"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Bacıyan-ı Rumdan Biri: Kadıncık Ana Üzerine Araştırma

Eski Türktopluluklarında Türkmen kadının ağırlıklı bir yeri vardı. Bu, köken bakımından göçer topluluklarda kadının, haremlerin rahat ve kapalı yaşamında bir köşeye çekilmiş, işsiz ve güçsüz kadınlarıyla hiçbir benzerliği yoktur. Göçer kadın, ata binmeyi, erkek av ya da talan için gittiğinde obaya göz kulak olmayı bilmek zorundaydı; sürüye dadanan yaban hayvanına karşı savunmayı, gerektiğinde saldırganlara saldırmayı da bilmesi gerekiyordu. Böylece o, savaşan bir amazon oluyordu.
Kadının, Ortaçağ destan edebiyatındaki görünümü de bu savaşçı amazon çevresiyledir: destanlarda ve kahramanlık manzumelerinde –kadın kahraman Efromiyanın, eşi Artuhi ve Melik Danişmend ile yan yana bir kafir ordusuna saldırdığı Melik Danişmendin Kahramanlık Destanında da görüldüğü gibi (Iréne Mélikoff. La Geste de Melik Danichmend (Etude cririque de Danişmendname), 2 cilt, Paris 1960 (Bibl. Archéologgique de lInstitut français dIstanbul, X-XI). kadın kahraman tam bir savaşçıdır.
Bu, Dede Korkut Kitabından da böyledir. Kann Turalının evlenişinin hikayesinde güzel Selcen Hatun, dövüşte yenik düşen eşini, düşmanının kafasını keserek kurtarır ve Kann Turalıyı atının sağrısına bindirir. Fakat eşinin üstünlüğü Kann Turalının ağrına gider. Iki genç birbirlerinin olmak için güreşir, yarışırlar. (Muharrem Engin, Dede Korkut Kitabı, I, Ankara 1958 (TDK), s. 184-188; aynı yazar, Dede Korkut Kitabı, metin-sözlük, Ankara 1964 (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü), s. 68-80.
Şimdi de destan edebiyatının, Küçük Asyaya özgü meslek loncaları ve özellikle Ahi loncaları içinde gelişen bir başka biçimlenişine bakalım. Anadoludaki gezisi süresince ahilerin konuğu olan Faslı gezgin Ibn Battuta, bu insanların sazla, sema ile ve yiğitlik öykülerinin anlatılarıyla kendilerinden geçtikleri toplantılardan söz etmektedir. (Ibn Battuta, “Voyages et périples”. Voyageurs arabes, Paul Charles-Dominiquesin sunuşuyla, Paris 1995 (Bibl. De Pleiade), s. 635-669. Destan edebiyatı, gerçekte, meslek loncalarının ruhunu oluşturan yiğitlik emelini yaymanın aracıydı. Kahraman, bu emelin bir bedenleşmesi oluyordu. (Fr.Taeschner, “Der Anteil des sufismus an der Formung des Futuwwaideals”, Der Islam, XXVI, Berlin-Leibzig 1937, s. 43-74.) Bu loncalarda özellikle yükseltilen kahramanlar vardı. En başta geleni de, şüphesiz, söylenceleri Destansı bir öykü biçiminde günümüze kadar ulaşmış buluna Abu Müslimdi. Tarihsel kökeniyle öykü, Mervli Ahilerin çevresinde ve Horasan yörelerinde geçmektedir: Ali taraftarlarının savaşını zafere götürecek olan lonca, Mervli Ahilerin tekkesinde oluşur. Bir halk cengavari olan Ebu Müslim, kırk Ahi ile onların başkanı Demirci Ahi Hurdek tarafından desteklenmektedir. (Iréne Mélikoff, Abu Müslim, le “Porte-hache” du Khorassan dans la tradition épique turco-Iranniennne, Paris 1962.)
Ahilerin toplantılarına katılanlar arasında kadınlar da vardır ve Mervin zorba yöneticisine karşı savaşta olanlar da yer alırlar. Bunlar, özellikle, -sosyal kavgada ağırlılı bir yeri bulunan Sitti Tekülbaz gibi-, Ebu Müslimin yanında yer alan şarkıcı ve oyuncu kadınlar, sosyal bir yasakla yasaklanmış işler yapan kadınlar. (a.g.e., s. 106-108; aynı yazar, “Abu Müslim, Patron des Akhis”, De lépopé au mythe-Itinéraire turcologique, Istanbul 1995 (Isis), s. 35-40.)
Ebu Müslim Destanı, Gazneli Mahmud çevresinden bir öykü-yazıcı, Ebu Tahiri Tusi tarafından kaleme alınmış bir temele dayanmıyor olmakla birlikte, ulaştığımız en eski metin, Candaroğulları ailesinden, “Kötürüm Bayezid” adıyla tanınan Emir Celaleddin Bayezidin beğliği yıllarında, XVI. yüzyılda Kastamonuda yaşamış olan Hacı Şadi adlı bir yazara aittir.
