"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ahiler

Islamlaşmış Şamancılığın halk Şiiliğine bağlanışının ilk evresi, şüphesiz, XIII. Ve XIV. Yüzyıllarda derviş toplulukları ile meslek loncaları arasındaki karşılaşmalar oldu.
Zanaatkar loncalarıyla dervişlerin halk çevreleri arasındaki ilişkiler loncaların edebiyatında, özellikle Fütüvvetnamelerde ve meslek loncalarının edebi yaratmaları olan, mesela Ebu Müslüm Destanı gibi, destan edebiyatı ürünlerinde açıkça belirmededir.
Halk hikayelerinin anlatımlarıyla beslenen ve okunması yazması olmayan sınıflar için destan kahramanı cengaverlik idealinin bir simgesi oluyordu. O aynı zamanda zulme haksızlığa karşı koyan savaşçı örnegiydi. Sosyal adaletsizliğe ve baskıya karşı savaş, Ahilerin ayırcı bir üstünlüğüydü.
Ahilik, fütüvvetin Anadoludaki biçimlenişidir. Fütüvvet, Orta Çağda, Müslüman ülkelerde meslek loncalarına ruh veren cengavarlik idealinin adıdır. Louis Massignon, onu “Zanaatkarlık şeref antlaşması” olarak tanımlanmaktadır. (Krş. Louis Massignon, “La Futuwwa et ‘Pacte dhonneur artisanal entre les travailleurs musulmans au Moyen Age”, Opera Minora, I, Beyrut 1963, s. 390-421.)
Ahiler Anadoluda X. Yüzyılda görülürler. Etkinlikleri XIV. Yüzyılda belirgenleşir, fakat merkez yönetimin artan gücüyle birlikte XV. Yüzyılda, ortadan çekilirler.
Ahi toplulukları bütün büyük kent merkezlerinde bulunmaktaydı. 1332 ve 1334 yıllarında Anadoluda dolaşırken, gezginlere yardımlarda bulunarak onları konukseverlikle ağırlayan bu kurumun genişliği karşısında şasıran Ibn Battuta varlıklarından söz etmektedir. Faslı gezgine göre, bunlar tek bir loncaya bağlı olmayan, her çeşit meslekten insanlardı. Aynı kentte, bazen birbirine karşı, birden çok lonca olabiliyordu. (Krş. Ibn Battuta, Voyoges et Prubles-Voyageuers Arabes, Paris 1995 (Pleiade), s. 632-669.)
Bu zümreler, Moğol akını dönemlerinde ve Rum Selçuklu Imparatorluğunun çöküşü sırasında görüldüğü üzere, merkez yönetim zayıfladığı zaman önce çıkmadı; mesela, yönetimi ellerinde bulundurdukları Ankarada olduğu gibi, kaza yetkisini de üstlenerek duruma el koymadaydılar. Bunlardan adına bir cami de (Şerefeddin) yaptırmış olan Ahi Seyfeddin (ölüm. 1350), en ünlüleriydi. Neşriye göre, I.Murad, 1360/61de, Ankarayı, kenti ellerinde bulunduran Ahilerden almıştı. (Krş. Neşri, Unat yayını, s. 190-193; Taeschner yayını, s. 52; ayrıca bak.: Taeschner, E.I., 1960, “Akhi” maddesi.)
Genel olarak Fütüvvetin ve özel olarak Ahilerin ayırıcı çizgilerinden biri, tasavvufun ve sosyal eylemin iç içeliğidir.
Ebu Müslüm Destanında bu çok açıkbelirmededir. (Bak.: I. Mélikoff, Abu Müslim, le “Porte-hache” du Khorassan.) Çoğu kez merkez yönetimine karşı duruşları dolayısıyla sonunda istenmez olan Ahiler, cemaat-dışı öbür derviş zümreleri gibi, Bektaşilik içinde eridiler. (Krş. F. Köprülü, Les Origines de lEmpire Ottoman, s. 116-123.)
Bununla birlikte, Ahiliğin kökeni Irandı. Ahi sözcüğüne, XII. Yüzyılda, bu loncalarla bağlantısı bulunan Genceli Nizamide (ölüm. 1141e doğru) rastlıyoruz. (Bak.: Alessandro Bausani, Storia della Litteratura Persiana, Milano 1960, s. 61; N.A. Gordlevskij, “Gosudarstvo Seldzkidov Maloj Azii”, Izbrannye Socenenija, I, Moskova 1960, s. 135-142.) Islam öncesi bir kökene gidilebilir ve Stig wikander tarafından incelenmiş bulunan erkek topluluklarınainilebilir. (Bak.: Stig Wikander, Die Arische Männerband. Studien zur Indo-Iranischen Sprach und Religionsgeschichte, Lund 1938.) St. Petersbourgda “Ermitage” müzesinde korunmakta olan bir kase, bizi bu düşünceye götürüyor. XIV. Yüzyıl başlarına ait, Anadolu kökenli olması gereken ve Kırımda Solhatta bulunmuş olan Kaseye, narçiçekleri arasında içki içen, sarhoş durumda bir genç resmedilmiştir. Kase ahi bir çevreye ait olabilecektir ve bize onların meclislerini içkili olduğunu göstermektedir. (Krş. Nomads of Eurasia, yayın: V. Basilov, Seattle-London 1989, s.78-79.)
Bu toplulukların Iran kökeni, Ahilerin piri olarak Selman-ı Farisiye yüklenen işlevle belirginleşmektedir. Selman-ı Farisi, Bektaşi tören kurallarına da girmiştir. Selmanın Fütüvvet içindeki ayrıcalıklı yerini, bu ağırlıklı yerin sebepleriyle birlikte, Louis Massignon, “Selman-ı Pak ve Iran Islamlığının ruhani öncüleri” adlı ünlü makalesinde inceledi. (Krş. Louis Massignon, “Selman-i Pak et les prémices spirituelles de lIslam Iranien”, Opera Minora, I, s. 443-483.) Selman-ı Farisi zanaatkarlık yoluna girişlerin temel öğesidir.
