"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Pir Sultan Abdal Dolayısıyla

Çok zengin, Bektaşi-Alevi edebiyatına bu ilgi, ne bir abartmadır, ne de değerinin üstünde bir övgü. Gerçekte o, Türk halk edebiyatının en geniş dilimini oluşturmadadır. Aynı zamanda, Bektaşiliğin ve özellikle onun bir halk biçimlenişi olan Aleviliğin incelenişinde önde gelen bir kaynaktır. Alevi nefesleri (ilahileri), bütün edimlerin, inançların özünü içermededir. Fakat bütün halk edebiyatları için olduğu gibi, ağızdan ağıza aktarılan bir edebiyat oluşu dolayısıyla, araştırılması zorluklar taşımaktadır. Airlere sonradan yakıştırmalar pek çoktur ve bir eser birden çok kimseye mal edilebilmektedir. Ayrıca nazirelerin sebep olduğu, karmaşıklık problemi de vardır. Uydurma ve yakıştırmaların sayıca çokluğu, ayinlerde ya da yaşamın büyük olaylarında nefesler okuyan ozanlar için bir sorun olmaktadır. Söz konusu yakıştırmaların –güçlüğü çok açık- bir sıralaması gerekse, Pir Sultan adının, Hataiyle birlikte en başta yer aldığı ve onun da Hataiden geri kalmadığı görülecektir. Hatai öne geçebilse de, halk arasında ağır basan, hep ikisidir.
Hatai, etkili ve peşinden sürükleyici bir kişilik olmuş ise, Pir Sultan Abdal da Bektaşi-Alevi şairlerin en sevileni, en çok dinleneni olmuştur, o yanlızca, şiirleri kolayca ayırt edilebilen kalıcı vasfıyla belirgin ve tanınmış büyük bir şair değil, yaşamı söylencelerle çevrili ve baş kaldırışı dolayısıyla renkli, yüksek bir kişiliktir de.
Şiirlerinin sürekli olarak ve düzenli, yeni basımları yapılıyor olasa da, bunlar arasında merhum Abdülbaki Gölpınarlı ve merhum Pertev N. Boratavın tenkitli yayınlarına ayrı bir yer vermek gerekir. Buna Ibrahim Arslanoğlunun yayımladığı Pir Sultan Abdalı da (Istanbul 1984) ekleyebiliriz. Bu yazara, hatainin şiirlerinin tenkitli bir yayının da borçlu bulunuyoruz: Şah Ismail Hatai ve Anadolu Hataileri (Istanbul 1992). Böyle bir yayının eksikliği uzun süredir duyuluyordu.
Bu sınırli yazıda Pir Sultanın bütün yayınlarını anmamıza imkan yoktur. Sayıları epeycedir ve çoğu hiçbir tenkitli basım kaygısı duyulmadan yapılmış yayınlardır. Söz etmeden geçemiyeceğim üçünü anmakla yetiniyorum:
Her zaman için kaynak, önde gelen ve vazgeçilmez bir yayın olarak A. Gölpınarlı ve Petev N. Boratavın büyük incelemeleri, Pir Sultan Abdal (Ankara 1943). Bir de Cahit Öztellinin kusursuz yayını: Pir Sultan Abdal-Bütün Şiirleri (1971, Milliyet yayınları). Yazar, bu çalışmasını çok zengin, kişisel cönk koleksiyonuna dayamaktadır. Cönk, her aşıkın elinin altında bulunduğu ve söylediği şiirlerin yer aldığı, bir antoloji niteliğinde, kişisel derlemelere denir. Öztellinin yayınında, yazarın, söz konusu özel koleksiyonundan yaralanılmıştır ve hiç yayınlanmamış çok sayıda şiir yer almadadır. Ancak, tenkitli bir basım dağildir. İbrahim Arslanoğlu ise, tenkitli bir yayın oluşturmaya çalışmıştır.
Eserinin bazı yayınlarını gözden geçirdikten sonra; Pir Sultan Abdal üzerine bir incelemenin –hatta söz konusu, küçük bir makale bile olsa-; şairin söylenceli yaşamına ayrılmaz biçimde bağlı olan başkaldırısı üzerine bir bölüm ve en son, üstlendiği sürükleyici “rol”le söylencesinin oluşumu üzerine bir deneme içermesi gerektiğini ekleyelim.
Yaşamı pek çok kez ele alınmış ve bunlarda eserine dayanılmıştır. Başkaldırısı üzerineyse, resmi tarihlerde de, arşiv belgelerinde de, hiçbir yankıya rastlanmamaktadır. Bu kaynaklarda yanlız mühim ayaklanmalara yer vardır ve küçük olayların bunlara herhangi bir yansıması söz konusu değildir. Eğer, Pir Sultan Abdalın başkaldırısı şiirinde yer almamış olsaydı unutulup gidecekti. Başkaldırısı, bir söylence ışığının çevrelediği şiirleri dolaysıyla bilinmektedir. Buna karşılık, birçokları ve daha mühim olanları uzmanlarca bile ele alınmadan tarihin bir köşesine atılırken, onun başkaldırısı, Alevi-Bektaşilerin anılarında, her zaman canlı durmadadır.
