"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hacı Bektaşın Ölümü

Ölüm döşeğinde Veli son isteklerini, seçkin müridi Saru Ismaile söyler ve Kadıncıkın oğlu Hızır Lalenin, manevi yol gösterici olarak, yerini almasını ister.
Kadıncık, Fatıma Ana olmuştur. O aynı zamanda, Erenler Anası, “Dervişlerin annesi” sayılmadadır. (a.g.e., s. 90-91.) Gernçliğinde Kutlu Melek diye anılan Kadıncık, bir topluluğun manevi annesi olmuş, Ana unvanını ve kutsallaştırıcı Müslüman bir ad olarak da Fatıma adını almıştır.
Vilayetnamenin söylenceli anlatışı ile tarihçi Aşıkpaşazadenin anlattıkları arasında ortak noktalar vardır: Hacı Bektaş, manevi güçlerini tarihçinin Hatun Ana, geleneğin Kadıncık Ana dediği, Bacıyan-ı Rumdan bir kadına bırakmıştır. Kadıncık Ana, bir dervişler topluluğunun manevi annesi olmuştur. Velinin türbesini yaptıran ve müridi Abdal Musa ile birlikte ilk Bektaşiler tarikatını kuran da odur.
Ömer Lütfi Barkan tarafından incelemeden geçirilen arşiv belgelerinin tanıklığı, zaviye ya da tekke “şeyh”i kadınların varlığını doğrulamaktadır. Bu kadınlara Bacı ya da Ana denmedeydi. Arşivlerde Hacı Ana ya da Hacı Bacı unvanı ile de karşılaşıyor. Bir de Ahi Anaya rastlanmaktadır.
Bu kadınların, tıpkı Hatun Ananın müridi Abdal Musanın durumu için olduğu gibi, erkek müridleri de bulunmadaydı.
Arşiv belgeleriyle de doğrulanan bu tanıklıklar, kadının yüksek bir sosyal konumda bulunduğunu ve ona saygı duyduğunu bize gösteriyor. Buna rağmen, XVI. Yüzyıldan sonra, Türkmen kadını bu ağırlığını koruyamamış görünmektedir.
Burada, bilgili araştırmaları bulunan bir yazara, öbürleri arasında Fatıma Bacı ve Bacıyan-ı Rum adlı bir kitapçığın da yazarı olan Mikail Bayrama bir paragraf ayırmam gerekiyor. (Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları teşkilatı), Konya 1994).
Mikail Bayram, dikkat gerektiren bir konuyu elindeki geniş belgelere dayandırmadığı için hataya düşmüştür. Vilayetnamenin başlangıcında yer alan ve Sivrihisarlı bir Seyyidin kızı olan Fatma Bacıyı, Çepni boyundan, “Kadıncık” diye anılan Kutlu Melekle karıştırarak, yazar, dönemi içinde olağanüstü uzun yaşamış ve en azında üç kez evlenmiş, gerçek-dışı bir kadın ortaya koymuş bulunuyor: Kocalarından birisi de Hacı Bektaşın yakın yoldaşı ve çağdaşı olan Gülşehirli (bugünkü Kırşehir) Ahi Evren olacaktır. Ahi çevrelerinde tanılan biri olan bu şahsın, (Fr. Taeschner, “Gülschehris Mesnevi Auf Achi Evran den Heiligen von Kırschehir und Patron der Türkischen Zünfte”, Abhandlungen für die Kunde des Morgenlandes, XXXI, 3, Wiesbaden 1955.) Fatma adlı bir eşi olmuş olabilir. Fakat hiçbir bilgi, Vilayetnamenin Kadıncıkı ile arasında bir bağlantı kurmaya yetmemektedir.
Abdülbaki Gölpınarlı, bu iki kadının birbiriyle karıştırılabileceğini sezmiş görünüyor: Vilayetnamenin yayınına koymuş bulunduğu adlar dizininde, Fatma Bacıyı Fatıma Anadan (Kadıncıktan) öbür adı ile Kutlu Melekten ayırmaktadır. (Vilayetname, Indeks, Fatıma Ana (Kadıncık) ve Fatma Bacı adları.)
