"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Osmanlı Döneminde Alevi Başkaldırıları

Halk katmanlarının alt kesimlerinden oluşan Alevi toplulukları, tarih boyunca, bulundukları ülkelerdeki iktidarlarla mücadele etmişlerdir. Anadolu Alevileri ise kuruluşunda etkin biçimde görev aldıkları Osmanlı Devletinin hedefi haline gelmişlerdi. İktidarla halk arasındaki çatışmanın yansıması olan bu durumu ihanet gibi algılamak doğru değildir. Alevilerin Irandaki Alevi yönetimine sempatileri olduğu kesindir. Çünkü; o devletinde kurucu gücü Anadolu Alevisidir.ayrıca; bu sempati işi tersten de olmuştur. İrandaki Sünni kesimlerde de Osmanlıdan destek ve yardım görmüşlerdir. Bunun böyle olduğunu, Osmanlı sarayında yazılan fermanlar açıkça gösteriyor.
Başbakanlık Arşivlerinde bulunan 30 numaralı Mühimme Defterinde 186 numara ile yer alan 1577 tarihli padişah fermanına bakıldığında bu saptamanın doğruluğu görülecektir. Özetle şunları söylüyor ferman:
“Şehrizol Beylerbeyine Hüküm:
Şah tarafından Solak Hüseyin, Pelangan aşireti üzerine gönderilmiş, malları yağma ettirilmiş, pelangan aşireti Sünni olup bu tarafa muhabbeti olduğu bildirilmektedir. Şimdi suhl zamanıdır. O taraftan sulha aykırı bir hareket olmayınca, bu tarafta da bir şey yapılamaz. Pelangan beylerine mektup yaz ve barış bozulursa, kendilerinin bu tarafa alınacaklarını bildir.”
İranda Sünni kesim üzerinde oluşan baskı karşısında, buradaki Sünni boyların Osmanlıdan yardım istediği anlaşılıyor. Yaşayabilmek için buna zorunlu olan Pelangan aşiretini nasıl vatan haini veya beşinci kol sayamazsak, Anadolu Alevilerini de sayamayız. Üstüne üstünlük bu horlanan ve kırılan bu halk, çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunun kanıtını, saraydan yazılan fermanlarda bulabiliyoruz. 71 Numaralı Mühimme Defterinde 118 numara ile yer alan bir fermanda özetle şöyle deniyor. “Rum vilayetinin (Anadolunun) halen çoğunluğu Alevidir. Bunlar Irana sevgi duymaktadırlar. Nezirlerini Irana yollamaktalar. İrandan gelenler bunlar arasında propaganda yapıyor. Bunlardan üçü yakalanmıştır. Bundan sonra da böyle dikkatli olun ve asla bu tür çalışmalara fırsat vermeyin….”
Osmanlı yönetimi, bu çoğunluğun baskı altında tutulması için gizli ve açık bütün baskı yöntemlerini kullanmıştır. Osmanlı dönemini, Türk halkının veya Anadolu insanının mutluluk dönemi gibi gösterenleri, bizzat saraydan yazılan fermanlar yalanlıyor. Osmanlı yönetiminin en muhteşem dönemi sayılan 16. yüzyıl, Anadolu insanının, özellikle de Alevilerin kan kustuğu bir çağdır. Anadoluya yüzyıllar boyunca bir çivi bile çakmayan Osmanlı yönetimi, halk üzerinde korkunç bir terör estirmiştir.
Belgelerin ortaya çıkardığı bir gerçek daha var; Iranda oluşan Alevi gücü nedeniyle Osmanlı yönetimini, Anadolu Alevileri üzerine öyle açık açık gidemiyor. Fakat, yapacağı zulmü başka bahaneler yaratarak yine yapıyor. “Gizli katliam dönemi” diye adlandırabileceği bu döneme ilişkin, Osmalı sarayından valilere yazılmış fermanlardan bazı örnekler vereceğiz.