Meslek loncaları ile dervişlerin zaviyeleri arasında isnad ve silsile –dayanılan kişi ve sülük zinciri- gibi, sülük ve tasavvuf yönünden ortak noktallar bulunmaktadır.
Zanaata girişlerde, ilk mevla, Peygamberin Arap kökenli olmayan ilk sahabesi, Selman-ı farisi baş yeri alır. Selman-ı Farisi, berber ve sünnetçiydi. Hasan ve Hüseyini, o sünnet etmişti. Bu meslekler değer verilmeyen mesleklerdi ve böylece o saygınlığı olmayan işler tutanların, alçakgönüllülerin koruyucusu oluyordu; Selman zanaat erbabının piriydi.
Bütün loncalar, Selman-i Farisiye bağlıdır. O, sülük zinciri içinde Alinin, saçlarını keserek sülükünü yapmış olan Cebrail başta olmak üzere, Ahilerin dördüncü piridir. Herbiri bir loncanın kurucusu on yedi yoldaşının sülükde rehberi, Selman-ı Farisinin de saçlarını keserek sülükünü yapmış olan, Alidir.
Selman-ı Farisinin Bektaşilerin içine sızması, Ahilerledir. Selman, öte-alemde ve zamanın ötesinde bir törenin bu dünyadaki tekrarı olduğu için “Kırklar Cemi” de denen Ayin-i Cemlerin ayrılmaz öğesidir.
Ahilerin sülük töreni ile Bektaşilerin sülük törenleri arasında benzerlikler vardır: Ker ikisinde de talib, saçları kesilerek beyaz keçeden Tac (serpuş, başlık) giyinir ve bir kuşak (şedd) kuşanır. Ahilerde talibe, içmesi için şerbet sunulur (sırayla bir yudum alınan bir kab tuzlu su), şalvar (işlik) giydirilir. (Şedd töreni için bak.: H. Thorning, Beiträge zur Kenntniss des Islamischen Vereinswesens auf Grund von Bast Madad al-Toufik, Berlin 1913; ayrıca bak.: A. Gölpınarlı, “Islam ve Türk illerinde Futuvvet teşkilatı ve kaynakları”, Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesi Mecmuası, IX, Istanbul 1953, s. 3-354; Fr. Taeschner, “Islam Ortaçağında Tutuwwa (Futuvvet) teşkilatı”, Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesi Mecmuası, XV, Istanbul 1955, s. 1-39.) Bektaşilerin sülükünde Tac ve şedd ile birlikte şerbet de bulunmadadır; fakat şalvar yerine, ayrı bir sülük değeri içeren hırka giyilir. (Krş. Fr. Taeschner, “Der Antheil des sofismus an der formung des Futuwwa Ideals”, Der Islam, XXIV (1937), s. 43-74; Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu olan Ahilik, Ankara 1974, s. 17-19.)
Ayn-i Cem süresince Selman-i farsi Farraş makamındadır; Allah Muhammed Ali adlarını söyleyerek üç süpürge vuruşuyla töreni başlatan odur: Farraşlık hizmeti, Ayn-i Cemde yer alan on iki hizmetten biridir.
Ahi loncasının, Fütüvvet kökenli bütün loncalar gibi, dinsel bir çerçevesi vardır. Cemaat-dışı sufilik ile sıkı ilişkidedir ve Şii akımlarla beslenmiştir: En yüksek feta olan Aliye ve mesleğe girmiş olanların piri Selman-i farsiye bağlılık gibi.
Zaviyeler de, loncalar gibi kısa zamanda Şiiliğe eğilim gösterdiler. Fakat Şahlar Şahı Aliye saygı, Ehl-I Beyti Nebeviye sevgi ve Kerbela şehitlerine, özellikle de bütün şehitlerin simgesi Hüseyine bağlılıkla sınırlı, ılımlı bir Şiilik söz konusuydu.
Alevi çevrelerle otuz yıllık bir ilişkiden sonra, Ebu Müslüm Destanını son kez yeniden okuduğumda, kitabımı yazarken duyduğumdan daha çok heyecan duydum. Ebu Müslüm, Merv kentinden kırk Ahi ile birlikte, zorbalığa ve haksızlığa karşı çıkan bir halk kahramanıydı. Kerbelanın öcünü almıştı. Eserin kurgusu, doğaüstü düşler, olağanüstü olgular, cinler, periler, kanatlarını açıp göğe yükselerek acılarından kurtulan şehitler gibi-, gerçek dışı bir zemine dayanmadaydı.
Ali en üstün yiğit, Hüseyin öcü alınacak olan şehitti. Hariciler ve Emeviler alçak insanlardı. Fakat Abasilerden yana olanlar, has “Sünni”ler, gerçek Müslümanlar ve Al-i Peygamber dostları idiler.
Bununla birlikte, Aliyi yüceltme, Peygamber ailesine sevgi, Kerbela şehitlerine ağıt, inanışa halel getirmeksizin kitlelere heyecan veren öğelerdir: Ahilerin Şiiliği ılımlı bir Şiilikti. Fakat kısa bir zamanda, XV. Yüzyıl başlarında, daha tehlikeli yeni bir etki, cemaat-dışı eğilimi güçlendirerek ona daha görünür bir hız kazandırmaktır. Fazlullah Astarabadın müridlerinin yaydığı Hurufi öğreti söz konusudur.