"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Geçmişte ve Günümüzde Türkiyede Şah Ismaile Tapma

Bu incelemede, Safevi tarikatının tarihsel gelişimini vermeyi amaçlamıyoruz. Bu konu, aralarında meslektaşım ve arkadaşım Oktay Efendiev ve Fransadan tanınmış Sefavi arştırıcıları olmak üzere, merhum jean Aubin, Merhum Faruk Sümer ve birçok ünlü tarihçi tarafından birçok kez ele alındı.
Burada başlıca, Şeyh Cüneydin, Şeyh Haydarın, özelikle de Şah Ismailin dinsel inançları ile resmi inanış olarak Şiiliği zorladıkları –ve Pers birliğini yeniden kurmada onları başarıya ulaştıran- Türk böylarının etkilerinden söz etmek istiyorum.
Şah Ismailin, daha doğru bir deyişle Hatainin anısı, Türkiyede Alevi-Bektaşi çevrelerde, günümüzde de yaşamakta; adı toplantılarda okunmada, şiirleri törenlerde ve aşık dinletilerinde her vesile ile söylenmektedir. Bu sebeple, Anadolu halkının büyük bir çoğunluğu için, Hatai adının her zaman ağırlıklı bir yeri bulunduğunu anımsatmamız yerinde olacaktır.
Başlangıçta, Tebrizin hakimi Karakoyunlu hükümdar Cahan Şah, Şeyh Cüneydi Erdebilden sürdüğünde böylece ruhani bir tarikatın değişimini hazırlamış olduğunu ve Sünni Islamın sınırları içinden savaşçı ve siyasi bir gücün doğmasına yol açmış olacağını elbette kimse bilemezdi.
Yeni gücün gözü pek atılganlığı, cemaat-dışı inançlarıyla tanınan göçer Türk boylarından kaynaklanmaktaydı. Cüneyd ve yerine geçenler, onların Orta Asya gelenek ve göreneklerine bağlı inançlarından yararlanmayı başardılar. Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Kuzey Suriyeden gelen bu boylar, yeniden-bedenleşmeye (reincarnation) ve Tanrının insan suretinde belirişlerine (manifestasyon) inanıyorlardı. Bu boyların adlarını, birçok kez belirtildiği için burada tekrara gerek duymuyoruz.
Erdebilden çıkarılışından sonra Cüneyd, Ali soyundan geldiğini, “seyyid” olduğunu öne sürerek aşırı-Şii içerikli düşünceler yaymaya başladı. Bu sebeple önce Konyada, ardından Hurufi çevrelerle ilişki kurduğu Ankarayada istenmez ilan edilince, Cahan Şahla savaş durumundaki Akkoyunlu Uzun Hasanca kabul gördüğü Trabzona ve oradan Diyarbekire geçti. Uzun Hasanın kız kardeşi Hatice Begümle evlenerek Diyarbekirde üç yıl sessiz kaldı. Daha sonra Erdebile geri dönmek istedi. Fakat önce, Türkmen taraftarlarının yağma ve gaza beklentilerini karşılamak amacıyla Dağıstan Hıristiyanları üzerine yürümeye karar verdi. Fakat Şirvanşah Halilullah, topraklarından geçmesine karşı çıktı. 1460 yılında bir savaş sırasında Cüneyd öldürüldü. Doğaüstü güçleri bulunduğuna inanan taraftarları başlangıçta onun ölmüş olduğu düşüncesini kabul etmek istemediler; fakat kısa zamanda da henüz çocuk olan oğlu Haydara bağlandılar.
1469da Uzun Hasan, cahan Şahı bozguna uğratarak yeğeni Haydarı Erdebile yerleştirdi ve onu Alemşah olarak tanınan kızı halime Begümle evlendirdi.
Şeyh Haydarın kısa hükümdarlığı zamanındadır ki, dinsel ve siyasi Kızılbaş çizgi belirginleşti.
Savaşçı göçer Türkmenlerin katılışı, bu din tarikatını, inançları cemaat-dışı olmakla birlikte, inanç uğruna savaşılan bir gaziler eylemine dönüştürüldü. Şeyh Haydar taraftarlarına, Tac-ı Haydari adı verilen on iki dilimli kızıl börkleri dolayısıyla, “Kızılbaş”lar dendi. Oluşum böyle başladı.
