Asesler, Sofularda, aşarı almadan gittiler ama, hiç bağışlarlar mı? daha sonra tekrar gelip fazlasıyla götürdüler.
Hızır bütün bu olup bitenler karşısında kahroluyor, bir şeyyapamamanın verdiği eziklikle divane gibi dolaşıyordu.
Olaylar, öylesine “Vahim” boyutlara varmıştı ki, anasının ve nişanlısının acısını neredeyse unutmuştu. Sofularda “Beterin beteri” yaşanıyordu. Çünkü, insanlar, daha kış girmeden, kışı nasıl geçireceklerinin ızdırabını duyuyorlardı.
Tefecilere yeni bir fırsat doğmuştu. Tefeciler, diğer kimi köylere yaptıkları gibi, Sofular halkının da sırtına bir kene gibi yapışıp ilkelerine dek emeceklerdi. Bir verip beş alacaklardı. Görünen oydu. Çünkü dergahlardan gelen yardım, devede kulak bile değildi. Nedeni de, dergahlara gelen bağışların giderek azalmasıydı.
Pir Sultan, dergahta canlarla birlikte oturmuş, şu nefesi söylüyordu.
Dünyada el çek ey divane gönlüm
Ulaş bir üstada, er ile görüş
Mürşidin nazarında yad edersen
İkilikten geçip bir ile görüş
Mürşide yüzünü sürmek dilersen
Emrine zatına ermek dilersen
Hakkın cemalini görmek dilersen
Nur ile nur olup sır ile görüş
Sen nefsini öldür, olagör yeksan
Erler meydanında olagör kurban
Yedi iklim dört köşede lamekan
Erenlerin sırrı nur ile görüş
Aşıkı sadıklar ölegelmişler
Ağlayanlar bir gün gülegelmişler
El ele, el Hakka yola gelmişler
Tanı kendi özün Pir ile görüş
Pir Sultanım kemter kuldur Şahına
Hünkar Hacı Bektaş nazargahına
Deli gönül hak ol düş dergahına
Er olayım dersen er ile görüş.
Deyişini yeni bitirmişti ki, Gözcü Ali Rıza içeriye girdi. Kapıya yakın oturan Ali Babanın kulağına birşeyler söyledi. Ali Baba ayağa kalktı. Destur istedi. Sırtını Dedeye çevirmeden arka üstü yürüyüp dışarıya çıktı. Az sonra geldi. Pir Sultanın karşısında dara durdu. O gün Rehberlik görevi Ali babadaydı.
* Pirim, eğer ruhsatın olursa, Sofular köyünden Hızırcan bize katılmak diler. Gelmiş kapıda bekler. Yanında helallık dilemek için getirdiği köylüleri de var.
Pir Sultan, kucağındaki bağlamayı duvara yasladı ve,
* Hoş gelmiş talibimiz. Sefalar getirmiş, diyerek, bağdaş kurmuşken, dize geldi.
Ali Baba:
* Buyruğunuz başım üstüne Pirim, dedi ve edep-erkan gidip, kapıda bekleyen Hızır ile diğer canları içeriye aldı.
Hızır daha önce de bir çok kez, dergaha gelip gittiği için cem cemaatın yabancısı değildi. Acemilik çekmeden içeriye girdi. Ali Babanın yaptığı gibi, onunla birlikte, Pir Sultanın karşısına geçip, dara durdu. Diğer canlar ise ayakta bekleyerek, Dedenin buyruğunu beklediler. Pir Sultan gülbengini verince, sırasıyla gelip, ona niyaz oldular. Sonra da kendilerine gösterilen yere oturdular.
* Hoş gelmişsin Hızırcan. Sefalar getirdiniz canlar!…
* Ruhsatına minnet Pirim.
Ali Baba:
* Bismişah, Allah Allah!… Canu dilden bağlayıp bel evliya erkanına, hamd-ü-lillah yine durduk Pirimiz divanına. Çok kusurum var aman, el aman. Zikrederek, sığınıp geldim erenler lütfuna, ihsanına… Canım kurban, Pirimiz fermanına….
Pir Sultan buyruk verdi ve ikisinin birden karşısında dize gelmesini istedi. Dize geldiler.
Ey talip bu bir uzak yoldur gidemezsin.
Demirden leblebidir yiyemezsin.
Ateşten gömlektir giyemezsin…
Erenler buyurmuş ki, gelme gelme, dönme dönme.
Gelenin malı, dönenin canı…
Hızır:
Allah Allah.. Allah Allah!
Yüzüm yerde, özüm darda…
Canım kurban, tenim kıldım bu yola terceman.
Komşular, karındaşlar; bu fakirden ağrınmış, incinmiş var ise,
Dile gelsin, bile gelsin.
Hakkını istesin. İstesin ki, almışsam vereyim, dökmüşsem doldurayım…
Allah, eyvallah, hu dost!…
Pir Sultan, gözlerini canların yüzlerinde gezdirdi.
* Canlar, erenler!… Hızırcanı iyice duyanlar. İşittiniz ki, can Hızırcandan, ağrınmış, incinmiş?.. varsa çekinmesin, söylesin. Bu divan ulu divandır. Çıksın ortaya, istesin hakkını. Çünkü bizim aramızda, arınmamışın yeri yoktur. Bu kapı doğruluk kapısıdır, eğriliğe yer yoktur. Hızırcandan şikayetçi olan var mıdır?
