"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hacı Bektaş Velinin Yunus Emreye etkisi

Yunus Emre, Hacı Bektaş Velinin daha önce dile getirdiği düşünceleri şiirle halka sunmuştur. Yunus, bir Alevidir; hatta ona, Alevi propagandacısıdır bile diyebiliriz.
Bunu kanıtlamak için, Hacı Bektaş Velinin iki kitabında alıntı yapacağız. Böylece hem Alevi düşüncesinin bazı özeliklerini, hem de Yunus Emrenin düşünce yapısını açığa çıkaracağız.
Mekalattan Alıntılar
Hacı Bektaş velinin Makalat adlı kitabı, 700 yıl öncesinin Alevi felsefesiyle yazılmıştır.
Hacı Bektaş veli yetiştirmelerinden Sait Emrenin Türkçeye çevirdiği bu kitap, Alevi kitlenin, yeni oluşan beyliklerdeki meşrulaşma isteklerini de yansıtır. Bu kitabın, kelime kelime, Hacı Bektaşın yazdığı kitabın aynısı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Özelikle, kitabın Molla Saadettin (Sait Emre) tarafından Türkçeleştirilmiş olması, akla bazı sorular getirmektedir. Çünkü, Saadettin, bir türlü medrese kafasından kurtulup da Alevi yolunun inancına bağlanmamaktadır. Bunun ipuçlarını Hacı Bektaş veli Vilayetnamesinde açıkça görüyoruz. Saadettin, Vilayetnamede açık açık taşlanır, yobazlıkla suçlanır pişirilmek istenir.
Makalat, bir felsefe eseri olmaktan çok, Alevilere din konusunda bazı bilgiler veren ve özellikle de Alevi düşüncesindeki “Dört Kapı-Kırk makam” kavramını açıklayan bir eserdir. Bir din bilgisi kitabıdır. Yine de Hacı Bektaş felsefesinin ipuçlarını, bu kitapta bile rahatça yakalıyoruz.
Şöyle diyor büyük Pir Hacı Bektaş Veli
® Şunu belirtmek gerek: Kendisini arıtmayan (temizleyemeyen) başkasını hiç arıtamaz. Şeriata göre; dona ve tene (elbiseye ve deriye) murdar şey değse, su ile yuyunca hem ten, hem don arınır.
Bilgelere (ariflere) göre ise su ile ne don, ne ten temizlenir. Çünkü kendi özünü arıtmayınca yumakla, yunan şey temizlenmez.
(Ten temitzliğinin değil yürek (kalbin) temizliğinin temel olduğunu vurgulayan bu görüşler, Aleviliğin temel kavramlarındandır. Hacı Bektaş Veli, burada bilge olarakAlevi büyüklerinden söz eder. Söz konusu Arifler, Alevilik düşüncesine göre düşünen insanlardır. Büyük Pir, takıyye uygulayarak açıkça bunu söylemese de, çıkartılan sonuç; Aleviliğin kesin inançlarından birisidir.)
® Ariflerin ibadetleri, tefekkürdür (düşünmektir).
® Soru: Tanrıya neyle ulaşa bilirsiniz?
Cevap: (…) Iyiliklerin ve yaptığın iyi işlerle…
® Tanrıyı kendi özümüzden biliriz; kendi özümüzü Tanrıdan. Her kim kendini bildi, tanrıyı bildi, demektir. Kendini bilmeyen Tanrıyı da bilemez.
(Kendini bilen, Tanrıyı bilir, ilkesi de Aleviliğe özgü, Alevi yolunun temel ilkelerindendir.)
® Bir gün tanrı Arslanı Aliye sordular: “Ya Ali, taptığın Tanrıyı görüyor musun?” “Görmeseydim, tapar mıydım?” Gerçek müminler, Tanrıyı her yerde görenlerdir….
® Şeriatın ilk makamı, iman getirmektir. Kişi, iman ten üzredir de dese, can üzredir de dese hata eder. Çünkü iman akıl üzeridir., akılla olur.
® Iman akılla olur; akıl sultandır.
® Akıl, yeryüzünde Tanrının terazisidir. Yeryüzünde de akıl terazisinden üstün nesne yoktur. Çünkü, iyi nesneyi bilen ve buyuran akıldır.
® Tanrı, insana bunca ululuk, bunca aydınlık, bunca keramet, bunca donanım verdiyse, akıl beraketine verdi.
® Tanrı; her gün yana yakıla ibadet eden birisini, içinde biraz riya bile olsa bilir, ibadetini bile kabul etmez.
® Dünyada her kişi kendi halince bir şeydir. Ama cahil hiçbir şeydir. Başında murassa taç bile olsa yine hayvandır.
® Tanrı evrende ne yarattıysa tümü insanda bulunmaktadır; belki insanın özelliği daha fazladır.
® Insan, Tanrının yerde ve gökte halifesidir. (Tanrının vekili insandır.)
® Kişi, ilim büyüklerini anadan ve atadan daha üstün tutmalıdır.
® Gönül, öyle bir şehirdir ki, tanrı maddi ve manevi dünyada ne yarattıysa orada yer almıştır.
® Gönül, cennete benzer.
® Gönül, Kabeden daha üstündür, çünkü, gönül, Tanrının nazargahıdır.
® Tanrı ile bütün nesneler arasında perde vardır, fakat gönülle Tanrı arasında perde yoktur.