Taraftarları, Şeyh Haydarın Tanrı olduğunu söylüyor, diz çökerek ona dua ediyorlardı. Uzun Hasan 1478de öldü. Ölümünden sonra Akkoyunlular yönetimi zayıflamaya başladı. Yine on dört yaşındaki oğlu geçti. Haydar taraftarlarının sayısı giderek artıyordu. Çoğu Anadoludan gelmeydi. Yoksul, yalın ayak, atsız ve pusatsızdılar. Haydar, Dağıstana ilk akınından zengin ganimetle döndü.
Şeyh Haydar, 1488de, Şirvanşah Ferruh Yesara karşı üçüncü bir Kafkas seferine çıktı: Babasının öldürüşünün öcünü alma peşindeydi. Fakat o yılın 6 Temmuzunda Tabasaranda öldürüldü; kafası, kesilerek Yakub Beye gönderildi. Safevi Şeyhleri içinde yanlız o Erdebilde aile türbesine gömülü değildir.
Yakub Bey, Safevileri Erdebilden çıkardı ve Haydarın üç oğlu ile kendisinin de kız kardeşi olan Alemşahı Iştar kalesine kapattı; yakubun ölümüne kadar, dört yıldan fazla orada kaldılar.
Haydarın oğullarından en küçüğü, Şah Ismail, 1487de doğmuştu. Yakubun ölümüyle yerine geçen Oğlu Bay Sungur ile Haydarın en büyük oğluSultan Ali, Akkoyunlu Rüstem Bey tarafından öldürüldü ve Safevi oğulları bir kez daha zulme uğradılar. Kısa sürelerle çok hızlı bir kaçıp kovalama döneminden sonra, Gilanda, Lahican Emirinin yanına sığındılar. İsmail burada altı yıldan fazla kaldı; bilgili bir insan, Türkçe ve Farsça şiirler yazan iyi bir şair olmak için gerekli eğitimi aldı. Sağlam bir tasavvuf birikimine rağmen sebatsız bir insandı: Bu da, çocukluk yıllarının çok dalgalı oluşuyla açıklanabilecektir.
Sağlam bir kişiliği vardı; zeki ve yüksek emelleri olan bir insandı. Bunun yanında, bütün irfanına rağmen, kendisini zafere götüren Türkmen boylardan gelen zalim bir zemin de bulunmadaydı.
İslam eğitiminden geliyor olsa da, inançlarında Akkoyunluların kalıntısı, kadım Orta Asya inanış ve uygulayışlarının izlerini koruyordu. Şiirlerinde, yeniden-bedenleşme (Reincarnation) biçimlenmelerin sürekliliği (tenasuh) inançlarının varlığını görüyoruz. Kendisinin Zat-ı Hak. Tanrının zatı; Mazhar-I Hak, Alinin sürekli bedenleşmelerinden biri ve Alinin sırrı olduğunu söylüyordu.
Zaman zaman, eski Türklerin de yaptığı gibi, kendini Tanrıya daha yakınlaşmış bulduğu dağ tepelerine çıkarak dua etmekten hoşlanıyordu. Kendinden geçmek istiyor ve çoşku sağlama amacıyla çeşitli aracılar deniyordu: Bunlar arasında yakut tozu da kullanmıştı.
Şölenleri, eski Türk-Moğol “toy”larını andırıyordu; sazlar çalınıyor, şarkılar söyleniyor ve yaşamının sonuna dek sürdürdüğü alışkanlığı, içki içiliyordu.
Genç Şah, 1499 Eylülünde, nüfuzlu yedi halifesiyle birlikte, Erdebil,e gitmek üzere ahicandan ayrıldı. Her biri, Ercüvandan, Anadolu ve Azarbeycandaki taraftarlara çağrı yolladı ve ertesi ilkbaharda, yedi Kızılbaş boy Erzincanda kendilerine katıldı. İlk hedefi babsının öcünü almaktı ve bu sebeple ordusunu Şirvana yöneltti. 1501 Martının 12sinde, Şirvanşah Ferruh yesar Öldürüldü. İsmail cesedi yaktırdı. Daha sonra açivan yakınında Akkoyunlu beyi Elvandı bozguna uğratarak zaferle tebrize girdi. Kendisine Şahlık tacı giydirildi. Bu sırada on beş yaşındaydı. Anadoludan, Azarbeycandan gelen gözü pek Türk boylarının katkısıyla, başlangıçta barışçı bir sufi tarikatı olan Safevilik, Pers birliğinin yeni kurucusu ve resmi din sufi tarikatı olarak Şiiliğin yayıcısı görünümünü aldı. Şeyh Haydar zamanında ortaya çıkmış bulunan Kızılbaş adlandırılması ise Iranda ortadan kaybolduktan sonra da yaşamını Anadoluda sürdürdü. Kızılbaşlık, On Iki Imama bağlı olunmakla birlikte; yeniden bedenleşmeler (tenasuh), Tanrının insan görünümünde belirişi (tecelli) ve Tanrının tecellisi, mazharı olan Alinin yenidene bedenleşmesi olduğuna inanılan Şah Ismaile tapma gibi, uç çizgiler taşıyan bir Şiilik görünümü sunmadaydı.