Başbakanlık Arşivlerinde bulunan ve Osmanlı devletinin resmi belgesi olan bu evrakın sahte olmasına, şunun veya bunun kişisel görüşünü yansıtmasına asla olanak yoktur.
29 Numaralı Mühimme Defteri, tarih: 1576, Belge No: 488:
“Zülkadir Beylerbeyine hüküm: Iran ile ilişkisi bulunan Rafizileri (Alevileri), başka bir nedenle suçlayarak toplayıp öldürün. Yanlız Rafızi olanları ise hapsedin. Sonucuda başkente bildirin. (Fermanın bir sureti halep beylerbeyine yollanmıştır)”
Aynı defterdeki, 489 numaralı ferman özeti:
“Bosyan ve Bozyan Beyi Behlül Beye hüküm: Iran ile alakası bulunan Alevilerin gizlice araştırılması. Bunların başka bir bahane ile idam edilmesi…”
Aynı deftarden, 490 numaralı ferman özeti:
“Bozak Beyi Çerkeş Beye Hüküm: sancağınızda bulunan rafizilerden Iran ile ilişkisi bulunanların araştırılarak tespit edilmesi… Bunların, başka bir bahane ile idam edilmeleri…. Iran ile ilişkileri bulunmayan Alevilerin ise saptandıktan sonra Kıbrısa sürülmeleri…. (Bir Sureti Kırşehir Beyine,”)
30 Numaralı Mühimme Defterinde de aynı tavrı yansıtan fermanlar bulunuyor. 488 Numaralı ferman; “defterini dürmek” deyiminin ne olduğunu açık açık göstermesi bakımından öğreticidir. Belge özetle şöyle:
“Bozok Beylerbeyine hüküm: Kızılbaşlıkla suçlanan kişilerin yazıldığı defter suretleri gönderilmişti. Bu kişiler soruşturulsunlar, Kızılbaşlıkları gerçekse, idam edilsinler. Lakin, yanlız ithamla kalmışsa, (Kızılbaş oldukları kanıtlanmamışsa) bunlar Kıbrısa sürülsün.
1577 tarihli bu fermanın birçok benzeri var. anadoludaki bütün yöneticilere bu tür fermanlar yollanmış bulunuyor. Devlet gizlice, bütün Alevilerin katledilmeleri için karar alıyor; bunu uygulatıyor. Bulunan suçlar da, genellikle, “Hırsızlık yaptı, yol kesti, çeteci” türü şeyler. Bu Aleviler, geceleri evlerinden gizlice alınıyor, bir çuvala konulup ucuna taş bağlandıktan sonra Yeşilırmak, Kızılırmak gibi sulara atılıyorlar, boğuluyorlardı.
Aleviler, içlerine casus dahi sokularak saptanıyor. Adları bir deftere yazılıyor. Deftere adları yazılanlar daha sonra öldürülüyorlar. Yani, “defterleri dürülüyor”. Alevilerin Anadoluda yok edilmeleri için Osmanlı yönetimi elinden gelen bütün uygulamaları gerçekleştirmiştir. Korunaksız köylüler üzerinde oluşturulan dört yüz yıl öncesinin bu terörü karşısında, yaşama mücadelesi veren Aleviler, sıkı bir içe kapanma yolunu seçmişler; kentlerden, ulaşım noktalarından uzaklaşmışlardır.
Osmanlı yönetiminin katliam defterlerine adları yazılmasın diye, pek çok Alevi de yolunu bırakmış, Sünni görünmüş, daha sonra da Sünnileşmiştir. Böylece, Anadoluda çoğunluktaki Alevi nüfuzu azınlığa inmiştir.
Osmanlı yönetiminin yaptığı zulmün birinci derecede sorumluları da Osmanlı din alimleridir. Allah adına fetva ve dolaysıyla karar veren bu sarıklı cellatlardan en tanınmışı Ebussuud Efendidir. Bu mollanın yobazlığı o derece ileridir ki, halk arasındabağnaz kafalılara, onun döneminden itibaren, “Ebussuud Efendinin torunu (erkeklere), gelini (kadınlara)” denilmeye başlanmıştır. Deyim olarak bu söz yaygınlaşmıştır. Tarih kitaplarında büyük alim diye tanıtılan bu Alevi düşmanı yobazın 16. yüzyılda verdiği fetvalardan uzunca bir bölümü, bu günün diliyle, Osmanlıda Karşı Düşünce adlı çalışmamızdan aktarıyoruz.
Soru: Bir kişi açıktan açığa Ramazan gününde yemek yese, sorgulamasa sırasında, “Özrün yokken neden yemek yiyorsun?” diye sorulduğunda yine, “Ramazan hadistir, düzme koşmadır…” diye cevap verse ve bu sözünde dirense, ona ne yapmak gerekir?…
Cevap: Elbette öldürülmesi gerekir….
Soru: Hüseyin soyundan gelen bazıları (seyyidler), “Ibadetle ilgili kurallar bizi bağlamaz. Biz öbür dünyada ahiret kurallarından sorumlu tutulmayız. Biz cennete gireceklerdeniz….” deseler, bunlara ne yapılmalıdır?…
Cevap: Bu inanç üzerinde direnir de Müslümanlığa (şeriat yoluna) gelmezlerse dinsizlikleri anlaşılmış olur, bu nedenle de öldürülmeleri gerekir….
Soru: Bazı Sufiler, “Bize şeyhimiz böyle buyurdu…” diye sürekli olarak zikretseler, onlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Şeyhleri olan dinsizinbuyruğunu Tanrı peygamberinin buyruğuna yeğlendikleri için (diğer ibadetleri yapmayarak…) tümününm öldürülmesi gerekir….
Soru: Kızılbaş topluluğunun, dine göre topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu?
Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbettedinimize göre helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır… bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur.
Soru: Kızılbaşların öldürülmesi, Islam Sultanına (Osmanlı padişahına) düşmanlık besledikleri için mi şarttır, yoksa başka nedenleri de varmı dır?…
Cevap: Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler….
Soru: Kızılbaşların önderinin Tanrı Peygamberinin (Muhammedin) olduğu söyleniyor. Bu durumda, Kızılbaşların öldürülmelerinin helal olduğundan biraz kuşku duyulamaz mı?…
Cevap: Haşa, en küçük kuşku duyulmaz. Kızılbaşların yaptıkları kötü işler, o temiz peygamber soyuyla bir ilgilerinin olmadığını göstermeye yeter. Ayrıca babası Ismail (söz konusu Şah Ismaildir) ortaya çıktığında, İmam Ali-ül Rıza, Ibni Musa-ül Kazımın mezarının bulunduğu ve diğer yerlerdeki büyük seyyidleri zorlayarak kendi soyunu da onlarınikinden göstermek istedi. Direnenleri öldüttü. Bazı seyyidleri kıyımdan kurtulmak için bu isteğe boyun eğmişler, fakat dikkat edenlerin anlayabilmesi için de onun soyuna kısır bir seyyide bağlamışlardır.
Ayrıca, soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz olunca diğerkafirlerden ayrımı kalmaz.ancak ve ancak doğruluğu tartışılmayacak olan kutsal şeriat töresine uyanlar ve onun sağlam kurallarını koruyanlar peygamber soyundan olabilirler. Örneğin, Kenan, Nuh Peygamberin oğluydu ama onun yolundan çıkmıştı. Nuh Peygamber, Kenanın kurtulması için yalvardığında, tanrı, “O, senin soyundan sayılmaz…” demiş, Kenan da, öbür kafirlerle birlikte boğulup cezalandırılmıştı…
Eğer büyük peygamber soyundan gelmek azabdan kurtulmaya yetseydi, Adem Peygamber soyundan geldikleri için, bütün kafirler bu dünyada ve öbür dünyada asla azaba düşmezlerdi….