Pir Sultan Abdal, gerçek adıyla Haydar, Sivasa bağlı Banaz Köyündendi. Bektaşi bir dervişler topluluğunun ulularındandı. Sosyal ve dinsel nitelikli bir ayaklanmanın başında yer aldı. Bu ayaklanma Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) ile Şah Ismailin yerine geçen oğlu, -şiirlerinde Pir Sultanın da kendisine göndermeler yaptığı- Şah Tahmaspın (1524-1576) hükümdarlıkları yıllarında olmuştu.
Pir Sultan Abdalın müridleri arasında, Sivas ve Hafik arasında yer alan Sofular köyünden, Hızır adlı bir dervişi vardı. Hızır, talihinin peşinde Istanbula gitti ve orada yıldızı parladı, paşa ve sonra beylerbeyi (genel vali) oldu.
Söylencelere göre paşa ve vezir olacağını ve gelip kendisini astıracağını Pir Sultan kendisine önceden söylemişti. Söylediği gibi, kendisi bir ayaklanmanın başında yer aldığında eski müridi de Paşa olarak ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Pir Sultan, Sivasta Toprakkaleye kapatıldı ve ölüm cezasına çaptırıldı.
Yine söylenceye göre, Hızır Paşa, içinde “Şah” sözcüğü geçmeyen üç nefes okumasını isteyerek yaşamını bağışlamayı denedi. Pir Sultan sazını getirtti ve Şahı öven üç nefes okudu.
Şah Ismaile I. Selim arasındaki savaşın yeni alt üst ettiği bir dönemde, menvi Şah ölümlü Şahla çoğu kez istenerek karıştırılıyor olsa da, andığı, Irandaki Şah değil, manevi Şah, Şah-ı Merdan, yani doğrudan Ali idi.
Pir Sultan Abdal, Sivasta asıldı ve Hızır Paşa adı lanetlendi.
Hızır adını taşıyan pek çok devlet adamı bulunmaktadır. Bununla birlikte, 1551-52 ve 1567 yılları arasında görevde bulunmuş birinin söz konusu olduğunu düşünebiliriz. Bir Hızır Paşa, 1560-1567 yılları arasında Beylerbeyi ve Bağdat valisi olarak bulunmuştu. Ayaklanmayla ilgili olaylar, Pir Sultanın yakalanışı ve asılışı, bu tarihler arasında, Paşanın Bağdat yolu üzerindeki Sivastan geçişi sırasında olmalıdır.
Asılmasına sebep olan ve Aliyi öven üç nefes hep okuna gelmiştir.
İlkin şu nefes dinlenmiş olacaktır:
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şaha gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şaha gidelim
(Hızır paşa bizi asmadan, açılın kapılar Şaha gidelim; ceza günlerimiz gelip çatmadan, kapılar, açılın Şaha gidelim.)
sonra da tutanağı hazırlayan görevliye dönerek şu deyişi okumuş olmalıdır:
kul olayım kalem tutan ellere
katip ahvalimi Şaha böyle yaz
……
Allahı seversen katip böyle yaz
Dün ü gün ol Şaha eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Açılın kapılar Şaha gidelim
Büyük Aşık Feyzullah Çınarın da başarılı okumalarından biri olan, şu üçüncü ile de söz tamamlanacaktır.
Karşida görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ela gözlü Pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şaha giderim
Pir Sultan Abdalım dünya durulmaz
Gitti giden ömür, geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şaha giderim
Bununla birlikte, bu nefeslerin yanlızca manevi Şaha bir gönderme olduğu kesin değildir. Bazıları Iran Şahı Tahmaspa da çağrı olabilecektir. Kimi mısralar şairin Irana gittiğini kanıtlıyor gibidir:
Yürüyüş eyledi Urum üstüne
Ali nesli güzel İmam torunu
Koca Haydar, Şahı Cihan torunu
Ali nesli güzel İmam geliyor.
(Bak.: Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, Istanbul 1971, s. 131-150).
Söylence, Pir Sultandan alınarak başkaldırı güncelleştirilmede, bundan dolayı, olayın, sebepleri içinde çözümlenmesi güçlenmektedir. Pir Sultan bir halk kahramanı yapılmada ve ayaklanması sosyal baskı kurbanlarının ve halkın hukukuna savunulduğu bir eylem dönüşmededir. Şiirleri sevilerek okunmada ve çoğu kez, halk şiirinin sözlü bir gelenek oluşu dolaysıyla, koşullara göre kolayca değişmelere uğramaktadır.
