Hızır Paşa ve kadılar, Pir Sultan Abdalın Banazdan ayrıldığını öğrendiklerinde, onun bir daha geri dönmeyeceğini sanıp, çok sevindiler. Böylece akıllarınca bir “Büyük bela” dan kurtulmuş oluyorlardı! Pir Sultan olmayınca, köylüyü daha kolay baskı altına alabilecekler; hatta onlara, Kızılbaşlığı terk ettirip, şeriat çadırının altında toplayacaklardı….
Gerçi bu uzun zaman alacaktı ama, işe ne kadar erken başlanırsa, kardı. En büyük sıkıntıları; Türkmenlerin, padişahı Allahın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul etmeyişleriydi. Kadere de inanmıyorlardı. Şeyhülislam fetvalarını dinlemiyor; kadına erkek kadar hak tanıyorlardı. Oysa kitaba göre, iki kadın bir erkeğe eşit değil midir?… Sonra diyelim ki, bir köyde, büyük bir kavga çıktı, erkekler ikiye bölündü, öldüresiye taşlı-sopalı dövüşüyorlar. Kadının biri puşusunu çıkarır da ortaya atarsa; kavga anında, bıçakla kesilir gibi kesiliyor. Hiç olacak şey mi?… kadın, kadındır; erkek de erkek!…
Bütün mollalar köylüden şikayetçi; ne vaaz dinliyorlar, ne de abdest alıp namaz kılıyorlar. Ramazanı da tutmuyorlar.
Hızır Paşa da bir Türkmendi ama, bütün bu olumsuzlukları terkedip, vuslata erdi. Şimdi yönetim de memnundu, Hızır Paşada….
Hızır Paşa, tez zamanda çalışmalarının sonucunu alıp, İstanbula bildirmesi gerekiyordu. İşe başlamıştı bile; Pir Sultanı sürgün gönderdiğini, özel ulakla padişaha bildirmişti ki, işlerin yoluna girmekte olduğu biline….
Sivasta aşayişin Osmanlı lehine düzelmesi için ön hazırlıklar yapılırken; Pir Sultan, köy köy gezerek talipleriyle buluşuyor; onları barış, kardeşlik ve dostluk temelinde örgütlemeye çalışıyordu. Bu örgütlenme salt, kötü yönetime karşı değil; kendi kültür ve yaşam felsefesini geliştirip yaşatmak için de olmalıydı. Çünkü Hacı Bektaş öğretisine göre; gerçek insan, kaba kuvvet taraftarı olmayandır. İyi bir Kızılbaş, hoşgörü sahibi ve herkese saygılı olmalıdır. Kimseyi kendinden aşağı görmemelidir. Kul hakkına el uzatmamalı, uzatanlara karşı koymalıdır. Alçak gönüllü ve kibirsiz olmalıdır. Dengeli ve çalışkan olmalıdır. İkrarında sabit kadem olmalı, insan özgürlüğüne sahip çıkmalıdır. İçi-dışı bir olmalıdır. Konuksever olmalıdır; çünkü mihman Alidir, sofra Alinindir….
Pir Sultan, gittiği her yerde bunları anlatmaya çalışıyordu. Halk da, Dedeye büyük ilgi gösteriyordu.
Bu arada, Hünkar Hacı Bektaş Velinin türbesine de gitti. Bu onun dördünci ziyaretiydi. Orada biraz uzunca kaldı. çünkü yurdun çeşitli yerlerinden ziyaret için oraya gelen canlar vardı. Onlarla da uzun uzun sohbetler etti. Dergahın postnişine fikir danıştı. Görüşlerinden yaralandı. Bir cem töreni sırasında, Hacı Bektaş Veli için söylediği şu şiir, anında belleklere kazındı ve yedi iklim dört köşeye yayıldı. O günden sonra Sulucakaraöyüke gelen her insan, bu nefesle Hünkara yakardı:
Arzuladım size geldim
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkar Hacı Bektaş Veli…
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Pirim Hacı Bektaş Veli….
Güvercin donunda duran
Cümle eksikler bitiren
Beştaşı şahit getiren
Pirim Hacı Bektaş Veli….
Bahçede gördüm gülünü
Erenler sürdü demini
İmam Rızanın torunu
Pirim Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er koçağı
Keser kılıncı, bıçağı
Oldur erenler çiçeği
Pirim Hacı Bektaş Veli
Kırkbudakta şema yanar
Abdalları semah döner
Dolusundan içen kanar
Pirim Hacı Bektaş Veli
Pir Sultanım gerçek Veli
Geçmem ben şunlardan beli
Doksan bin Horasan eri
Pirim Hacı Bektaş Veli