Gerçi, Onun yaydığı düşünce gelişip güç kazandı ama, Hacı Bektaşa karşı olanlar da, yeni yöntemler geliştirip, köylüler üzerindeki zulüm ve baskılarını sürdürüyorlardı.
Hacı Bektaşın öğretisini, bir sonraki kuşağa aktarma görevini üstlenenler, aynı amaç uğruna ter döküp hamı has, çirkini güzel, miskini çalışkan kılmak için didinirken; emekçi köylünün hayrını istemeyenler, ışkın süren bu dallar kurusun diye ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı.
“Can marifet ile dirilir. Marifetli can erenler canıdır. Marifetsiz can hayvanlar canıdır.”
Bu arada, dedeler, aşıklar, Hacı Bektaş Dergahında pişip içazet sahibi olanlar, Hacı Bektaş öğretisini, tüm boyutlarıyla anlatıp; halkı, kendi benliklerini yetirmeden, “Bir olmaya, diri olmaya, iri olmaya” çağırıyorlardı.
“ Yola birlikte gidilir.”
“ Karanlıkta yürüyen, yolunu şaşırır.”
“ Oturduğun yeri pak, kazandığın lokmayı hak et!”
“ Kendine reva görmediğini, başkasına reva görme!”
İşte, Hacı Bektaş Velinin çizdiği bu aydınlık, bir an bile Pirlerden birisi de, Yıldızelini yurt edinmiş olan ay yüzlü Seyyit Ali Sultan Dedeydi…
Otuz yıllık can yoldaşını, bir yıl önce Hakka uğurlayan Seyit Ali Sultan Dedenin, Ballıhan ve Ümmühan adında iki kızı vardı. Kızlar öyle güzeldi ki, her biri birer ay parçası….
Seyit Ali Sultan Dede, Kızılbaş-Bektaşi geleneğinin sürmesi için, gece-gündüz demeden çalışıyor; Cem yönetiyor, aç doyuruyor, küsleri barıştırıyor, köylülerle yönetim arasında köprü görevi yapıyordu.