İnsan her zaman, bir Tanrı arayışıyla, bir ya da çok sayıda tanrıya tapmaveya bu tapmayı tanrılaştırılmış varlıklara taşıma gereksimini duymuştur.
Bununla birlikte, tanrılar da güçlerini yitirebilmede ve kendilerine yöneltilen saygıyı elde tutmaları güçleşebilmektedir. Eski Türklerin Gök-Tanrısı da böylece, yerini, insanlara ve insan gereksimlerine daha yakın bulunan Güneş-Tanrıya bıraktı. Daha sonra bu Tanrı maddi bir biçimlenişle, insan görünümüne büründü, “insanların hükümranı” oldu.
Mircea Eliade, çağımızı, -kendisine üstünlükler getirdiğine inandığı bilimin ilerlemeleri ile kendinden geçmiş olan insanın, Tanrının yerine geçme ve kendisini tanrılaştırma emeli dolayısıyla- “Tanrıların ölümünün çağı olarak nitelendirmededir.
Bununla birlikte, Tanrının yadsındığı çağımızda da, güçsüz insan, güçsüzlüğü ağır bastığında, kendisine yardıma yetişebilecek bir koruyucu güce gereksinim duymada; korunma umduğu ve saygın bir yer vermeye hazır bulunduyğu tanrılaştırılmış bir varlığı Tanrı yerine koymadadır. Marksit dönemde, Sovyetler Birliğinde, Tanrı reddedilmede, fakat yerine Lenin tanrılaştırmadaydı.
Aleviler, deyime verilen anlam ne olursa olsun, Şah-ı Merdana hep bağlı kalmışlardır. Fakat kutsamada, yığınlara heyecan veren Şehid-i Kerbela, Hüseyin, ilk yeri almadadır. Hüseyin acı çeken insanın, ebedi mazlumun, zulme uğrayanın simgesidir.
1970-1980 yıllarında göçen ve solcu aydınların etkisiyle, genç Aleviler, Marksçı görüşlere yöneldiler ve sınıf kavgasıyla tanıstılar; Kerbela şehirleri de büsbütün başka anlamlara bürünerek, sosyal baskı kurbanlarının simgesi oldu. Feyzullah Çınar, bir gün bana, “Kendi şehitlerimiz dururken, Kerbela şehitlerini söylemek niye?” demişti.
Sürekli bastırılma ve başkaldırma duygusunun uzun zamanlar duyulduğu bir çevre içinden gelen solcu aydınlarda da sonuç olarak başkaldıran şehit-kahraman büyük Alevi şair Pir Sultan Abdalı örnek alışın güçlendiğini görülmektedir.
Bugün Alevilerin, her biri ayrı eğilimde, çok sayıda dernekleri bulumadadır.
Kendilerini eski Rumeli Bektaşilerinin manevi izleyicileri sayan Kemalist eğilimli Hacı Bektaş dernekleri vardır; merkez yönetime yakın ve resmi inanış Sünnilikle kaynaşmaya karşı durmayan Cem (CEM, ‘Cumhuriyet Eğitim Merkezi anlamına gelmededir.) dernekleri vardır. Fakat eski sol karşı-oluşumların, başkaldıran şair imgesine sımsıkı bağlı, Pir Sultan Dernekleri de vardır. Bunlar yüzlerce yıllık Kızılbaşlık ve direniş ruhunu korumadadırlar.
Pir Sultanın kutsanışı her zaman vardı. Onun Alevilerin en büyük şairlerden biri olduğu tartışılamaz. Nefesleri en fazla okunan şair odur. Bitkiler ve hayvanlar dünyasının simgesel hayalleri ile zenginleştirdiği bu şairler, eşsiz bir mistik soluk içermededir ve alıp götüren bir başkaldırı rüzgarıyla doludurlar. Dinleyenler, şiirin güzelliği ve gücü karşısında büyülenmiş gibi olurlar.
Bu kutsayış, en son, özellikle facialı bir olayla daha da güçlendi ve yaygınlaştı. 2 Temmuz 1993te Sivasta, başkaldıran ozanın asıldığı yerde, anısına düzenlenen bir gösteride bir şiddet ateşi, otuz yedi canın kurban verildiği facialı bir yangına dönüştü.
Pir Sultan Abdalın baş kaldırısı, onu daha ilk çocukluktan tanımaya ve saymaya başlayan her Alevi-Bektaşinın anısında yaşıyor olsa da, hiçbir tarihi belge ondan söz etmemektedir. Gerek kendisi, gerek hak arayan eylemi üzerine bilgi, ancak şiirlerinden çıkarılmaktadır.