Acımasız bir zorba olarak anılan Celaleddin Bayezidin beğliği 1360-1385 yılları arasındadır. Onun adına, Şadi, 1362de Dastan-ı Maktel-i Hüseyini (Hüseyinin öldürülüşünün manzum öyküsü), daha sonra da Ebu Müslim Destanını kaleme aldı. Ebu Müslim Destanının Maktelden sonra yazıldığını düşünmemizin sebebi vardır: Maktelde yazar Şadi-i Meddah olarak göründüğü halde, Ebu Müslüm Destanında Hacı Şadi adı geçmektedir. (Aynı yazar, “Le drama de Kerbela dans la littérature turque”, De lépopé au mythe, s. 41-45.)
Bu destan ilk Safeviler döneminde yeniden ilgi uyanır. Türkiyede ve Avrupa kitaplıklarında, XVI. yüzyıl el yazmalarında eserin, Türkçe ve Farsça birçok nüshası bulunmaktadır. Paris Biblothéque Nationalede de birkaç nüshaya rastlıyoruz. (Aynı yazar, Abu Müslüm, le “Porte-Hache” du Khorassan, s. 71-83.)
XV. yüzyıl Osmanlı tarihçesi, Aşıkpaşazade, o dönemde Küçük-Asyada dört iş-kolundan söz ediyor: Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum (Aşıkpaşazade, Tevarih-i Ali Osman, Ali yayını, Istanbul 1332, s. 204-205; aynı eser, Osmanlı Tarihleri, I, Istanbul 1949, s. 237 (Çiftçioğlu N. Atsız yayını). Bu iş kolları, savaşçı Gaziler sınıfını, zanaat sınıfı Ahileri, dervişlöer sınıfı Abdalları ve bir de kadın lonca, Bacılar sınıfını kapsamaktadır.
Tarihçi Bacıyan-ı Rum arasından, Hacı Bektaşın manevi kızı dediği Hatun Ananın adını veriyor. Münzevi ermiş, manevi güçlerini ona bırakmıştır. Velinin ölümünden sonra, türbesini yaptıran ve müridi Abdal Musanın katkısı ile Bektaşi tarikatını kuran da odur. (Aşıkpaşazade, Ali yayını, s. 205; Atsız yayını, s. 238.)
Ömer Lütfi Barkan, fetihler döneminde kolonileştirici etkileri ve onların zaviyeleri üzerine ünlü yazısında, (Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Imparatorluğunda bir iskan ve kolonizasyon metodu olarak Vakıflar ve temlikler I: Istila devirlerinin kolonizatör Türk dervişleri ve zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, V (1942), s. 279-386.) Bacı ya da unvanları ile zaviye yöneticisi birçok kadın adı sayıyor: Bu adlar arşiv belgelelerinde geçmektedir. (Ö.L. Barkan, aynı yer, s. 302-303, 323. Yazar, 63, 74, 32, 85 ve 43 numaralı arşiv belgelerini işaret ediyor. Madam Iréne Beldiceanu, belge numaralarının eskiliğine dikkat çekmededir. Ayrıca bak.: Iréne Mélikoff, “Un ordre de derviches colonisateurs: les Bektachis. Leur role social et leurs rapports avec les premiers Ottomans”, Mémorial Ömer Lütfi Barkan, Paris 1980 (Bibl. De lInst. Français dEtudes anatoliennes dIstanbul, XXVIII, s. 149-157.) Yazar şu adları veriyor: Kız Bacı, Ahi Ana, Sagrı Hatun ve Sagrı Hatun Zaviyesi, Hacı Fatma, Hacı Bacı, Hundi Hacı Hatun, Süme Bacı. Arşiv belgelerinde yer alan ve Ömer Lütfi Barkanın adlarını andığı bütün bu kadınlar, Tekke ya da Zaviye yöneticileri, kadın tekkelerinin “şeyh”leri idiler.
Bundan, Osmanlı Imparatorluğunun ilk yüzyılları boyunca, kadınların büyük sosyal ağırlıkları olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Arşivlerin tanıklığı, tarihçi Aşıkpaşazadenın söylediklerini doğrulamaktadır.
Sözü edilen Bacıyan-ı Rumdan Aşıkpaşazadenin Hatun Ana diyerek andığı ve Hacı Bektaş Vilayetnamesinde önce Kadıncık, daha sonra da Kadıncık Ana olarak anılan birini biraz daha yakından incelemeye alacağım.
Bu Kadıncık Ana, Hacı Bektaşın manevi mirasçısı olan ve Abdal Musa ile birlikte ilk Bektaşi tarikatını kurmuş bulunan, Aşıkpaşazadenin Hatun Anası ile aynı kimse olacaktır.
Tarihçinin bu tanıklığından sonra, Velinin Vilayetnamesinin (Hagiographie) onunla ilgili verdiği bilgileri gözden geçirelim.
Vilayetnamede, iki kadın görüntüsünün birbiriyle karıştırılması gerekmektedir.
