Gün batımına yakın, Pir Sultan ve asesler, Sivasa vardılar. Aseslerden biri, asesbaşının buyruğuyla atını dörtnala sürüp, Pir Sultanın saraya gelmek üzereolduğunu haber verdi. Makamında kadılar, müftü, tahsildarlar, kısaca sancak erkanının çoğunluğu da vardı. Hatta kimi ticaret erbabı zevat da ordaydı… Hızır Paşa, Pir Sultanın getirildiğini öğrenince heyecanla ayağa kalkıp, dışarıya çıktı. Kadılar ve müftü birbirinin gözlerine baktılar. Hızır, davranışıyla onları şaşırtmıştı.
Hızır Paşa, Pir Sultanı avluda karşıladı; eline sarılıp niyaz olmak istedi, Pir Sultan izin vermedi:
* Sizi bekliyordum Pirim. Gelmekle bizi yüceltiniz. Sizi afiyette görmek bizi sevindirdi.
Pir Sultan, ses çıkarmadı. Birlikte yukarı çıktılar. Atını da götürüp ahıra bağladılar. Pir Sultan “Haramzade” diye nitelediği kişileri içeride görünce, Hızırın düştüğü durumu iyice anladı. Kendine yer gösterildi ama, oturmadı. Hızır Paşa:
* Pirim, bir yoksul talip olarak, sayenizde İstanbula gittim. Okudum. Ve de ulu Hünkarımız tarafından, halka hayırlı hizmetlerde bulunayım diye, Sivas sancağına vali olarak gönderildim. Himmetinizle bu işi de başarıyla yürütmek niyetindeyim. Padişah efendimizin buyruğu; “Sivas ilindeki kargaşa, Pir Sultan kulumuza zarar vermeden halledile” şeklindedir.
Pir Sultan, konuşma biçimi, yürüyüşü ve kısaca her şeyiyle değişen Hızırın sözünü kesmek zorunda kaldı;
* Eee söyleyecek başka şeyin var mı Hızır?
* Sen benim Pirimsin. Sana ne kadar saygı duyduğumu bilirsin. Bu görevimde senin yardımına ihtiyacım var. bana akıldanelik yapmanı istiyorum. El ele verelim, ne halkımızı üzelim ne de Hünkarımız (Padişah) efendimizi… Görüyorum ki, epeyi yaşlanmış, yorulmuşsun. Çok emeğin dokundu, senin bundan sonra bir kenara oturup istirahat etmen gerek. Biz seni başımıza taç yapmak isteriz. Şu “Şah” tan filan da vazgeç…. Şahtan bugüne kadar ne hayır gördün ki, bundan sonra ne göresin. Değil mi ama?… Bir de, seni sevenlere söyle, görevlileri fazla üzmesinler. Şu aşar işini bana bırak, halkı incitmeyecek şekilde halledelim…
Pir Sultan çok öfkelendi ama, dilinin altında daha hangi baklalar çıkacak diye sabırla onu dinledi. Sonunda patladı:
* Hızır! Bütün bunları, bu kadı efendilerle mi, bu tefeci haramzedelerle mi, bu yoksul düşmanı tahsildarla mı, bu Ehl-i Beyt düşmanı müftü ile birlikte mi yapacaksın?…. Sana yazıklar olsun…. İstanbul seni çok değiştirmiş Hızır; tüketmiş. Bir tek adın kalmış geride. Hatta o bile değişmiş, “Paşa” lı olmuş!… Hızır Paşa!… Şunu bilesin ki:
Padişah katlime farman dilese
Yine geçmem ala gözlü Şahımdan
Cellatlar karşımda satır bilese
Yine geçmem ala gözlü Şahımdan…
Anladın mı?
Pir Sultan hiç bu değin öfkelenmemişti:
* Bunları söylemek için mi, beni çağırdın Hızır?
* Yok canım, konuk etmek istedim. Seni öyle özlemişim ki, anlatamam. Sevdiğin yemekleri hazırlattım. Birlikte yemek yerken, muhabet ederiz, diye düşündüm.
* Ben senin sofrana oturmam Hızır. Yemeğin yemem.
* Neden Pirim? Ben sana ne yaptım ki, niye beni bu kadar üzersin?… Saygıda kusur mu ettik?
Pir Sultan daha da sertleşti:
* Kusurun büyük Hızır! İkrarından döndün. Haram yedin. Törelerimizi unuttun. Şuna baksana; düşmanlarınla dost olmuşsun. Birlikte oturuyorsun… Yoldan çıktın Hızır! Utanmadan, bir de bana “Yaşlandın istirahat etmelisin. Şah kelimesini bir daha ağzına alma” diyorsun. Senin ekmeğin yenir mi Hızır?…
Hızır Paşa, sile-tokat dayak yeseydi, bu değin hırpalanmayacaktı. Pir Sultanın karşısında küçüldükçe küçüldü. Öfkesinden yerinde duramaz olmuştu. Kadılar, müftü ve diğerleri donup kalmışlardı. Hızır Paşa, çimdik yemiş gibi bağırdı:
* Asesbaşı, asesbaşı!… Yetti artık. Şunu götürüp zındana atın. Katıksız yatırın. Zincire vurun. Sazını kırın. Sakallarını yolun!…
Zaten kapıda hazır olan asesbaşı ve iki ases, Pir Sultanın kollarına yapışarak onu zorla götürüp, zindana attılar. Zincire vurdular.
Hızır Paşanın keyfi iyice kaçmıştı. Yanındakilere yol verdi. Yanlız kalmıştı. Kendi kendisiyle yoğun bir hesaplaşmaya girişti… Nereden bakarsan bak, Pir Sultan haklıydı. Asesbaşını çağırttı ve onunla birlikte zindana, Pir Sultanın yanına gitti. Pir Sultan bir kenarda oturmuş, düşünüyordu. Hızır, asesbaşını dışarıya gönderip karşısında oturdu…
* Pirim, bir cahillik ettik, kabul ederiz. Fakat siz de bana karşı hiç iyi davranmadınız. Elin yanında gururumla oynadınız. İnatlığı elden bırakırsanız, sizi burada çıkarıp, kuştüyü yataklarda yatırmak istiyorum.
Pir Sultan bu, hiç ödün verir mi?… Olduğu yerde ayağa kalktı ve şu şekilde haykırdı:
Be yarenler ve kardeşler
Gör neyledi zaman bizi
Gözüm yaşını akıttı
Sel eyledi zaman bizi….
Gelin gidelim zecrile
Can kurban olsun asile
Bir halden bilmez cahile
Kul eyledi zaman bizi.
Hızır bu kez daha da sertleşti. Olanları bir türlü gururuna yediremiyordu. Acze düşmüştü. Daha vali olmanın haftasında, sert bir kayaya çarpmıştı.
* Asesbaşı şunu ayaklarından da zincire vurun, diye bağırıp kendini dışarıya attı. Zindancıbaşı, yardımcıları ve asesler onun ayaklarını da zincirle bağlarken, Pir Sultan gürledi:
Yürü be Hızır Paşa
Seninde çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir…