"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Türkiyede Bektaşilik ve Alevilik: Oluşum, Gelişme, Beklentiler

Bektaşiliğin ve Aleviliğin neyi temsil ettiğini açıklamam istenmektedir. Gerçekte, ikisi de aynı temele, Türk halk Islamlığı olgusuna dayanmaları dolayısıyla birbirinden ayrılamaz.
Her iki akım da –Bektaşilik de, Alevilik de- aynı halk velisine, XIII. Yüzyılda yaşamış ve Bektaşi dervişler tarikatına adını vermiş bir erene, Hacı Bektaş Veliye bağlıdır. Hacı Bektaş, Türk halk Islamlığını simgelemede, onu temsil etmektedir.
Buna rağmen, aynı kökenden gelen bu iki akım, yüzyıllar içinde, ortak temellerini, inançlarını, geleneklerini, törenlerini ve Hacı Bektaşa bağlılıklarını korumayı sürdürerek birbirinden ayrıldı. Aleviler Anadoluda kaldılar, Bektaşiler özelikle Trakyada ve Balkanlarda gelişme gösterdiler.
Bektaşilık de, Alevilik de kökenlerinden göçer yaşaminanışlarıdırlar: XI. Yüzyıl sonlarında Haçlı Seferleri öncesinde Anadoluya göç etmeye başlayan Türk boylarının inanışları. Bu göçler, XII. Yüzyılda ve Moğol akınlarının önünden kaçmak zorunda kalınan XIII. Yüzyılda yoğunlaştı.
Hacı Bektaş Anadoluya, Çengiz Hanın önünden kaçan Harezmlilerle aynı dönemde geldi. Çengiz, 1221de Belhi ve 1227de ani ölümüne kadar da Horasanın Başlıca kentlerini ele geçirdi, yaktı yıktı. Hacı Bektaş, Ortaçağdaki “doğan güneşin ülkesi” anlamıyla, Horasandan, yani Iranın doğu bölgesinden, daha belirgin bir tanımla, Harezm-şah topraklarını da içine alan Maveraünnehirden gelmiş olmalıdır. Amasya yöresine yerleşen Horasanlı Baba Ilyasın ardınca gelen dervişlerdendi.
1239da, Baba Ilyas, “Babailer Ayaklanması” olarak adlandırılan ve Rum Selçuklu Imparatorluğu içinde kuvvetli bir karmaşaya yol açan sosyal bir ayaklanmanın başına geçti. Hacı Bektaş, bastırılan ayaklanmanın kıyımından kurtuldu ve Kapadokyada bir münzevi yaşamı süreceği Solucakarahöyüke, bugünkü Hacıbektaşa çekildi.
Türk boyları, Anadoluya gelişinde, tümüyle Müslüman değildiler. Bazı boylar, ata inançları olan, Şamancılıklarını korumadaydı.
Dinlerini yeni değiştirmiş olan bazıları da, henüz, Islami kültürün medreselerden öğrenildiği kent merkezlerinin inanışından farklı, Şamancı çizgiler yüklü bir Islamlık uyguluyorlardı.
Halk Islamlığında, eski Türk geleneklerinin kalıntıları ile Türk boylarının karşılaştıkları Budacılık, Nesturi Hıristiyanlık ve bir süre Uygur Türklerinin resmi dini olan Manicilik (Manichésme) gibi, değişik dinlerden gelme öğelere rastlanmaktadır.
Bu halk Islamlığı, Türklerin yakın ilişkilerde bulundukları toplulukların gelenek ve göreneklerini de benimsedi: Türk topluluklarının Kürt boyları ile yan yana ve bazen iç içe yaşadıklar Doğu Anadoluda, mesela 21 Martlarda kutlanışı süregelen Iranın Yeni Yılı Nevruz gibi, Zerdüşçülükten ya da “Zurvanismeden gelme Iranlı öğelerle yine Kürtlerce benimsenmiş Ehl-i Hakk ya da Yezidi kökenli inanışlar yer bulurken; balkan illerindeki Bektaşiler Hıristiyan öğeleri aldılar. Bu sebeple Türk halk Islamlığını bir din “senkretizm”i olarak tanımlayabiliriz, diyoruz.
Anadolu Türk halk inanışı, içinde farklı kültür ve uygarlıkların, yüzlerce yıl süren bir “kataliz” sürecine girdiği bir potadan çıkmış gibidir. Fakat onu oluşturan değişik öğeleri birbirinden ayırmak kolay değildir.