Pir Sultan, gerçek adıyla Haydar, XVI. yüzyılda, Sivas yöresinde, Banazda doğdu. Bektaşı bir topluluğun ulu kişisiydi; dinsel sosyal bir ayaklanmanın başı oldu. Başkaldırısı, Kanuni Sultan Süleyman ile (1520-1566), şiirlerinde göndermeler yaptığı Şah Tahmaspın (1524-1576) hükümranlıkları zamanına rastlanmaktadır.
Müridleri arasında, Sivas ve Hafik arasında Sofular köyünden Hızır adlı bir derviş vardı. Bu derviş Istanbulda talihini denemek istedi ve talihi ona güldü; paşalığa, Beylerbeyiliğe kadar yükseldi. Söylenceye göre, bir gün vezir olacağını ve gelip kendisini asacağını, Pir Sultan ona önceden söylemişti. Gerçekte de, Pir Sultan silaha sarılınca, paşa olmuş olan eski müridi ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Pir Sultan, Sivasta, Toprakkaleye kapatıldı.
Söylenceye göre, Hızır Paşa ondan, içinde”Şah” sözcüğü geçmeyen üç nefes isteyerek yaşamını bağışlamayı dener. Bunun üzerine Pir Sultan sazını getirterek manevi Şah-ı öven üç nefes okur. Sivasta asılır; Hızır Paşanın adı bir yüz karası olarak kalır.
Bununla birlikte, yine bu Hızır Paşa sayesindedir ki, Pir Sultanın gerçek kimliğinde, bazı çizgilere ulaşabilmedeyiz. Adı geçen, 1551/2 ile ölüm tarihi olan 1567 yılları arasında devlet memurluğu görevlerinde bulunduğu ve 1560-70 yılları arasında Bağdad Beylerbeyi olduğu bilinen Hızır Paşa olmalıdır. Başkaldırı olayları, Pir Sultanın yakalanması ve asılması da bu tarihler arasında, Paşanın Bağdad yolu üzerindeki Sivasa yolunun düşmesi sırasında olmalıdır. (A. Gölpınarlı ve P.N. Boratava, Pir Sultan Abdal, Ankara 1943.)
Söylence Pir Sultandan koparılarak başkaldırısı güncelleştirilmekte; kişiliği, halk kahramanı, sosyal baskıya karşı ve halkın hakları için savaşan ve ölen şehide dönüşmektedir.
Ayaklanmalara ezgi olmuş bir Nefesinin işte ilk dörtlüğü:
Gelin canlar bir olalım,
Münkire kılıç çalalım,
Hüseyinin kanını alalım,
Tevekkeltü teallah.
(Adı geçen eserde verilmiş olan metni aktardık. Söz konusu çalışma, Pir Sultannın şiirlerinin tek tenkitli yayınıdır. Ayrıca bak.: Iréne Mélikoff, Hadji Bektach, s. 175-178, 230-236.)
Bununla birlikte eski yazmalarda da yer alan asıl metin, günümüzde karşı görüşlü gençlere mısraları yetimlerin ve mazlumların haklarını savunmaya bağlanarak okunan metinden farklıdır. Asıl metnin gerçekte sosyal bir isteği bulunmamaktadır. Şiir, Hüseyinin ve Kerbela şihitlerinin öcünü almaya, yani daha çok dinsel-sosyal içerikli bir eyleme, yapılmış bir çağrıdır. Pir Sultan imgesi değişikliğe uğratılarak, söylence onu güncel bir kahraman , ezilen sosyal sınıfların ve halkın bir savunucusu yapmadadır.
Alevi törenlerinde, Kerbela olayı da hep anılır. Hüseyinin ölümü için her zaman gözyaşları dökülür. Fakat Pir Sultan, şehit kahraman, Anadolu insanına daha yakındır. Halkın duyguları onunla belirginleşir ve güncelleşmiş, yenidene yaşam bulmuş, halka daha yakın bir Hüseyin belirir. Bu, gücü zayıflayan eski Tanrısallıkların yerini yenilerinin almalarına benzemektedir. İnanç, halkın heyecanına güç veren imgelerle yeniden yaşam bulmak zorundadır.
Pir Sultan imgesi, günümüzde, bu heyecan gereksinimini en iyi biçimde karşılamada; imgelem, onda, halk heyecanının gereksinimlerini daha iyi karşılayacak bir örnek bulmadadır.
Bektaşi ve eski Kızılbaş Pir Sultan Abdal, acaba bir Tanrı kahraman olmaya doğru mu gitmektedir?