Canlar dile gelip haykırdılar:
* Yoktur.
* Deyin canlar, talibimiz Hızır, bir yaramaz kişi değildir, he mi?
* Değildir!
* Yoksulu soymamış, yetim hakkı yememiş, harama el sürmemiştir he mi?
* Sürmemiştir.
* Eline, diline, beline kavi; Oniki İmam ikrarına havidir, değil mi?
* Hu
Hızır, verilen bu ak-pak yanıtlar karşısında aşka geldi ve Pir Sultan Abdalın şu dörtlüklerini söyledi:
Erenlerin erkanına yoluna
Ta ezelden aşık oldum erenler
Can-u gönülden soruştum, dolaştım
Şükür mürşidimi buldum erenler…
Pir Sultan Abdal, son sorusunu Hızıra sordu.
* Dile geldin, bile geldin, de hele bakalım Hızırcan. Senin bir derdin, bir dileğin, bir bildiğin varmı, Pirlerimizden…. Aşk ola!… Ey talip, cesaretine can verdi, kalbine iman verdi. Söylemeye dil verdi. Tutmaya el verdi. Son kez söylüyorum; ağlattığın var ise güldür. Döktüğün var ise doldur. Yıktığın var ise yaptır.
Pir Sultan, Hızır ile Ali Babanın rahat oturmalarını istedi. Serbest oturdular.
Hızır, büyük bir sınavdan başarı ile geçmişti. Ne döktüğü vardı, ne de ağlattığı; ne aldığı vardı, ne de yıktığı…. Kendine olan güveni bir kaç kat daha artmıştı. Pir Sultanın gözlerinin içine bakarak onun sözlerine, onun şiiriyle yanıt verdi.
Yol aşığıyım, özüm Hakka bağlarım
Coşkun sular gibi akar çağlarım
Eşiğine yüzüm sürer ağlarım
Medet hey erenler, el aman medet…
Allah, eyvallah hu dost!…
Pir Sultanın gözleri, sevinçten dolup taştı.
* Hep birden gördünüz canlar. Hızır, dergaha girmeye oldukça yaklaşmıştır. Aranızdan biri çıkıp, bir hak dilemediğine göre; bize, onu yola kabul etmek düşer. Hızırcan, canlar arasına girmeye hak kazanmıştır. Bu yüzden derim ki, ikrarın vaktidir.
Hızır, “Bismişah, Allah Allah!” dedikten sonra, gür bir sesle bu kez de şu dörtlüğü okudu:
Hizmetine Merdan ile dil bendini
Gusuvarı kılmışam Pir bendini
Rehber ile Pire ettik ihtida
Taktı Selman boynuna tığbendini…
Önemli bir kararın eşiğinde olan Pir Sultan Abdal:
* Hızırcan, bizim gözümüze iyisin, Hak tealanın indinde de iyi olasın. Şimdi ikrarın tamam olmuştur. Bak Hızır, bir gün darda kaldığında, ikrarında dönmeyi muratlarsan, şunu bilesin ki, ölüm yeğdir. Bizde dönmek yazılı değildir. Ölmek vardır, dönmek yoktur. Neden dersen; biz hak erenlerindeniz, Hak yoluna can verenlerdeniz. Bu yolda ölüm Hak, eza oyuncak gelir bize…. Sen sen olasın, ikrarından dönmeyesin….
Hızırın göz pınarlarından yaşlar dökülüyordu.
Pir Sultan, onlara tanıklık eden canlara döndü ve şöyle dedi:
* Ben sordum, siz söylediniz. Sakladığınız varsa, büyük vebal altındasınız…. Madem ki, karşı olanınız yok; o halde Hızırcan, aramızda bulunmaklığa başkoymuş ikrar vermiştir. Ayağı, dergahımıza gudumlü gele…. Dirliğimiz, birliğimiz daim ola!… Allah, eyvallah! Gerçeğin demine Hu!..
Pir Sultan, yanında duran bir kulaç uzunluğundaki tığbendi alıp ayağa kalktı. Hızır, Ali Baba ve diğerleri de kalktı. Pir Sultan tığbendi Hızırın beline bağladı. “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” diyerek üç düğüm attı.
Pir Sultan:
* İşte bu ikrar üzere, tığbendi çekiyorum. Bak Hızırcan, bu canlar hep senin kardeşlerindir. Sen sana sahip ol, yanlış yol tutup, kötü iz izleme. Gözünle görmediğini gördüm deme, kulağınla işitmediğini işittim deme. Komşu hakkını, Tanrı hakkı bil. Kaçanı kovalama, aman diyenin üstüne gitme. Kendine reva görmediğini başkasına reva görme. Kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapma. Biz yetmişiki millete aynı nazardan bakanlardanız. Irk, dil, din ayrımı bizde yoktur…
* Sen hiç küşümlenme Pirim. Biz, bu yola can baş ile sarılmışlardanız. Bu can bu tende durduğu sürece, Şahı yerde koymayız.
* Eyvallah Hızırcan, sen bunları dedikten kelli, bizim başka söyleyecek sözümüz yoktur. Aramıza hoş geldin…
Pir Sultan yerine oturdu. Hızır ve Ali Baba secde edip niyaz oldular. Ali Baba, Hızırı aldı, dergahın dışına götürdü.