Bektaşilik ve Alevilik, ayrılışları dinsel olmaktan çok tarihi ve sosyal yönde olan iki akımdır. Nitekim Aleviler, özelikle Anadolu bozkırlarında, göçer ya da yarı göçer, ilkel bir yaşam biçimini sürdürürlerken, Bektaşiler daha çok Rumeli, yani AsyaTürkiyesine karşılık, “Rumeli” adı verilen Avrupa Türkiyesi kökenli topluluklardı. Bektaşilik yanlız Rumelili değil, Balkanlıdır da. Oğuz Türkmen Kayılardan gelen Osmalıların başlangıçtaki yerleri de Bektaşi topluluk içindedir. İlk Osmanlı sultanlarıyla, Hacı Bektaşın ilk Bektaşi müridleri arasında sıkı bir ilişki vardır.
Trakya ve Balkanların fethinde, Osmalıların yanında çok sayıda Bektaşi dervişi yer almıştır: Bu dervişler, din uğruna savaşların önde gelen Gazileri oldular; fethedilen diyarlarda topraklar elde ettiler. kimi zaman onlara kılıçlarının hakkı sayarak sahip oldular. Bu topraklarda zaviyeler, tekkeler kurdular. Göçerlikten, yerleşik yaşama geçtiler ve düzenli, yaygın bir tarikat olan Bektaşiler tarikatını geliştirdiler. Tekkeleri, genel olarak kent merkezleri çevresindeydi. Kolonileştirici bir işlev üstlendiler, kentlerin eğitilmiş çevrelerinden müridler kazandılar.
Bektaşilik Trakya ve Balkanlarda yayıldı. İnançlarının “dinler karışımı” (syncrétique) özelliği, Hıristiyan halka karşı gösterdikleri hoşgörü, Bektaşilerin, Osmanlı Imparatorluğunun Balkan illerinde yaşayan hakla kaynaşmalarını sağladı; Trakya ve Balkanlar, Bektaşiliğin en çok güç kazandığı yerler oldu. bazı Hıristiyan azizler, Yakın ve Orta Doğu anlatı ve söylencelerinde bir deus ex machina (sahneye inen Tanrı) gibi karışık durumları çözmek için ortaya çıkan ve kökleri suya ve yeşilliğe bağlı bulunan “Hızır”da olduğu gibi, adlarını değiştirerek Bektaşi “panteon”a girdiler.
Yine bu bölgelerde yerleşmiş bulunan “Catharisme” ya da “Bogomilisme”den gelen cemaat-dışı öğeler de benimsendi.
Bektaşiler, Balkan uluslarının inanç değiştirmelerinde etkili oldular. Bölgenin Müslüman halkı, çoğunlukla Bektaşi kökenlidir. Bektaşilik özelikle Arnavutlukta yaygındır. Nitekim XIX. Yüzyılda, bu ülkede Bektaşiliği resmi din olarak seçmek isteyen bir akım belirmiş ve kımıldanış II. Abdülhamid tarafından şiddetle bastırılmıştı. Bununla birlikte Bektaşilık bu bölgede sağlam köklerle yerleşip kaldı.
Bu konu üzerine araştırmalarım sırasında, siyasi durumun henüz elverdiği zamanlarda, Arnavut dervişlerince korunan güzel bir Bektaşi tekkesinin yer aldığı Drakoviçanın küçük kenti Kosovaya birkaç kez gittim. Dergahın seyhi Baba Kazım tarafından her zaman konukseverlikle karşılandım.
Osmanlı Imparatorluğu Balkan illerini elinde tuttuğu sürece, Bektaşiliğin Alevilik karşısında bir üstünlüğü vardı. Günümüzde Bektaşilik geriye çekilmiştir ve sahnede öne çıkanlar, Alevilerdir. Yüzyıllar boyunca, özellikle Bektaşilikten söz edilmiş olsa da bugün ağır basan Aleviliktir.
Bununla birlikte “Alevi” sözcüğünün, günümüzde taşıdığı anlamla, oldukça yakın bir dönemde bu yana, ancak bir yüzyıldan beri kullanılmaya başladığını belirtmeliyim.
Osmanlı belgelerde Aleviler, dışlayıcı anlamda, Rafızi “ayrılıkçı”, mülhid “tarısız”, zındık “itikatsız” söylemleriyle anılmakta; başka bir deyişle varlıkları tanınmaktadır. Tarihi adlarıyla, onlara Kızılbaş da denmektedir ki bu, XVI. yüzyılda Safevi hükümdarların taraftarlarına verilen addı. Bu dönemde Aleviler Osmanlılara karşı Safevileri, yani Türklere karşı Iranlıları desteklemişlerdi.
