"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Bir yaşın altındaki tüm çocuklar hep birden korkunç bir çığlık attılar

Hızırın sıkıntısını hisseden Pir Sultan, onun kendisine birşey söyleyeceğini anladı:
* De hele Hızırcan, çekinme. Ne diyeceksin söyle, dedi.
* Derim ki Pirim, Türkmenin hali fena. Buradaki okumaklıkların tümünü bitirdim. Sayenizde her bir şeyi öğrendim. Eğer destur verirsen, İstanbula tahsil görmeye gitmek dilerim. Belki Türkmene bir yararım dokunur.
Mollanın sözleri Hızırı kamçılamıştı. Gerçekten de, bu hep böyle mi olacaktı? “okuyup, onu utandıracağım” diye düşündü.
Hızırın söylediklerini duyan Ali Baba, önünü-ardını düşünmediği için, bir an heyecanlanıp sevindi:
* Öyle ya Pirim. Devlet katında hiç adamımız yok. Belki ikrarı üzere durur, buralarda bir görev alır. Gelir, yolsuzlukları engeller.
Kızılbaşın hali yaman. Devlet katında adamımız olsa, böyle olur mu?
Hızır, Ali babadan aldığı güçle, yakardı:
* Benim de amacım o Pirim. Hep birlikte görüyoruz, durum kötüye gitmektedir, bunu engellemek gerek. Bunun içinde devlet görevi şarttır. Ancak o zaman, yolsuzluklar önlenir, düzenin bozuğu düzeltilir. Kaleyi içten fethetmek gerekir.
Pir Sultanın sabrı taştı:
* Bak Hızırcan, şunu bilesin ki, kişi bir defa aslını yitirmeye görsün. Yitirdi mi, gayri ondan hayır gelmez. Osmanoğulları, urum beyi olunca unuttular Türkmen!i…. oysa onlar da ilk zamanlar, Hacı Bektaş Veli Pirimizin, Hak rahmet eylesin Şeyh Edebalinin izindeydiler.
Ali Baba söze girdi:
* Osmanoğulları Bizansa karışınca, beyliği bırakıp padişah oldu. Türkçeyi bırakıp Farisice konuştu. Aslını yitirdi. Ehl-i Beytin peşini bırakıp, Muaviyenin ardına düştü.
Pir Sultan çuşa geldi:
* Doğru söylüyorsun Alican. Gittim gördüm. Sarayların duvarlarını öyle kalın, kapıları öyle çetin ki, öte tarafa geçmek mümkün değil… Halkla aralarına taştan duvar, demirden kapı örmüşler. Bir kez öte yana geçti mi kişi, beride olup bitenlerle ilişiğini keser. Duymaz olur yoksulun ahını, anlamaz olur dertlilerin derdini… Bilirsiniz, Osman Beyin gerçek ismi Osmandır. Atalarının adını bile değiştirdiler. Padişahıyla, veziriyle, şeyhülislamıyla, kadısıyla İslamiyete Muaviyenin baktığı gibi baktılar…. Bunlar Muhammede düşman, imam Aliye düşman, Ehl-i Beyte düşman…. yeryüzündeki güzel olan herşeye düşman… Ben şuna yanarım ki, bizimle aynı çileyi çeken, kimi Türkmen kardaşlarımız, bizlere değil de onlara inanıyorlar.
Canlardan biri:
* Bir yol bulmalıyız Pirim. Anadolunun her yanından dilekler gelir sana, “Pirimiz neden durur?” diye sorarlar.
* Öyle deme can, o sözlerle ezme beni.
Hızır, bütün bu konuşmaların kendisinin haklı bir noktaya getirdiğini varsayıp, yine yüklendi.:
* Benim derdim de o ya Pirim. Osmalıdan bir görev almak. Türkmene hizmet etmek için, gitmek isterim İstanbula. Okuma yazmayı burda öğrendim. Dergahta dine ve bilime dair ne kadar eser varsa hepsini okudum. Hacı Bektaş Veliyi, Abdal Musayı, Baba İshakı ezberledim adeta. Osmanlı tarihini yaşamış gibiyim. Hallacı Mansur benimle sanki. Fakat makam sahibi olmak için ille de İstanbuldaki medreseyi bitirmek gerek.
