Valinin buyruğuyla yola çıkan asesler, büyük bir gürültüyle Banaza geldiler. O sırada, Pir Sultan dergahın önüne halkı toplamış, onlarla Hızırın durumunu görüşüyordu. Asesleri görünce, konuşmayı kesip birlikte ayağa kalktılar. Ali baba:
* Yine ne istiyorsunuz Asesbaşı? diye sordu.
* Pir Sultanı götürmeye geldik. Hakkında Vali fermanı ve kadı kararı var.
Pir Sultan:
* Demek ki, gayrı durum bu noktaya geldi ha!
Asesbaşı:
* Tutuklusun Pir Sultan. Haydi, tedariğini görde gidelim.
Bunu duyan Ballıhan, eline geçirdiği odun parçasıyla asesbaşının üstüne yürüdü. Yiğitçe:
* Demek ki, Pir Sultanı götürmeye geldin ha! Haydi, götür de görelim, diye haykırdı. Bundan cesaret alan köylüler de aynı şekilde tepki gösterdiler:
* Verimiyiz Pirimizi!
Halkın bu davranışı karşısında duygulanan Pir Sultan, alnını göğe siper etti ve “Medet ya Ali, Medet ya Hacı Bektaş Veli” diye kükredi. Sonra da şöyle dedi:
* Canlar, kardaşlar. Beni dinleyin hele. şimdi koyun beni gideyim. Gideyim ki, darağacığımda biriktirdiklerimi, yüzlerine karşı bir güzel haykırayım, hesap sorayım. Şimdi bana ruhsat verin ki, gönül rahatlığıyla gideyim. Canlardan biri atımı getirsin…
Himmet eylen şu dağları aşalım
Pir aşkına kaynaşalım, çoşalım
Gelin birer birer helallaşalım
Dostlar bizi sefa ile gönderin
Atı getirdiler. Pir Sultan atına bindi. Banazlılarla helallaşıp atını mahmuzladı. Başta Ballıhan, Pir Sultanın kızı ve oğulları olmak üzere, tüm köylüde bir figan koptu. Arkasından koştular. Pir Sultan bir an durup geriye baktı. Dedein “Dostları bizi sefa ile gönderin” şeklindeki buyruğuna uyup oldukları yerde durdular. Sonra da dönüp köye geldiler.
Köyden epeyi uzaklaşmışlardı. Asesbaşının buyruğuyla, aseslerden ikisi inip, Pir Sultan Abdalın atından inmesini istedi. Pir Sultan, direnmesinin bir yarar sağlamayacağını bildiği için, atından indi. Ellerini urganla bağladılar. Pir Sultan Abdal, yine aynı nedenden dolayı sustu. Kendirin bir ucunu da, asesbaşının atına bağladılar. Pir Sultanın başı dik, bakışları korkusuzdu. Hiç etkilenmemiş gibiydi. Yürüdüler. Pir Sultanın atını orada bıraktılar. At, kendiliğinden köye döndü…
Çok geçmedi, Pir Sultanın gür sesi, taa Yıldızelinden, hatta belki Sivastan duyuldu:
Bir arzuhal yazdım gül yüzlü Şaha
Gelsin beni elden alsın ha nolur
Beni yalvartmasın o padişaha
Carıma yetişsin gelsin ha nolur
Kollarımıza zincir taktı muhannet
Senden başkasına eylemmem minnet
Arzuhalım Şaha güzelce ilet
Perişan halimi bilsin ha nolur
Pir Sultan Abdalım çile Allahtan
Her ne ki gelirse bile Allahtan
Kemliğe iyilik kula Allahtan
Hamzayı Battalı salsın ha nolur
Pir Sultan Abdal, her zamanki metinliğinden en küçük birşey yetirmeksizin, atın arkasından koşar adım gidiyordu. “Haydar”, “Şah”, “Ali” sözcüklerini hiç dilinden düşürmeden…
Elbette her karanlığın bir aydınlığı, her akşamın bir sabaha vardı.
Asesbaşı, Pir Sultanın bu denli metin olmasını hazmedemiyordu. Atının başını çekti, durdurdu ve arkasına döndü. Alay ederek, şöyle dedi:
* Hal keyifler nasıl Piro?..
Amacı, onu kızdırmaktı. Oysa, Pir Sultanın hiç aldırdığı yoktu. Pir Sultanın konuşmaması, asesbaşını çileden çıkarıyordu. “Deeh!” dedi ve kırbaçladı atını. Pir Sultan, atın hızına ayak uyduramayıp yere yıkıldı. Sürükleniyordu…..
Dedenin teni eziyetteydi ama, canı zikre girmişti. Seyit Ali Sultan Dedenin yönetimindeki bir cemde semah dönüyordu sanki, aşk ile… Gönlü güvercin donunda; bir Hacı Bektaş Velinin Sulucakaraöyükteki sandukasına kondu; bir Antalyanın Teke köyündeki Abdal Musa Dergahına… Baba İshakı, Şah Hataiyi, Hallac-ı Mansuru, imam Hüseyini, Şeyh Bedreddini ziyaret etmeyi ihmal etmedi….
Bileklerinden şorul şorul kan akıyordu. Karnı, dizleri ve alnı da kanadı. Uzun bir süre yerde sürüklendi. Asesbaşı her nasılsa bu işkenceyi yapmaktan vazgeçti. Atının başını çekip durdurdu. Pir Sultan bitkin haldeydi. Güçlükle ayağa kalktı. Asesbaşı yine seslendi:
* Şimdi nasılsın Piro?
Pir Sultanın susuzluktan boğazı kurumuştu. Ak giysiler içinde, ak sakallı bir koca, altın tas içinde, Ona buz gibi su ikram etti.
Pis Sultan, suskunluğunu bozdu:
* Öyle anlaşılıyor ki, Kadı efendileriniz, bizi yargılatmadan öldürtmek isterler. İsterler ki aman dileyelim. Ama bilmezler ki, bu can tende durduğu sürece, başımız dik gezeceğiz. Bizim kitabımızda eğilmek yazılı değildir, asesbaşı!…
Asesbaşı söyleyeceklerini daha tamamlamamıştı ki, Pir Sultan aşka gelip şu nefesi söyledi:
Haktan inayet olursa
Şah uruma gele bir gün
Gazada bu Zülfikarı
Kafirlere çala bir gün.
Hep devşire gele iller
Şaha köle ola kullar
Urumda ağlayan sefiller
Şad ola da güle bir gün.
Çeke sancağı götüre
Şah İstanbula otura
Firekten yesir getire
Horsana sala bir gün.
Devşire beyi paşayı
Zapteyleye dört köşeyi
Husrev evde tamaşayı
Ali divan kura bir gün
Pir Sultanın işi ahtır
İntizarım güzel Şahtır
Mülk iyesi padişahtır
Mülke sahip ola bir gün.