Soru: Kızılbaşlar, Şii olduklarını söylüyorlar, “Lailahe ilallah” diyorlar. Kendilerine karşı uygulanan bu ölçüde sıkılığın nedeni nedir? ayrıntılı ve geniş geniş açıklar mısınız?…
Cevap: Onlar Şii de değildir. Zaten, “Yetmiş üç yoldan ehli sünnet dışındakiler yanacaktır…” diyen Peygamberimiz durumu aydınlatmıştır. (Aleviler, bu hadisi kendileri için söylemiş sayarlar ve kendilerini “tarikün necat” kurtulmuş topluluk sayarlar. (Rıza Zelyut) Kızılbaşlar, yetmiş üç yolun tam olarak birinden değildirler. Her birinden bir parça kötülük ve bozgunculuk alıp kendi isteklerine göre yarattıkları sapıklık ve küfürlerine katarak bir sapıklık ve dinsizlik mezhebi kurmuşlardır. Bu kötü durumlarını gün gün artırmaktadırlar. Bunların sürüp giden, bilinen suçlarına bakarak kutsal din yasalarına (şeriate) göre şu yargılara varırız:
O zalimler, ulu Kuranı, kutsal şeriatı ve Islam dinini hafife almakta, dinsel kitaplara söverek ateşe atmaktalar. Gerçek din bilgilerini (şeriat alimlerini) bu bilgileri yüzünden kırmakta, önderleri olan sapık haini Tanrı yerinevkoyarak ona secde etmekteler. Ayrıca haram olduğu sağlam ayetlerle saptanmış olan bütün yasakları da helal sayıyorlar. Ayrıca Ebu bekir ile Ömere lanet ettiklerinden dolayı da kafirdirler. Ayrıca, doğruluğu tartışılmayacak olan Ayşewnin (Peygamberin ailesi) erdemine ilişkin birçok ulu ayet inmişken, bunlar Ayşe anamıza diluzatarak Kuranı yalanlamakta ve böylece de kafir olmaktalar. Ve yine Ayşeye yönelik suçlamaları ile peygamberimirin kutsal büyüklüğüne leke sürerek bu yolla peygambere sövmüş sayılırlar. Bu yüzden bütün Kızılbaşların, büyüğü küçüğü ile, kentleri ve eserleriyle yok edilmeleri şarttır. Bunların kafir olduğundan kuşku duyanlar da kafir olurlar…
Kızılbaşlar. Imam-ı Azam ve İmam Sufyan-ı Serviye göre, eğer tam anlamıyla tevbe eder de Islamiyete dönerlerse ölümden kurtulurlar. Fakat İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hambel, İmam Leys bin Sad, İmam Ishak bin Rahuya ve öteki din bilginlerine göre bunların tevbeleri de kabul edilmez. Elbette boyunlarının kesilmesi gerekir.
Hz.Imam (Ebu Hanife) onların hangi yanın inancını benimserlerse o yandan olacaklarını söylemiştir. Bu yargı bilinir…
Kızılbaş askerleri için ne yapılması gerektiği konusunda bir ikilik yoktur. (öldürülmeleri gerekir.) Fakat köylerde ve kentlerde kendi hallerinde doğrulukla oturup Kızılbaşların nitelik ve davranışlarından arınmış, dışları da buna uygun kimselerin, yalanları ortaya çımadığı sürece, diğerlerine uygulanan uygulamalardan (katliamdan) kurtulmaları gerekir.
Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kafirlerin yok edilmelerinden daha önemlidir. Örneğin Medine çevresinde kafir çokken ve Şam henüz ele geçirilmemişken, Ebu Bekir kafirlere saldırmayı değil yalancı Müseylemeye bağlı bu döneklere saldırmayı yeğlemiştir. Ali zamanında Haricilerin kırılması da böyle olmuştur. Bu kesimin kötülükleri çok büyüktür. Bunlar kötülüklerini yeryüzündesilmek için çok çaba harcamak, ne gerekirse yapmak lazımdır.
