Çağırkan, Hızır Paşadan aldığı buyruğa uyarak, Sivas sokaklarında şu duyuruyu yaptı:
* Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin, duyanlar duymayanlara söylesin! Yarın sabah erkenden, din ve şeriat düşmanı, vatan haini, kızıl börklü imansız bir münkir olan Pir Sultan Abdal, Siyaset Meydanında idam edilecektir. Duyan duymayan kalmasın, Valilik divanınca, herkes, onu seyre gelmeye mecbur kılınmıştır. Duyanlar duymayanlara söylesin.
Çağırtkanın söylediklerini, herkes gibi Ali Baba da duydu. Yüreğinde bir parça kopardılar sanki. Günlerden beri aç ve yorgundu. Bir de acı haberi alınca, olduğu yere yıkılıp kaldı. bayılmıştı. Kendine geldiğinde karanlık çökmüş, şehir tam bir sessizliğe gömülmüştü. Başucunda aşiretten iki kişi vardı. Gözyaşları içinde, kendisinin ayılmasını beklemişlerdi. Sırtlayıp, bir Türkmen evine götürmüşlerdi. Dinlenince ve karnı doyunca, bir parça kendine geldi.
Sabahleyin herkesten önce Siyaset Meydanına gitti. Darağacı kurulmuş, Pir Sultanı bekliyordu. Çok geçmeden, meydan dolup taştı. Herkes üzgündü. Evlerde, yaşlı, hasta ve çocuklardan başkası kalmamıştı. Çığırtkan yüksek bir yere çıktı ve bu kez de şu duyuruyu yaptı:
* Ey ahali! Din-ü diyanete münafık, şeri şerife mugayir davranışlarından dolayı Pir Sultan Abdal namıyla bilinen, Banaz köyünden Haydar adındaki kişi, az sonra devletimize ve dahi dinimize karşı işlediği suçların cezasını idam edilerek çekecektir. Fakat, asılmadan önce recmedilecektir. Birazdan, Vali Konağı hizmetkarları tarafından küfe ile taş getirilip sizlere dağıtılacaktır. Herkes dilediği kadar taş alıp, Pir Sultanı taşlıyacaktır. Kim ki taşlamazsa onun gibi cezalandırılacaktır. Bu böyle biline!
Hızır Paşa, kadılar, müftü ve devlet katında görevli herkes gelip, meydandaki yerlerini almışlardı.
Çok geçmeden, sırtında taş dolu küfelerle hizmetkarlar geldi.
Halkın arasında dolaşıp, taşları dağıttılar. Çoğu kişi, içi kan ağlaya ağlaya verilen buyruğa uydu. Bu arada, Ali Baba da, yan taraftaki bahçeden birkaç gül koparıp hazırladı. Herkes taş atarken, o gül atacaktı. Aklınca “Taş yerine gül atarsam, incinmez” diye düşündü.
Az sonra aseslerin arasında Pir Sultan meydana geldi. nedense ellerini zincirlememişlerdi. Saçı-sakalı birbirine karışmış, ayakları yalın, gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüştü. Asesler Pir Sultanı halkın oluşturduğu halkanın ortasında bırakarak geri çekildiler. Bu kez de Kara Kadı bağırdı:
* Buyurun, taşlayın bakalım. Herkes taşlayacak. Taşlamayan tespit edilirse, idam edilecek!
Taşlar, Pir Sultanın tepesine yağmur gibi yağmaya başladı. Ancak, Dede bundan hiç etkilenmiyordu. Taşlar, bir zırha çarpıp yere düşüyor gibiydi. Sanki Pir Sultana taş değil, pamuk yumağı değiyordu. Hızır Paşa ve yanındakiler, şaşırdı. Halk da öyle. İşte şaşkınlığın doruk noktasında olduğu bir anda; hızla bir gül geldi ve bir ok gibi Pir Sultanın suratına saplandı. Dede, ansızın gülün geldiği yöne baktı. Ali Baba ile gözgöze geldiler. Ali babanın elinde atılmayan hazır bir gül daha vardı. Pir Sultan, yere devrildi. Bir süre öylece kaldı ve taş sağanağınınaltında yaşlı gözlerle şöyle seslendi:
Şu kanlı zalimin etiği işler
Garip bülbül gibi zar eyler beni
Yağmur gibi yağar başıma daşlar
Dostun bir fiskesi paralar beni.
Dar günümde dost düşmanım bell oldu
On derdim var ise şimdi ell oldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni.
Pir Sultan Abdalım can göğe ağmaz
Hakktan emr olmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni..
Pir Sultanın nefesi, Ali Babayı deride yaraladı. Çünkü, yanlış bir iş yaptığının yeni ayırdına vardı. Yıllarca, Pir Sultanla birlikte yaşadığı halde, neden gereği gibi pişememişti?… Yani kendisinin canı, Pir Sultanınkinden daha mı değerliydi?… Hızır Paşanın buyruğuna uyup, ille de ona bir şey atmak şart mıydı?… keşke, o an yer yarılsa da içine girseydi Ali Baba, Pir Sultanın asılmasına mı yansındı; yoksa, bu son yaşanan olumsuzluğa mı?… “Haydaaaar!… Koca Haydaaaaaar!… diye acı bir çığlık attı ve kalabalığı tarara Pir Sultana doğru koşmaya başladı.
Pir Sultana atılan kimi taşlar Ali Babaya değdi. Ali Baba, tam Pir Sultana sarılacaktı ki, asesler yetişip, engel oldular. Ali Babanın, “Bağışla beni Pirim, ne olur bağışla!…” şeklindeki yakarışı yeri-göğü tuttu. Pir Sultanın göz pınarlarından yaşlar boşalmaya başladı. Taşlar yağmaya devam ediyordu. Hızır Paşanınişaretiyle taş yağmuru dindi.
Güçlükle ayağa kalkan Pir Sultan, Ali Babanın durumuna çok üzüldü. Ömründe ilk kez, okuduğu bir nefaste dolayı pişmanlık duydu. Keşke, pek çok şey gibi; musahibinin kendisini gülle taşlamasını da bağrına gömüp, ses çıkarmasaydı. Fakat bir defa oldu işte. Ali Babanın sayılmakla bitmeyecek meziyeti vardı. Buncağız hatası da olsundu. Ayrıca, o da halktan birisi değil miydi? Pirleri dara çekiliyor! Hani, onun dışında kaç kişi var yanında?…
Hani benimle lokma yiyenler
Başı, canı dost yoluna koyanlar
Sen ölmeden ben ölürüm diyenler
Dosala da geriye kaçtı bulunmaz.
Dede, darağacını unutmuş, Ali babayı düşünüyordu. Ali Baba ise yere çömelmiş, başını ellerin arasına almış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Pir Sultan, birden kendine geldi ve gözlerini izleyenlerin yüzlerinde gezdirerek şöyle seslendi:
Ben de şu dünyaya geldim giderim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Alidir benim ve kilim
Kalsın benim davam divana kalsın.
Morula yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısına ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Dede, bu dörtlüklerle başlayan nefesini tamamlamıştı ki, Hızır Paşanın sesi duyuldu:
* Hadi asesler getirin onu. Cellad, sen de elini çabuk tut. Bitirelim şu işi!….
Asesler, Pir Sultanın kollarına yapışıp, arkasından bağladılar.
Dede, onları omuzlarıyla silkip, darağacına doğru yürüdü ve doğru urganın altındaki iskemleye çıktı
Cellad, durmuş Hızır Paşaya doğru bakıyordu. Hızır Paşa, bu bekleyişe bir anlam veremedi:
* Ne duruyorsun cellad. Beklemenin zamanı mı?
Cellad, bir şeyler şöyleyecek oldu; ağzındaki lafı Kara Kadı kaptı:
* Efendimiz, geleneğe uyarak, ona son sözünü sormamız gerek.
Cellad onun için bekliyor.
Hızır Paşanın gözleri yuvasından fırlayacak gibi oldu:
* Daha ne söylesin? Söyleyeceğini söyledi. Tez bitirin işini!…
Cellad, kendisine ait iskemlenin üstüne çıktı. Yağlı urganı Pir Sultanın boynuna geçirdi. Aşağıya indi.
İzliyenler donmuştu sanki. Cellad, Pir Sultanın ayağının altındaki iskemleyi çekmek için eğildi. Elini uzattı ki, ansızın müthiş bir FIRTINA koptu. Toz-dumandan göz gözü görmüyordu. Hızır Paşa dahil, herkes can derdine düştü!…
Toz-duman dindikten sonra, Pir Sultanın boynuna takılan yağlı urgan bomboş olduğu görüldü. Ayan oldu ki, Pir Sultan sır olmuştu.
“Dönen dönsün, ben dönmezem” yolumdan…