1973 v3 1974 yaz aylarında Iran Azerbaycanına kadar gittiğim ve Maku-Hoy-Rezayi yöresi Ehl-i Hakk köylerini ziyaretle daha çok Tebrizde kaldığım iki gezinin sonucu, Cehelten adı verilen ve merkezleri Ilhçada bulunan bir topluluktan söz etmiştim.onların Ehl-i Hakklardan oldukları düşüncesindeydim. Bununla birlikte aralarında Türkler bulunuyor olsa da Ehl-i Hakklar çoğunlukla Kürt oldukları halde, (Bak.: V. Minorskynin makalesi, “Un poéme Ahl-i Haqq en Türk”, Westöstliche Abhandlungen (Etudes en lhonneur de K. Tscudi), Wiesbaden 1954, s. 258-262.) Cehelten ya da Kırkların Türk olduklarını ve Türkiye Alevileri ile pek çok benzerlikler gösterdiklerini belirtmiştim.
İlhçıya, bu topluluk üyelerinin kutsal bir kalıt olarak korudukları ve törenlerinde yaralandıkları elyazması bir Hatai divanı nüshasını göeme umuduyla gitmiştim. Bütün engellemelerime rağmen, daha önce Ehl-i Hakklar üzerine araştırmalarım sırasında Tebrizden tanıdığım topluluk başkanınca, epeyce ağırlandım. Kendisi Azeri Türklerinden bir eğitimciydi ve onu karşımda tören giysileri içindegörmeyi hiç ummuyordum. Zikre katılmama izin alındı. Bu, katılanların sağa sola sallanarak “Ali” adını tekrarladıkları, bir Ali-illahi zikirdi.çıkışta, törenin büyüleyicisi etkisinden sarhoş gibiydim. Yine de, kutsal bir değer verdiklerio elyazması Hatai divanını görmedim.
Bununla birlikte, bu ziyaretten, Cehelten ya da Kırkların Azeri Türkler olduklarını, törenlerde Türkçeyi kullandıklarını, Alinin Tanrılığına ve yeniden bedenleşmeye inandıklarını ve Hataiye, yani Şah Ismaile büyük saygı ile bağlı olduklarını çıkarabildim. Bu yönleriyle Türkiye Alevilerine yakındırlar ve adları da Alevilerin Ayin-i Cemleriyle yeryüzünde benzerini tekrarladıkları, zaman-dışı ve mekan-ötesi Kırklar Ceminden gelmedeydi.
Hatai için düzenlenen bir sempozyum dolaysıyla karşılaştığım Ali Ayağı türbesinin bakıçısı ahud sayesinde Buzovnada aynı topluluğa rastladığımda, kendi kendime, Ilhçı Kırklarını Ehl-i Hakk zümrelerine bağlamakla hata edip etmediğimi sorguluyordum. Bugün, aralarında farklılıklar bulunduğuna kendimi ikna olmuş buluyorum.
Benningsen ve Ch. Lemercier-Quelquejaynin daha önce sözünü ettiğim makaleleri, Nahçivanda, Ordubad ili, Nasnus köyü yakınında bir Kırklar (Farsça, Ceheltenan) türbesine dikkat çekmektedir. (“Liex saints et Soufisme au Caucase”, s. 198. yazarlar, yapıyı XIII. Yüzyıla bağlıyorlar ki, bu tarih yeniden bir araştırmaya değer görünüyor.) Aynı yazarlar, Derbendde Kırklara ait bir ziyaretten de söz ediyorlar. Yazarların “Kırklar” üzerine verdikleri açıklamaların da yeniden gözden geçirilmesi, tamamlanması gerekmektedir. (a.y., s. 192)
İslam tasavvufu ile bütünleşmiş olmakla birlikte Kırklar, Islam öncesi geleneklere ve çok eski zamanlara dayanıyor. “Kırk”, bütün dinlerde rastlanan, simgesel bir sayıdır. İslam geleneklerinde, dünyayı kırk veli çekip çevirmededir. Bunlar görünmez oldukları için onlara gaib erenler (gayb erenleri) denmiştir. Kırklar, Orta Asyada, Islamdan önce de vardılar ve o zamanlar işlevleri genç savaşçılara yardımda bulunmaktı. Bu sebeple de, Hind-Iran erkek cemiyetlerine bağlanmaktadır. (Louis Massignon, “Selman Pak et les prémices spirtiuelles de lIslam Iranien”, Opera Minora, I, Beyrut 1963, s. 443-483.)
Fakat Aleviler ve Cehelten ya da Kırklar gibi Hataiye bağlı topluluklar için söz konusu olan Ayin-i Cem, Kırklar Ceminin bir güncelleştirilmesidir:
Mirac yolculuğunda, Peygamber, ezel varlığı ile tanıyamadığı Alinin kendisini karşıladığı Kırklar Cemine varır ve ona nerede bulunduğunu sorar. Ali, “Biz Kırklarız ve kırkımız Biriz” diye yanıt verir ve bunu kanıtlamak için, bıçakla parmağını keser. Bir anda Kırkların hepsinin parmağı kanar. Fakat Peygamber o sırada ancak otuz dokuz kişi olduklarını fark eder ve sorar; “Birimiz sadaka toplamaya gitti” açıklamasıyla yanıtlanır. Ardından yine kanayan bir el belirir. Bu, bac toplamaya gitmiş olan Selman-ı Farisinin elidir. Selman tek bir üzüm tanesiyle dönüp gelmiştir. Peygamber, tek taneden bütün Kırkları esritecek kadar şerbet çikarır. Kendisi de esrir ve semaa kalkar; türbanı çözülür, düşer, kırk parçaya bölünür. Kırkların her biri bir parçayı kuşanır ve bir ateşin çevresinde dönen pervaneler gibi dönmeye başlarlar. Alevi geleneğine göre, Kırklar topluluğuna adını veren ve öte dünyada gerçekleşen bu ilk sema, başlangıç olur.
Bu anlatıda, Pirleri Selman-ı farisi ile beliren meslek loncaları-Anadolu Aleviliği- etkisi (I.Mélikoff, Hadji Bektach, s. 17-19.) ve ayrıca Türklerdeki örneği abdallar olarak beliren gezgin dilenciler, Kalenderi dervişlerin tarikatlarından izler görülmektedir.
Alevi Ayin-i Cemlerine katılanlar, çoşkuyla kendilerinden geçerek “Şah!” diye haykırdıklarında, ‘Şahın bir fani varlık anlamı içerdiği zamanları şimdi ne kadar anımsarlar? Onlar. Çağrılarının, Tanrının mazharı, Şah-ı Merdan (yiğitlerin önderi), manevi Şah için olduğunu düşünmededirler.
Fakat yine de, katılanlar arasından kışkırtıcı sesler gelebiliyor: “Neden Ali?”
Aleviler, bugün yanlız kendi kimliklerinin ne olduğu sorusunu değil; -“Biz kimiz?”, “Bizler Müslüman mıyız?” derken-, aynı zamanda, tanrılaştırdıkları varlığın doğru değerlendirilmesi sorununu da ortaya atmış bulunuyorlar.