“Kendisinden yardım istenilen ve kendisine bağlanılan Allahtır. Ey Tanrım, günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affet. Ayaklarımızı sağlam yere bastır. Kafirlere karşı bize yardımcı ol.”
“Bunu, efendimiz ve en üstünümüz, zamanın büyüğü, Islam ve zafer diyarının müftüsü Ebussuud yazdı. Sene: 955 (Miladi, 1548).”
Soru: Nahcivan seferinde ele geçirilen Kızılbaş evladı kul olur mu?…
Cevap: Olmaz….
Soru: Padişah buyruğuyla Kızılbaş topluluğu kılıçtan geçirilip büyüğü küçüğü tutsak alındığında, yakalananlardan bazıları Ermeni olduklarını söylerse, bu durumda kurtulur mu?..
Cevap: Ermeniler kurtulurlar. Eğer Ermeniler, Kızılbaş askeri ile birleşerek Islam askeri (Osmanlılar) üzerine gelmişlerse dine göre tutsak edilemezler…
Soru: Dört halifeye söven ve Kızılbaş olduğu bilinen birisini öldürene ne yapılır?
Cevap: Eğer bu nedenle yapmışsa, hiçbir şey yapılmaz…
Soru: “Peygamberin kimdir?…” denilen birisi, “bilmem” diye karşılık verse ne olur?…
Cevap: O kişi, gerçek de, yalan da söylemiş olsa kafir olmuş olur…
Soru: Bu konuda bazı kişiler o kişiye, “Peygamber yolundan (şeriattan) çıkma, peygamberini tanı, utan…” deseler, o da öfkeyle, “Ben peygamber bilmem.” Dese, dine göre kendisine ne yapmak gerekir?
Cevap: O kişi kafirdir, öldürülmesi gerekir…
Soru: Müezzin ezan okurken, bir kişi, “Bin kere seslensen, bizden sana varan olmaz…” dese, ona ne yapmak gerekir?….
Cevap: Bunu söyleyen kafirdir, dolaysıyle öldürülmesi şarttır.
Soru: Bir kişi, diğerine, “Bana Tanrıyı buluver…” dese, diğeri de, “Kuranı klavuz alır, peygambere uyarsan Tanrıyı bulursun…” dese, öfkesi yine, “Onlara ne gerek var? Ben onlarsız da bulurum…” diye konuşsa, yahut da “buldum…” deyiverse ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Dinsizdir öldürülmesi şarttır…
Soru: Bir kişi, “Bana Isa Peygamber gibi gökten sofra iner. Birçok insanı vebadan ve başka belalardan kurtardım, kurtarırım. Dilediğimi de kötü duruma düşürürüm…” dese ne yapmak gerekir?…
Cevap: Bu kişi deli değilse dinsizdir. Derhal yakalayıp sorguladıktan sonra hakkından gelmek gerekir…
Soru: Birisi, “Dolu cennetten, boş cehennem yeğdir…” diye şaka yollu konuşsa, ne gerekir?…
Cevap: O kişi kafir olur.
Soru: Birisi haşri yadsıyıp, “Mümine haşir yoktur…” dese, ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Öldürmek gerekir…
Soru: Bir bölük insan, namaz kılmayıp Ramazan ayının farz olduğunu yadsısa ve Ramazan gelince oruç tutmasalar, bunun nedeni sorulunca da, “Biz yoksul insanlarız. Bize beş altı gün tutmak yeter…” deseler ve yine “şarabın yapıldığı bağlara bakan bizleriz. O bizim emeğimizdir, bu yüzden bize helaldir…” deseler ve kadınlarıyla birlikte şarap içseler… Ayrıca kafirlerin toplantı günleri gelince o günlere kafirler gibi uysalar, saygı duysalar… bunun gibi şeriata aykırı birçok davranışları olsa, bu insanlara ve bunlara Müslüman gözüyle bakıp söz ve davranışlarını benimseyenlere ne yapmak gerekir?
