"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Haydarın gözleri sevinçten öyle bir ışıdı ki!

Günlerden bir gün, Yıldızeline bağlı Banaz köyünden Haydar adındaki yağız delikanlı, Seyit Ali Sultan Dedenin dergahına geldi. onun huzuruna çıkmak istediğini Ballıhan babasına iletti. Divanda başkalrı da oturuyordu. İçlerinde Haydarı tanıyanlar da vardı. Haydar, kapıdan içeriye girince, elini göğsüne pençe yapıp “Hu” çekti. Eğilip el-etek öptü. Daha sonra da ayağa kalktı ve dedenin karşısında dara durdu, nefes almamacasına….
Dede:
* Buyur can, dilediğin nedir? diye sordu. Haydar bir iki yutkunduktan sonra dili çözüldü ve şunları söyledi:
* Erenler, adım Haydardır. Banaz köyündenim. İzniniz olursa ben de dergahınıza katılmak dilerim. Yaşım yirmiyi aştı. Gerçi neyin ne olduğunu az-çok bilirim lakin, kendimde büyük eksiklik görüyorum. Can gözüm kapalı… Dünyayı, insanları gönül gözü ile bilip tanımak dilerim. Himmet edin, dergahınıza gireyim. Gireyim de gönlüm dillensin, kafam aydınlık olsun… Destur verin ki, aşk odunda bir güzel pişip, kendimi bulayım….
Dede, Haydarı sabırla dinledi ve divandakilere haydarı tanıyıp tanımadıklarını sordu. “Tanıyoruz” dedi bir kaçı: “O da ded oğludur!” dede buna memnun oldu ve “Bismişah, Allah Allah” diye ünledi. Ardından da Haydarı tanıyanlardan, onun için helallık diledi:
Canlar hep birden “Hu” çekende, Haydarın gözleri sevinçten öylesine ışıdı ki, dergahtan taşan aydınlık bir anda Yıldızelini bir uçtan bir uca sardı.
Haydarın durumunu gören dede, bir can daha kazanmanın verdiği sevinçle, için için mutlandı. Oturduğu yerden doğrulup diz çöktü ve ona şu öğüdü verdi:
* Bak Haydarcan!… Bu ocak öyle bir ocaktır ki, eğrilik kabul etmez. Yunus Emre efendimiz…
Sözlerini burada kesti. Sağ elinin işaret parmağının üst kısmını dudaklarına götürerek usulca öptü. Konuşmasını şöyle sürdürdü:
* Aha bu onun niyazı olsun. Hacı Bektaş Pirimizden devrolma Tapduk Emre Dergahına tam kırk yıl hizmet verdi. Bu arada odun da taşıdı. Ama hiçbir gün, eğrisini getirmedi. Bu kapı öyle bir kapıdır ki, eğri odun bile yaraşmaz. Bunu böyle bilesin. Eline, diline, beline sahip olasın. Bak güzel oğlumdedelerimiz ne demişler; gelme gelme, dönme dçnme! Gelenin malı, dönenin canı canı!… Dönmeyi muratlanacaksan, hiç bu yola revan olma. Bu yol çetin bir yoldur, yorulursun. Benden söylemesi. Pişman olmayasın! Dedenin, babanın kemiklerini sızlatmayasın!
Haydar kendisinden emin bir şekilde şu yanıtı verdi:
* Olmam Dedem. Her bişeyi düşünüp öyle karar vermişim. Dede oğluyum lakin, bilim ve görgüden yana çok bi eksikliğim vardır. Hünkar Hacı Bektaş Veli buyurmuş ki; “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır!” bu yol demirden leblebi de olsa, dikenli de olsa yürüyeceğim. Bilim ve de gerçeğe canım kurban….
Haydarın bu denli kararlı olmasına çok sevinen Seyit Ali Sultan Dede, sağ elini göğsüne pençe yaptı ve şunları söyledi:
* Eyvallah Haydarcan. Sen bunu dedikten kelli, bizce hayır dilemekten başka yapaçak şey yoktur. Gerçeğe Hu!.. Otur bakalım şimdi. Niyazın ve darın kabul ola… Diz çök de otur, rahat et….
Haydar dardan çözüldü. Eğilip dedenin avucunun içini öperek birkez daha niyaz oldu. Sonra iki adım geri çekilip diz çöktü.
Dede:
* Berhudar ol Haydarcan. Lakin bir daha soruyorum. İkrarında kavim misin? gelirken köyünden, yakınlarından helallık isteyip aldın mı?
* Diledim. İkrarımda kaviyim.
* Bismişah Allah Allah!… Ya Allah, ya Muhammed, ya Ali!…. kendisi de bir bel oğlu olan Haydarcanın ayağı dergahımıza hayırlı gudumlü gele, bütün canlar irşad olup, birbirine zarar-ziyan vermeye!… Haydin canlar, pir aşkına birbirimize niyaz olalım ve şimdiden kelli, kapımızı Banazlı Haydara açık tutalım.
Bütün canlar “Hu” çektiler. Birbirine niyaz oldular. Haydar orada bulunan herkese niyaz oldu.
Haydar, o günden başlayarak, dergahın hizmetine girdi. Tam beş yıl gece-gündüz demeyip, o dostluk ve muhabbet kapısına eli erdiğince, gücü yettiğince katkıda bulundu.
Odun taşıdı, su getirdi, karasabana öküzleri koşup çift sürdü. Hasat kaldırdı, konuk ağırladı, aç doyurdu….
Harama hiç el sürmedi. Onun eliyle Seyit Ali Sultan Dede Dergahına bir tek haram lokma getirmedi. Eline, diline, beline sahip olmak; onun da diğer canlar gibi hiç aklından çıkarmadığı temel ilke oldu.
Bu arada cemlere katılıp “Hak kelamı” dinledi. Allahı, Muhammedi, Aliyi, Hacı Bektaş Veliyi, Hasan ile Hüseyini, imamları, beşleri, kırkları, fatma Anayı, Sakineyi ve de Muaviyeyi, mervanı, Yezidi öğrendi…. İmam Cafer Buyruğunu okudu. Yunus Emrenin, Kaygusuz Abdalın, Abdal Musanın nefeslerini öğrendi.
Güzeli çirkini, iyiyi kötüyü, haklıyı haksızı, zalimi mazlumu ve bunlara benzer daha nice çelişkiyi, ermişlerden dinledi.
Artık onun da “Can gözü” açılmış, o da “Gönül gözü” ile çevresine bakmaya başlamıştı.
En önemlisi, haydar da artık “Velilik” makamına erişmişti. Ancak bunun kendisi de ayırdında değildi. Ayrıca bu çileden kurtulmak gibi bir beklentisi de yoktu. Haydar, dergaha ve dolaysıyla halka hizmet, Hakka hizmet sayıyordu.