Anlatının başlangıcında, Hacı Bektaş, bir güvercin donunda gidip konacağı diyarı Ruma kendisini ulaştıran yolculuğunu çıkışında, Rum ülkesinin dervişlerine (Rum Erenlerine), görünmeye alemlerden (mana aleminden) kardeşlik selamı gönderir. Bunların sayıları elli yedi bindir ve Gözcüleri Karaca Ahmeddir. Selamı yanlızca bir kadın, Fatma Bacı alır. Fatma Bacı, Karaca Ahmedin mürşidi olan, Sivrihisarlı Seyyid Nureddinin kızıdır. O sırada, dervişlerin aşını hazırlamaktadır. Yerinden doğrulur, elini göğsü üzerine koyarak, üç kez rükü eder. Dervişler kimi selamladığını sorarlar; mana aleminden, bir Horasan Dervişinin Selamını aldığını söyler. (Abdülbaki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, “Vilayet-Name”, Istanbul 1958, s. 18.) Öncelik haklarını korumak üzere dervişler, Türkistanın doksandokuz bin Velisinin Piri Ahmed Yesevinin gönderdiği bu ermişin gelişini önlemeye karar verirler. (Vilayetname, sayıları doksan dokuz bin olan Türkistan erenleri ile yetmiş yedi bin Horasan Erenlerinin ve elli yedi bin Rum Erenlerini birbirinden ayırmadadır. Krş. A. Gölpınar, Vilayet-Name, s. 5, 14, 18-19; ayrıca bak.: I. Mélikoff, “Les origens Centre-Asiatique du Soufisme anatolien”, Sur les Traces du Soufisme Turc-Recheches sur lIslam populaire en anatolie en Anatolie, Istanbul 1992 (Isis), s. 151-161.)
Bu Fatma Kadını, Vilayetnamenin başlıca kişilerinden biri olan bir başka kadın çehresi, Kadıncık ile karıştırmamalıdır. Bu ikincinin adı kutlu Melektir ve Çepni boyundandır. Çepni boyu ileri gelenlerinden Yunus Mukrinin oğlu Idrisin karısıdır. Yunus Mukri, Solucakarahöyük yöresine yerleşmek için obasından ayrılmıştı. Hacı Bektaş geldiğinde henüz yeni ölmüş ve dört oğul bırakmıştı. İyi yetişmiş bir insan olan Idris, bunlardan biriydi. Kadıncık, bir kerameti dolayısıyla, yeni gelenin ermiş olduğunu anladı. Kocasına durumu bildirdi ve onun, köyün yedi hanesinden biri olan evlerinde konuk kalmasına karar verdiler. Fakat Idrisin kardeşi Saru bu konuktan hoşlanmamıştı: Kadıncıkla Velinin ilişkileri üzerine karalamalar yaparak ondan kurtulmak istedi. İdris bu dedikodulara kanmadı. Kısa zaman sonra, bir olay, Hacı Bektaşın “mücerred”, tek yaşayan bir münzevi olduğunu Saruya ve köyün öbür insanlarına gösterdi. (Vilayet-Name, s. 21, 26-29, 31.)
Vilayetname, Kadıncıkın, babasından mal mülk kalmış, zengin bir kadın olduğunu söylüyor. Fakat o elindeki her şeyi dervişlere yardım için harcamış ve kısa zamanda üzerindeki giysisinden başka bir şeyi kalmamıştı. Bir gün Hacı Bektaş ondan, Horasandan gelen bazı Kalenderleri ağırlamasını istedi. Kadıncık, artık hiçbir şeyi bulunamadığından onlara yiyecek alabilmek için sırtındaki giyeceğini verdi ve soyunukluğunu gizlemek için ekmek fırınının içine girdi. Bununla birlikte Hacı Bektaşın kerameti ona bir yüklük dolduracak kadar giysi sağlamış ve konuklara “Hoş geldin!” demeye çıkabilmiştir. (a.g.e., s. 64-65.)
Kadıncık bir gün Hacı Bektaşın abdest aldığı sudan içer. Velinin burnu kanamış ve suya birkaç damla damlamıştır. Kadıncık bundan hamile kalır ve iki erkek çocuğu dünyaya getirir: Habib ve Hızır Lale.
Bu olanağ-dışı doğumların öyküsü Aleviler ve Bektaşiler arasında ayrılığa sebep olmuştur. Aleviler döl ile gelen soya, “bel evladı”na inanıyorlar ve bu soy Çelebi adıyla anılıyor. Hacıbektaş köyünde bir Çelebi sürekli bulunmadadır. Bektaşiler bu soy bağını benimsemiyor ve nefes evladı denen manevi sülük bağını kabul ediyorlar.
Aşıkpaşazadeye göre, Hatun Ana, Hacı Bektaşın manevi kızıydı. Tarihçi onun Bacıyan-ı Rumdan olduğunu da belirtiyor. Vilayetname ise, Kadıncıkın oğullarının kerametle doğduğunu kabul ederken, Hacı Bektaşın mücerred, tek yaşayan bir münzevi olduğunda ısrar ediyor. (Hacı Bektaşın “mücerred”liği, bekar ve tek yaşadığı, Vilayet-Namede iki yerde geçmededir. Bak.: a.g.e., s. 4 ve s. 32-33.)