ortaklaşa kutsal saydıkları yerler (a.g.e., s. 106, 160, 163, 166, 229.) vardır. İsaya, özellikle de “çarmıhta Isaya (a.g.e., s. 247-248) –Isanın çarmıhta can verdiğini kabul etmeyen Islam inanışına rağmen-, göndermelere rastlanır. Hıristiyan halkın Bektaşiler aracılığıyla Islama yöneldiği yörelerde, her ikisi de, Tanrının insan suretinde tecellileri olduklarına göre, Isa, Alide özümsenmiş olabilir. Bununla birlikte, bu böyle olsa bile, Alinin tanrılığı inancı daha öncedir ve daha önce kabul edilmiş olandır. İki özdeş kavram karşılaşmış ve birbiriyle kaynaşmış bulunmaktadır.
Anadolu Alevilerinde Hıristiyan etki daha azdır; fakat “Paulicianisme” kaynaklı iki-tanrılı inançlardan gelme ya da “manicheen” kökene bağlı öğeler vardır. Bu çeşit mezheplere, mesela “Thondrakit”lerinki gibi, Anadoluda, XIX. Yüzyıla kadar rastlanmadadır. (a.g.e., 163-165., 180-182, 194.) Aynı şekilde, Balkanlardaki Bektaşilerde de, Bogomillerle karşılaşmalar görülür. Bu husus, Kostantin Zhukovun, Börklüce Mustafa üzerine kaleme aldığı iki yazısında doğrulanmadadır (Krş. K. A. Zukov, “K istorii religioznykh dvizenij v vostocnom sredizemnomore v XIV-XV vv. Novaja interpretacya vostonija Berkjudie Mustafy v Turcvij (okolo 1415 g)”, Provoslavnij Palestinskij sbornik, 98 (35), Sankt-Petersbourg 1998, s. 84-98; K. A. Zukov, “The Cathars, Fraticelli and Turks. A new interpretation of Bekludje Mustafas uprising in Anatolia, c. 1415”, XVIII th International Congress of Byzantine Studies, Moskova 1991, Shepherdstown, W. V. USA 1996, s. 188-195.) Bu makalelerde yazar, Anadolu Rafizilik “Cathar”lara mensup Sakız ve Sisamlı “Fraticelli”ler arasındaki ilişkileri incelemektedir.
Bu açıdan bakıldığında, Bektaşi inanç-karışımının, belli bir noktaya kadar, Yakın ve Orta Doğudan gelen ve yansımaları Akdenize kadar ulaşacak olan inanışlarla geniş bir devinim alanı içine girmiş olması imkansız değildir ve problem, incelemeye, çözümlemeye, derinleştirilmeye değer görünmektedir.