Cevap: Bunlar kafirdirler. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Birisi şarap içse ve içerken haşa, “Bu şarap güzel bir nesnedir, hoş şeydir. Bunu içmeyenlerin ağzını, avretinifilanlayalım…” diye söverse, diğer birisi de, “Iyi dersin…” dese, bunlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Ikisi birlikte kafirdir. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Bir Müslüman diğer bir Müslümana cima kastıyla dinine, imanına, ağzına sövse ne olur?
Cevap: Kafirdir, katli helaldir.
Soru: Bir kişi diğerine selam verirken, “Aşk olsun..” dese diğeri de “ya hu…” diye karşılık verse bunlara ne yapılır?
Cevap: Yüce Tanrının saptadığı selamı beğenmeyip o şekilde selamlaşırlarsa kafir olurlar.
Soru: Bir kişi, diğer iki kişiyi dinsizlikle suçlarsa o iki kişiye ne yapılır?
Cevap: Bir şey yapılmaması gerekir. Belki dinsiz değildirler…
Soru: Ya bir tanık bulununca, o zaman ne yapılır?
Cevap: Dinsizlikleri anlaşılmış olur ve öldürülmeleri gerekir…
Soru: Kafir düğününe, “Mübarek olsun” diyene ne yapılır?
Cevap: Eğer “Mübarek” dediyse kafirdir.
Soru: Bir kişi, “Şarap içersem peygambere sövmüş olayım.” Dese ve daha sonra da şarap içse, ona ne yapılır?
Cevap: Kafirdir, katli helaldir.
Soru: Şeyh Bedrettin Simavi ki “Varidat” sahibidir “Bedrettin yandaşlarına küfür ve lanet etmeyen kafirdir.” diyen birisine ne yapmak gerekir?
Cevap: Aslında, Bedrettin yandaşı olanlar kafirdir, demek doğrudur. Diğer kafirleri olduğu gibi bunların adını daanmayıp lanet etmeyen kendi halindeki Müslümanlar kafirolamaz.
Soru: Bir kişi, “Kim Şeyh Bedreddin dervişlerini evine konuk alırsa onu cezalandırıp ayrıca suç parası almak gerekir.” Dese bu uygulama dine uyar mı?
Cevap: Konuk alan kötü şöhretli Simavi yandaşıysa uyar.
Soru: Birisi, “Hallac-ı Mansur şeriate göre kafir olduysa, gerçeğe göre de en yüce mümindir. Gerçekten de Hallac-ın davası doğrudur.” Dese ve inancı da bu yönde olsa bu kişiye ne yapılır?
Cevap: Hallac-ı Mansura yapılan yapılır… (öldürülür.)
Soru: Hakim Ishakın yandaşlarından olan üç kişi, “Kuranı, önce gelen kitabı tasdiken ve ona şahit olarak, halk ile sana indirdik…” ayetinden yola çıkıp “ona şahit olarak….” ibaresinin anlamını saptırarak “Halen Yahudilerin ve nasturilerin ellerindeki Tevrat ve Incil, indirildiği gibidir. Asla değiştirilmemiştir.” diye konuşsalar ve buna da insanlar…. Tevrat adına halen Yahudiler elinde bulunan kitapta Lut Peygamber hakkında, haşa, “sarhoş olup kendini bilnez haldeyken kızlarıyla zina eyledi.” diye yazılı olduğu ve yine yüve Kurana muhalif ve zıt birçok şeyler bulunduğu halde, bu kişiler yine bu kitaplara yukarıdaki açıklamaya bağlı olarak inanıp bu inançlarında direnseler kendilerine ne yapmak gerekir.