Kızılbaş inanış, yanlız Türkmen boylar arasında yayılmakla kalmadı. Loca erleri (Ahiler) ile halk dervişlerinin (Abdallar) tarikatlarına da sızdı. Ahilerin, Gazilerin, Abdalların Kızılbaş eylemine katıldıklarını Hatai, kendisi söylemektedir.
Şahın evladına ikrar edenler
Ahiler, Gaziler, Abdallar oldu
Şiirlerinde, Şah Ismail –ki bu şiirlerle o savaşçılarını çoşturmayı ve yönlendirmeyi amaçlamadaydı-, “Hatai” mahlasınıkullanıyordu. Cüneyde ve Haydara tapan Türkmenler, olağandışı kişiliği yanında, eşsiz yüz güzelliği dolayısıyla, Şah Ismaili tanrılaştırmaya hazırdılar. Ona o kadar inanıyorlardı ki, bağırları açık savaşın ortasına dalıyorlar, korunmayı yanlızca onun adını anmada buluyorlardı.
Şah Ismail, kendisi, gerçekten Tanrılığına inanıyor muydu? coşku dolu şiirlerine bakılırsa ve henüz çok genç olduğunu da anımsarsak, kendisinin, Alinin bir bedenleşmesi olduğuna gerçekten inandığını düşünme eğilimindeyim. Bunu, şiirlerinde de, üzerinde durarak, söylemektedir.
İşte iki örnek:
Allah Allah deyün Gaziler din Şah menem
Karşu gelün secde kılun gaziler din Şah menem
Uçmakta ttüti kuşıyam ağır leşker er-başıyam
Men sufiler yoldaşıyam Gaziler din Şah menem
Ne yerdekersen biterem handa çağırsan yeterem
Sefiler elin dutaram Gaziler din Şah menem
Mansur ile darda idim Halil ile narda idim
Musa ile Turda idim Gaziler din Şah menem
İsraadan berü gelün Navruz idün Şaha gelün
Hey gaziler secde kılun Gaziler din Şah menem
Kırmızı taclu boz atlu ağır leşker heybetlü
Yusuf Peygamber sıfatlu Gaziler din Şah menem
Hataiyem al atluyem sözü şekerden tatluyem
Murtaza Ali zatluyem Gaziler din Şah menem
***
Gül ağaçdan bitdi geldi Şaha yoldaş olmağa
Sırr-ı Şah idi ezelden geldi Şaha yoldaş olmağa
Yüreği dağ olmayınca bağru kanlu lal-tek
Hiç kimin hakkı yokdur kim Kızılbaş olmağa
“Küntü kenzen” sırrı devrinde Muhammed nurıdur
Kırmızı tac ile geldi aleme faş olmağa
Ismi Ismaildur zatı Emir-el-mümünin
Yüzini görgec Havaric razı (dur) taş olmaga
Bu örnekler, genç Şah Ismailin kişiliğini ve kendisine yönelik yüceltici düşüncelerini gösteriyor. Metinler, Hatai şiirlerinin Tourkhan Gandjeinin XV. Yüzyıl yazmalarına dayanarak hazırlandığı tek ciddi yayından alınmıştır. Elimizdeki başka metinler de bulunmakla birlikte çoğu Alevilerce törenlerde söylenegeldiği ve Aşıklarca sürekli okundukları için bunlar güvenilmez yayınlardır. Bu yayınlardaki manzumelerin birçoğu şaire ait olmayabilecektir: içbir şair, Hatai kadar taklit edilmemiştir. Divanın Bakuda basılmış olan Türkçe yayınlarında da manzumelerinin çoğunun elenmesi gerekmektedir. Hatta şiirlerinin tenkitli bir yayına da büyük bir gereksinme vardır. Böyle bir yayın, yanlız XVI. Yüzyıla XVII. Yüzyıl başlangıcına, ek metinler henüz çoğalmadan önceki yazmalara dayanmak zorundadır. Bu yayının Azeri diline yakınlığı olan ve Hatainin şiirleri aruzla yazıldığı için, aruz vezinlerini bilen bir uzmanca yapılması gerekir. Böyle bir çalışmanın Hatainin şiirleriniiyi tanıyan ve gerekli bütün nitelikleri taşıyan meslektaşımız Tourkhan Gandjei tarafından yapılmamış olmasında derin üzüntü duymadayız.