XIX. yüzyılda, Kızılbaş adı, bu topluluklardaki, Tanrının insan suretindeki mazharı olarak görülen Aliye inanış dolayısıyla, yerini Alevi adına bıraktı. Bu, ilk bakışta, Ismaililere benzer bir uçŞiiliğe yakınlaşma olarak görülebilecektir; fakat problem daha karmaşıktır.
Alevilik yüzyıllarca saklı yaşadı. Günümüzde, yükselen tutuculuğu bir karşı koyma aracı olarak görülüşüyle öne çıkarılmadadır.
Karaçalıcı bazı söylentilerin her zaman var olduğu Türkiyede, Aleviliğin bugünde aynı şekilde tanınıyor olması sebebiyle, Avrupalı basında, yayımcılar, Anadoluda kısa bir gezinin anılarına ya da gurbetçi işçilerle yüzeyde karşılaşmalara dayanan az ya da çok hayal öğeleri karışmış bilgiler aktarmaktadırlar.
Düzenli, yaygın bir tarikat oluşturmuş olan ve XIX. Yüzyılda evrimci görüşlere açık, aydın bir seçkinler topluluğu durumuna gelerek önce Jön-Türklere, sonra da Türkiyenin laikleşmesi edimlerine katılan Bektaşilere karşılık Anadolu köylerine çekilmiş bulunan Aleviler, uzun süre, ata gelenek ve göreneklerine bağlı ve eğitimsiz kaldılar.
İslam açısından Alevilik, resmi olarak Hıristiyan sayılmakla birlikte, kadim inançlarını koruyan Amerika yerlilerinin Hıristiyanlığıyla karşılaştırılabilecektir.
Göçer ve yarı-göçer kökenli Alevilerin görenekleri kentlilerinkinden ayrı idi: Köylerinde cami yoktu ve Müslümanlığın dış kurallarına uymuyorlardı; beş vakit namaz kılmıyor, Ramazan oruçlarını tutmuyor, sarhoşluk verici içki yasağına kulak asmıyorlardı. Kadınları kapanmıyor ve erkeklerle birlikte toplantılara katılıyorlardı ve genelikle tek eşli yaşıyorlardı.
Bütün bu sebepleri, Aleviler, resmi Islamı sürdüren Hanefi Sünnilerce horlandılar. Çizgi dışı tutulmaları ve dışlanmaları onlara sürekli haksızlığa uğramışlık duygusu verdi. Baskıdan korunmak için saklı durmaları gereken Aleviler, inançlarını, gizli, uzak yerlerde ve geceleri uygulamaktaydılar. Bu, günümüzde de söylene gelen, törenlerde içki alemleri bulundu ğu gibi, yaşamı güçleştiren, karaçalıcı söylentilerin doğuşuna yol açmakla sonuçlandı.
Alevilikle ilgilenmeye başladığım yıllarda bir törene katılabilmek güçtü: büyük bir gizlilik içindeydi.
Aleviler, inançlarını açıklanmaktan hoşlanmadıkları için onu gizemle örttüler. Bu sebeple, o sıralar, havanın biraz daha elverişli olduğu Kosovayı sıkça ziyaret ettim.
Günümüzde bazı şeyler değişti.
Aleviler, saklılık alışkanlıklarını koruyor ve inançlarına gizem katan yeniden bedenleşme ve Tanrının insan suretinde tecelli edişi inanışlarını açıklanmaktan hoşlanmıyor olsalar da, artık baskı görmediklerinden, gizlenme gereğini duymuyorlar.
Boy dönemiyaşam biçimine olduğu kadar, ata inanç ve geleneklerine bağlılığa da dayanan bir sosyal olgu olmakla birlikte, Bektaşiliğin bir din olmadığını altını çizmeliyim. Bu sebepledir ki, Bektaşi-Aleviliği incelemek, bir “inanmak” ya da “inanmamak” sorunu değil, her şeyden önce, “öğrenmek, çözümlemek ve anlamaya çalışmak” sorunudur.