Cevap: Bu durum çirkin bir bilgisizlik ve açıkça sövgüdür. Bunlar gerçek anlamda tevbe ederlerse bizim imamlara göre ölümden kurtulurlar ama diğer imamlara göre boyunları vurulur.
Azınlığa dayanan, bir azınlık iktidarı olanOsmanlı yönetimi; bir yandan gericilere, bir yandan Hıristiyan dönemlere dayanarak Anadoluyu kasıp kavurmuştur. Bunu en iyi saptayanlardan birisi de Mustafa Kemal olmuş, Osmanlıya karşı, Alevilerin tutumuna benzeyen amansız bir öfke duymuştur.
Bu nedendendir ki, günümüz gericileri, Atatürkü birinci düşman sayarlar. Bu nedenledir ki, günümüz Alevileri, kendilerine beş yüz sene kan kusturan Osmanlıyı yere seren Atatürkü candan severler.
Bu baskı ve zulümkarşısında Anadolu Alevilerinin önemli bir kitle halinde Cumhuriyet Devrine kadar ulaşmaları da tam bir mucizedir.
Bu mucize, onların, gerçekçi tavırlarından, insan sevgilerinden, öğretilerinin sağlamlığından kaynaklanmıştır.
Bu kitlenin bir arada tutulmasında, geliştirilen özel ibadet biçimi cemin ve dedelerin (seyyidlerin) aktardığı geleneksel Alevi kültürünün de büyük etkisi olmuştur.
İsyanların Özellikleri
16. yüzyıldaki Alevi isyanlarının en büyük özelliği, yerel olmasıdır. Bulunduğu bölgede güçlenen Alevi liderleri, devletin yoğun baskısına uğruyorlar, bu da onları baş kaldırmaya itiyordu. Bu isyancı güçlerin arasında, Sünni kesimden yoksul insanlar, timarları alınan toprak sahipleri de görülüyordu. Bu toprak sahipleri, Osmanlı Devleti ile anlaşır anlaşmaz, isyancıları arkadan vuruyorlardı.
16. yüzyıl kır isyanlarının hemen hemen tümünde asıl güç Alevilerdir. İsyancı güçler ve liderleri, başkaldırı işinde, can derdine düşmüş bir tavır sergiliyorlar. Bir an önce kurtulmak çizgisiyle, artık başka çare kalmadı çizgisi arasında gidip gelen bu tavır, yeterli bağlantılardan yoksun olduğu içinbelli bölgelerle sınırlı kalıyordu.
Bunun en somut örneği de 1527 yılında çıkan isyanlardır. Baba Zünnun, Yozgat dolayları Alevilerinin başında devlete karşı bayrak açıyor. Sert savaşlardan sonra öldürülüyor. Aynı yıl içinde güney bölgelerindeki güçlere dayanarak Hacı Bektaş evlatlarından Kalender Çelebi ayaklanıyor. O da, toprak beylerinin ihanetine uğruyor ve savaş meydanında can veriyor.
Bu ayrı baş çekmelerde, Alevi ocakları arasındaki çekişmenin de etkisi olmuştur.
Alevi güçlerin, devlet karşısında sürekli bozguna uğramaları, 17, yüzyılda, onların derebeyi isyanlarının içine girmelerine neden oluyor. Devlete kafa tutan yöneticiler; önemli ölçüde Alevi kitleden destek alıyorlar. Kuyucu Murat Paşanın katliam yaptığı bölgelerin çoğunluğu Alevi yerleşim alanlarıdır.
Osmanlı devletinin yoğun baskısı ve bir türlü yenilmemesi, Alevilerin sürekli kırılmaları 18. yüzyıldan itibaren Alevi isyanlarının sonunu getiriyor. Alevilerin yoğunluğunun azalması ve birbirlerinden bile koparak küçük birimler halinde içe kapanmaları, Alevi başkaldırılarını yok ediyor.