Pir Sultan, Hızırı İstanbula yollamamak için, ne gerekiyorsa söylüyordu ama, o kararlıydı:
* Gün günden kötü gelir Pirim. Bir yolunu bulursam, medreseye gireceğim. Okuyup yararlı biri olacağım.
Ballıhan atıldı:
* Pirim, anlaşılan Hızır çoktan kararını vermiştir. Destur ver de gitsin.
Pir Sultan, yanıt vermeden kalkıp Ali babanın evine doğru ağır adımlarla yürüdü. Kafası karmakarışıktı. Bir türlü Hızırın İstanbula gitmesine gönlü razı olamıyordu.
Akşamleyin dergahta toplanıldı. Pir Sultan, başka bir çıkış yolu bulamadığı için, destur vermeye karar vermişti. Hızır, karşısında dize geldi. niyaz olup “Himmet senden Pirim!” diye bir kez daha yalvardı. Pir Sultan acı acı güldü ve Hızırın sırtını sıvazladı:
* Var git İstanbula muradına er. Yanlız ki, yoldan çıkayım deme. Yazık edersin emeklerine, emeklerimize….
* Buyruğun başım üstüne Pirim.
Pir Sultan “Şah!.. Şah!..” diye ünlendikten sonra, canların yatıp uyumalarını; erkenden kalkıp Hızırı yolcu etmelerini tembihledi.
Hızır, hevesinden sabahı zor etti. Kalktı. Kapı kapı dolaşarak helallık diledi. Pekçoğu da, bizzat dergahın önüne toplanmış, onu yolcu etmek için bekliyordu. Hızır gelip, onlarla da tek tek helallaştı.
* Helal olsun. Güle güle git, dediler.
Ballıhan, yolda yemesi için erzak hazırlamıştı. Ali Baba, elinde bir keseyle, Hızırın yanına geldi, “Pirimizin armağanıdır” diyerek verdi.
Pir Sultan, bahçedeki çiçekleri gösterip, seslendi:
* Şuradan bir gül kopar Hızırcan. Heybende kurutur, arada bir çıkarıp koklar, buraları anarsın.
Hızır, eğilip gülü koparmaya davrandı. O ne öyle? Gülü koparmak mümkün değil! Yine denedi, olmadı. Bir daha denedi, yine gül kopmadı. Hızır sıkıntıdan kan-ter içinde kaldı. hızır, gülü koparmaya çalışırken, ansızın bir yaşın altındaki tüm çocuklarda bir çığlık koptu. Tümü aynı anda ısırılmışçasına bağırıyordu!
Halk şaşkınlıkla onları izledi. Pir Sultan seslendi:
* Terlediğin yeter Hızır. Anlaşıldı, sen o gülü koparamayacaksın. Fakat İstanbula gidip okuyacaksın, bu belli… Okuyup vezir de olursun, vali de… Fakat, korkarım ki, bu düzen bizi bize kırdırır. Gelip beni asmaya mecbur kalırsın. Benden uyarması. Çocukların çığlığını işittin değil mi?… Vah, vaah, vah ki vah!….
Pir Sultan konuşunca, çocukların sesi bıçakla kesilir gibi kesildi. Hızır, fena halde üzgündü. Bir tek sözcük konuşacak gücü yoktu. Pir Sultan, gülü koparıp, Hızıra verdi. Hızır onu heybesine yerleştirirken:
* Sağol Pirim, eyvallah erenler, dedi ağlamaklı….
* Güle güle git Hızırcan, Şah-ı Merdan yardımcın olsun, diye karşılık verdiler. Hüzünlüydü herkes. Bir cenaze kalkıyor gibiydi.
Hızır, kendisi için hazırlanan ata binip, dört nala köyden uzaklaştı… Pir Sultan, göz pınarlarına dolan yaşları çevresindekilerden gizlemeye çalışırken, Hızırın gittiği yönden bir kartal sürüsü belirdi ve hızla köye doğru yaklaştı!…