Şah Ismailin, Alinin yeniden-bedenleşmesi olduğuna inancı ve kendisi için beslediği yüksek düşünceler 1514 Çaldıran yenilgisine kadar sürdü. Bu yenilgiden sonraysa, artık aynı adam değildi. O günden sonra, bir daha hiç gülmediğini kendisi söylüyor; 1524te ölümüne kadar. Umutsuzluğunun bir yankısını, muhtemel olarak Çaldırandan hemen sonra yazdığı, bir şiirinde görüyoruz:
Neler geldi gelesidür meded hey
Cihan ehli ölesidür meded hey
……..
Bu bedbaht Adem-oğlundan tamamet
Yedi damu dolasıdur meded hey
Hatai derdine derman bulunmaz
Ya Rab hali nolasıdur meded hey
Şah Ismailin anısı, Türkiyede Bektaşi-Aleviler arasında her zaman canlı durmaktadır. Aynin-i Cem adı verilen törenlerin her tekrarlanışında, o anılmalıdır: Tören, duvazdeh adı verilen, On Iki Imama övgü, üç nefes okunarak başlar ki bu manzumelerin en az biri Hatainin olmalıdır. Tören boyunca, özelikle de en çok ağırlık verilen Tevhid bölümünde onun deyişleri söylenir. Bektaşilerin, Şah Ismailin yaşadığı dönemden önce oluşmuş bir erkanı ve törenlerinin ayrı özellileri olsa da, belirgin bazı çizgiler yine onun zamanında ortaya çıkmış görünmektedir. Bu, Ali adının Tanrı söylemi ile kapalı biçimde iç içe geçtiği Tevhidde açıkça görülür. Katılanlar, Aşıkla birlikte sağa sola sallanarak yakarmadadırlar. Yakarışın, manevi Şah, Şah-ı Merdan, Aliye bir niyaz olduğu açıktır. Fakat Şah Ismailin yaşadığı dönemde bu niyaz, manevi Şahla dünyevi Şah birleştirilerek yapılıyordu. Tören, Şah Ismailden en az bir mersiye akunması adet olan, Kerbela faciasının anılışı ile sona erer. Hatai adı geçtiğinde katılanlar sağ ellerini kalplerine, sonra dudaklarına götürerek çoşku içinde rüküa varırlar.
Şah Ismailin ruhu hep oaradadır ve her törende yaşam bulur. Geçen çağlar anısını silmemıstir ve Hatai adı, ona tapmayı sürdürenlerin yüreğinde, ta derindedir.
Türkiye nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Bektaşi-Alevilerin kemiklerine de kısaca değinmek yararlı olabilecektir: kökenleri, XII., – XIII. Yüzyılın ve hatta XIV. Yüzyılda Anadoluya gelmiş olan göçer Türk boylarına dayanmadadır. Osmanlıların da kökenini oluşturan bu topluluklar, geniş bir alana yayılmışlardır. Iran Azarbeycanından bütün Anadolu ve Trakyaya, Balkanlarda Arnavutluk içlerine kadar onlara rastlanabilmededir.
Bu boyların inançları, eski Orta-Asya gelenek ve göreneklerinin izlerini taşıyan ve Türk ulusların karşılaştıkları, Manicilik, Budacılık, Nesturilik vb. farklı inançlardan gelme öğelerin yer aldığı bir dinler karışımıdır.
Bu boyların çoğu, Kızılbaş eylemin ateşli yandaşlarıydılar. Kızılbaş Şiiliğin etkisi, günümüzde Alevilik adı verilen olguda da görülüyor. Alevi sözcüğü, Kızılbaş sözcüğünün yerini almış bulunmaktadır. Bütün bu topluluklar Şah Ismaile derin saygı duymadaydılar ve bu saygı bugün de korunmadadır. Şah Ismailın süregelen etkisi, törenlerde, özellikle de Ayini Cem içinde ayırt edilebilmektedir.