İnanç açısından, Bektaşi-Alevilik bir halk sufiliğidir. Sufilik, Islamın batıni biçimde bir algılanışdır. Fakat aynı zamanda, resmi dinin katılıklarına ve “nas” çılığına karşı da bir tepkidir. Sufilik, dinin halk kitlelerinin imgelem ve duyarlığını uyaracak bir biçimde kavranışına el vermededir. Devletin resmi inanışı Islam. Ata inanç ve geleneklerinin ağır bastığı boy yaşamı içinde söylence ve anlatılara dayalı batıni biçimlenişi ile daha kolay özümsenebilmişti. Ayrıca, hemen söyliyelim ki, Trakya ve Balkanlar gibi fethedilmiş ülkelerde, değişik sebeplerle ve çoğu kez baskıdan çok çıkarlar sebebiyle Islama geçmiş ata-yurtlular, dinin batıni yorumuna, özellikle de bir dinler karışımı olduğu zaman daha kolay uyum sağlayabiliyorlardı.
Aydın, evrim yanlısı, insancı (Intellectuelle, progressiste, humaniste) bir seçkin topluluk oluşturdukları Balkan ülkelerinde yerleşmişbulunan Bektaşiler, Islamı dinler üstü, hoşgörülü felsefeleriyle uzlaştırma çabasındaydılar. Anadolunun kırsal alanlarında kalan Aleviler ise, uzun zaman eğitimsiz bırakıldılar. Köylerinde ne cami. Ne de okul bulunuyordu. Mazlumdular ve durmadan ayaklanmalar çıkarıyorlardı. Her zaman Sünniliğe karşı oldular. Bektaşilerin Aleviler lehine ağırlıklarını yetirmelerinden, özellikle de Cumhuriyetin ilanından ve her zaman destekledikleri, Atatürkün ülkeyi laikleştirici eylemlerinden sonra, gençlerin okumak için gittikleri kentlere yerleşmek üzere, köylerden ayrılmaya başladılar. onlar için yeni bir yaşam başladı. Günümüzde, aydınlar, üniversiteliler, siyaset adamları, yöneticiler, her sınıfta, Alevilere rastlanıyor. Birçoğu da maddi durumlarını düzeltmek üzere, göç dalgasına katılıp Avrupaya gelmekteler. Sosyal ve dinsel ayrımlara yüzyıllardır duyarlı bu gurbetçiler, vardıkları ülkelere daha kolay ve din baskısıyla engellenenlerden daha hızlı uyum sağlamaktadırlar.
Türkiyede, uzun zaman birçok güçlükler barındıran Alevi sorununa ilgi başlamış bulunuyor. Tırmanan tutuculuğa karşı, onda bir karşı koyma aracı görülüyor. Bununla birlikte Aleviler önlerine gelen öneriye aynı yolda yanıt vermekten uzaktırlar ve çok genıs birdüşünce yelpazesi oluşturmaktadırlar. Bazıları, eski Bektaşilerin yolundan giderek, yönetimin isteklerine uzlaşmacı tavırlarla yaklaşmaya çalışıyorlar. Bazıları da eski asi Kızılbaş imgesine sadık, tarihsel geçmişle bağlılıklarına sol bir ideoloji içinde destek arıyorlar. Gurbetçiler arasında, çoğu Aleviliğe yabancı fakat istekleri iletecek çevre bilgisinin eksikliğinden yararlanan başka ideolojiler de görülebiliyor.
Yüzyıllarca ezilmiş Aleviler kendilerini, horlanmış ve dışlanmış olanlara her zaman yakın bulmuşlar, kuraldışı yapılarına (non-conformisme) derin bir insancı duygu, hoşgörü ve açık yüreklilik katmışlardır. Aleviliğin felsefesi, insanlar arasında ayrım yapmamayı gerektirir: Ne din, ne ırk, ne sınıf ayrımı.alevi, hem-cinslerini kardeş gibi görecektir. Kadın Aleviler de eş ya da bacı olarak görülür ve kendilerine öylece saygı gösterilir. Kadın, toplantılarda erkeğin yanındadır. Aleviliğin kökebni, eski boy yaşamında da kadının yeri buydu.
Hoşgörü, kural-dışılık, dinler üstülük ve insan severlik, Bektaşi-Alevi felsefenin temelidir.
İsteğe uyarak, Bektaşi-Aleviliği anlatmaya çalıştım; olgunun tarihi bir görünümünü vermeye çalıştım, onu zaman ve mekan içindeki yerine yerleştirdim.
Şimdi probleme daha güncel bir derinlik vermek kalıyor. Bu da, onların problemlerini, deneyimlerini ve eğilimlerini daha yakından tanıyan genç Alevilerin görevi olacaktır. Bunu yaparken de ussul çeçeve içinde kalmak, kültür dizginini elden bırakmadan yol almak gerekiyor.