Kutlu Melek, Çepni boyundandı. Bu boy ve çok sayıda alt kolları, Karadenizi çevreleyen ve Sivasın kuzeyinde yer alan bölgelerde (Çorum-Amasya-Zile-Tokat) geniş bir alana yayılmış bulunuyordu. (Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler)- Tarihleri, boy teşkilatı-destanlar, Istanbul 1992 (4. basım), s. 241-248, 317.) Çepni boyları, cemaat-dışı (hétérodoxe) inançları ve Şiiliğe yakın oluşları ile tanınıyorlardı. Uzun Hasan zamanında, Safevilerin yanında yer almadan önce, daha çok Akkoyunluların buyruğundaydılar. Daha sonra Çepniler, Safevilere destek veren ve onları başarıya götüren boylar arasında yer aldılar. (Aynı Yazar, Safevi Devletinin kuruluşu ve gelişmesinde Anadolu Türklerinin rolü, Ankara 1992 (TTK), s. 50, 66, 80, 82, 104, 194.)
XIV. ve XV. Yüzyıllarda, Küçük Asyada kadın loncalarının varlığı gerek belgelerle, gerek kaynakların tanıklığı ile yeterince kanıtlanmış bulunmaktadır. Bu loncalar daha sonraki yüzyıllarda niçin ortadan kayboldu?
Osmanlı Imparatorluğunun siyası yapısı, gözle görülebilen bir gelişme içindeydi ve önceki yüzyılların sosyal kurumlarına artık, onda yer alamazdı. Fatihlerin karamanlık dönemi tamamlandıktan ve Yeniçeri Ocakları gibi asker ocaklarının kurulmasından sonra, Gazilerin loncalarına gerek kalmamıştı.
Ahiler içinde söz konusu olduğu gibi, dağılmalar döneminde ve özellikle Moğol akınlarını izleyen dönemde Selçuk yönetiminin çöküş yıllarında loncaların, merkez gücün yerini tutabilecek bir ağırlığı vardı. Böyle olduğu içindir ki, bir ahi sülale; XIV. Yüzyılda (1360/61de) I. Murad kenti ele geçirene kadar Ankarayı yönetebilmişti. (Fr. Taeschner, E.I., 1960, “Akhi” maddesi; I. Mélikoff, “Un document Akhi du XIII e siécle”, Itinéraire dOrient-Hommage á Claude Cahen, Res Orientales, VI, 1994, s. 263-270.)
Ahilerin manevi gücü ve bir üst güce bağlı olmama istekleri sonunda istenmez olunca, onlar da yavaş yavaş siyaset sahnesinde çekildiler. Bir ara, tıpkı Abdalların ve Gazilerin loncalarından arta kalanlar gibi, Safevilere katılmayı denediler. Hatainin şu mısralarında bunun bir kanıtını buluyoruz:
Şahun evladına ikrar edenler
Ahiler, Gaziler, Abdallar oldu
(Tourkhan Gandjei, Il canzoniere di Sah Ismail-Hatai, Napoli 1959, s. 15 (On üçüncü manzume).
Sonunda Ahiler de, Abdallar gibi, Bektaşiler tarikatına sığındılar. Abdallar, Osmanlıların desten ve ayrıcalıklar vererek Bektaşi tarikatı yoluyla yönlendirmeye çalıştıkları dervişlerin düzene karşı eylemlerine katıldılar. Yavaş yavaş, bütün cemaat-dışı kımıldanmalar, din konusunda kural-dışılığın (non-conformismein) merkezi durumuna gelen bu tarikatta kendilerine barınak buldular.
Ahiler ve Abdallarla birlikte, tıpkı Ahiler gibi, bazı mistik tarikat biçimleri ile sosyal kurumlar arasında bir kaynaşmayı temsil eden Bacıyan-ı Rum da ortadan çekildi.
Kadın, Bektaşi tarikatı içinde, kimliğini ve karışılmazlığını koruyabildi. Kadınların bu tarikat içinde mühim bir yeri oldu: Erkeklerin yanında toplantılara katılıyor, toplulukla ilgili kararlarda söz alabiliyorlardı. Aşık, ozan kadınlar da vardı ve törenlerde On Iki hizmetin belirlenişinde de söz sahibi idiler.
Kadın, Bektaşilerde, bir yoldaş, bir kardeştir. Bacı adı ile anıldığı topluluk içinde de bu yeri korumadadır.
Gerçekte “Bacı”, Bektaşi ya da Alevilerde kadınlara verilen bir unvandır. Onlar sosyal isteklerde de savaşçılıklarını kanıtladılar ve genel olarak hiçbir zaman, gölgeye çekilmediler.