Pir Sultan Abdalın, araya yetimlerin ve mazlumların hakkı sorulan mısralar katılarak muhalif genç kuşağın toplu söylemine dönüştürülmüş bir başkaldırı şiiri bulunmaktadır ki, A. Gölpınarlı ve P.N. Borotavın tenkitli yayınlarına göre, (Krş. A. Gölpınarlı-Pertev N. Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara 1943, s. 64-65). metin şöyledir:
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyinin kanın alalım
Tevekkültü tealallah
…..
Açalım kızıl sancağı
Geçsin Yezidlerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevkkeltü tealallah
Mervan soyunu vuralım
Hüseyinin kanın soralım
Padişahın öldürelim
Tevekkültü tealallah
Pir Sultanım geldim çuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkültü tealallah
Asıl metin, gerçekte, herhangi bir sosyal istek bulunmamaktadır. Her zaman safevilerin yanında yer almış olan Kızılbaşların kızıl sancaklarına gönderme vardır. Şiir, özellikle Hüseyinin öcünü almaya ve onun düşmanları, Kerbela faciasının sorumluları, halife Mervan ve Yezide düşmanlığa bir çağrıdır; başka bir deyişle, Şiirlerin teberra ve tevella şiirlerinden biridir: Hüseyin düşmanlarına nefret ve Ehl-i Beyte muhabbet. Son dörtlükten bir öncekinde yer alan öldürme çağrısı, Hüseyni öldürenlere karşı bir çağrı olarak alınabilir; fakat aynı zamanda Osmanlı hükümdarına da. Her halde, Pir Sultan burada bir ayaklanmacı olarak iyice belirmededir. İmgesini değiştirerek, söylence onu, mazlumların savunucusu, örnek bir kahramana dönüştürür.
Şiirsellik açısından Pir Sultanın eseri, doğa bitimlemeleri ve görünümlerin zenginliği ile erişilme örnekler içermededir. Betimlemeler kimi zaman savaşçı bir solukla canlanır; fakat daha çok mistiktir. Bu yönüyle de eşsiz güzelliktedirler: Onlarda, şairin doğasında gelen mistik bir derinlik bulunmaktadır. Mistik kavrayışı dile getirmede bitkiler ve hayvanlar dünyasından alınan simgelerden yararlanılmaktadır.
İşte çok tanınan bir şiiri. Şiir anlayışının ayrıca çizgilerinden biri olan kapalı bir anlatımla, şair “sülük”ü anlatmaktadır. (Bak.: Iréne Mélikoff, Hadji Bektach un mythe et ses avatars, s. 230-234).
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses banladık
Sürüye saydılar bizi
Sürülüb kasaba gittik
Kanarayı meskan ettik
Didar defterine yettik
Şükür hoş gördüler bizi
Halimizi hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Hak divanına dizildik
Pir defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultanım Haydar şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Aliye saydılar bizi.
(“Gaflet uykusundan uyandırdılar, bizi diriler arasına koydular (Sufilerin “ölmeden önce ölmek”, “sülükde dirilmek için dünyada candan geçmek” söylemine gönderme). Söz banlayan koyun olduk, sürüye aldılar. Kendimizi yola bıraktık; kesilmeye boyun eğdik, Seçkinler defterine geçtik, ölmüşlerden saydılar. Halimizi düzene soktuk, Yolu bulduk, herçiçekten bal aldık, bizi arıdan saydılar. Aşk ve biliş defterine geçtik, Yol-göstericinin karşısında sıralandık, bal olduk, şerbet kılındık, içkiden saydılar. Pir Sultanım; Haydarım şu dünyada. Pek çok keremet var insanda. Bu sebepledir ki bu dünyada ve o dünyada, bizi Aliye laik buldular.”)
Kerbela olayının anısı, Bektaşi-Alevilerin belleğinde hep yaşamaktadır: her törende anılır. Hüseyinin ölümü, yığınlara çoşku ve heyecan getirir.
Bununla birlikte, simgeleştirmenin hep hazır bulunduğu halk çevrelerinde, olgular sürekli güncelleştirilmededir: Hüseyin, her koşula göre yenidene yaşam bulur. Kerbela, zulmün, baskının, Alevilerin kurban verdikleri kıyımların ve Hüseyin, dökülen kanının öcü alınması gereken şehit kahramanın simgesi olur:
Tanrıların gücü zamanla zayıflar ve artıkkendilerine tapmanın gerektirdiği yükseklikte bulunmayabilirler. İnsan türünün yaşamına uzak ve yabancı en yüksek gök-Tanrı Uranus da yerini, insan gereksimlerine daha yakın duran güneş-Tanrıya bırakmıştır. Daha sonrada gök-Tanrşerek insan suretine bürünür ve Bektaşi-Alevilerin yakarışlarında anıp geldikleri Şah-ı Merdan, yani Ali belirginleşir. Bununla birlikte bu anmalarda ilk yeri, her zaman gözyaşlarının kaynağı Hüseyin almadadır. Hüseyin, acı çeken insanlığın simgesi, ezeli mazlumdur.
Son on yıllarda genç Aleviler, bilgisizliğin