® bir bölüm insan dünya malını ister; bunlar sürülere benzer. Bir bölümü ahreti ister; bunları korku yönlendirir. Bir bölümü de Tanrıyı ister. Tanrı, “Kullarım; beni siteyin, size bulunayım” der.
® Soru: Can, ölü müdür, diri midir?
® Cevap: Aşıkların tenleri ölür, canları ölmez.
Şerh-i Besmele Adlı Kitabından…
Hacı Bektaş Veliye ait olduğu ileri sürülen bu kitabının asıl yazması elimizde yok. Sonradan, bu kitap çoğaltılırken, kopyasına bazı Sünni nitelikli eklemeler yapıldığı anlaşılıyor. Osmanlı Devleti zamanında medrese kültürünün etkisiyle, Alevi geleneğinin kırılıp dağıtılması için bütün ideolojik silahlar kullanılmıştır. Örneğin, ehl-i Beyti anlatmak için kullanılan peç-i Ala (Yüce Beşli…) saptırılarak Muhammed, Ali, Ebu Bekir, Osman ve Ömeri anlatmak için kullanılmıştır. Ebu Bekir, Ömer, Osman teberra (Ehl-i Beyti sevmiyeni sevmemek) edilen kişilerdir. Onlar, Alevi inancına göre Ehl-i Beyte zarar vermişlerdir. Bu yüzden de sevilmezler.
Bu kişilerin, Anadoluya tebella ve teberrayı getiren pir olduğu söylenen Hacı Bektaş Veli tarafından Alevi yolunun başı olan Ali ile aynı pozisyonda anılmaları, mümkün değildir. Bunlar, o kitaba sonradan eklenmiş bölümlerdir.
Fakat, kitabın genelinde, Hacı Bektaş Velinin insancıl çizgisini, sıcak kişiliğini bulma olanağı var. aktaracağımız şu bölümler bunun bir göstergesidir.
“Tanrı, yüce Kitabının içinde, kendisine isyan edene bile nazar kıldı, onları da gördü. Böyle bir köyün, bir kez “La ilahe ilallah” demesinden ötürü, seksen bin yıllık küfrünü bağışladı. O, onları utandırmaz ve de bir köy içlerinden dört yüz bin Tanrılık iddia edenler çıksa bile, bundan sonra peygamber verir ve şöyle der: Katı söyleyen, sert, öfkeli konuşan, benim düşmanımdır. Yumuşak konuşan benim kulluğumu unutsa da, Tanrılığımı unutmasın.
Ve buyurdu:
-Biz, sana her şeyi yetesi kıldık. Senin için türlü besinler verdik. Şimdi kocaldın. Ölümün yaklaştı. Bir kez ‘Kulunum demek demek senden. Dört yüz yıllık ömür içindegeçirdiğin küfrü, yüzüne vurmamak da, benden.”
“Allahın elçisi, şöyle buyurur: Miraç gecesi, dünya hesabıyla altı yüz bin yıllık yol tutarınca Arştan yukarıya çıktım. Bin türlü deniz gördüm, sordum: “Allahım bu denizler nedir?”
Yüce Tanrı şöyle buyurdu: “Ya Muhammed, o denizler benim rahmet denizlerimdir. Değme bir denizin ululuğu bu dünyanın yetmiş katıncadır. Doğudan batıya kadar bu denizlerden verdim dünyaya. Bu denizlerin bir dalgacığı, hoşluk, iyilik, gül, reyhandır. Her türlü nimet, rahatlıktır. Kafir ve Müslümanların hepsi, o denizlerin bir dalgasındandır.”
“Yüce Tanrı buyurur: Ya Muhammed, ümmetine söyle. Nasıl yıldızlar akşamdan doğar, ertesi güne kadar uyumazsa, onlar da, akşamdan ertesi güne kadar kullukla meşgul olsunlar. Eğer bunu yapmazlarsa Ay gibi, günün bir vaktini kullukla geçirsinler. Eğer onu da yapmazlarsa Güneş gibi, rahat içinde olsunlar. Gündüzün bana kulluk etsinler. Eğer onu da yapmazlarsa, ben kerem sahibinden, en büyük bağışlayıcıdan, ben Rahman ve Rahimden af dilesinler. Bismillahirrahmanirrahim desinler. Allah dedikleri vakit, ne kadar yaşam sürmüşlerse bu yaşamlarını hep Tanrı kulluğu ile geçirmişler gibi kabul ederim. Rahman dediklerinde, onlara, nice kulluk etmiş olanlara verdiklerimden veririm. Rahim demelerinden ötürü de, onlara, gündüzün oruç tutmuşların ve gazilik yapmış olanların sevabından veririm.”
“Hürün maksuratün filhıyami”. Bunun anlamı; Cennette de od, amber, tütsü olacaktır. Ateş yoktur. Öyleyse nasıl tütsü olacaktır? Yanıtı şudur: Yukarıdan Arşın, Allah katının nuru, aşağıdan ferşin yani Tanrı lütfü olan döşeğin nuru gelecek, onların arasında od ve amber yayılacak, ateşe gereksinme kalmayacak. Nitekim insanların büyük günahları var. onlar için aşağıdan marifet nuru, yukarıdan tecellinin nuru dolacaktır. Marifet ile tecelli nuru arasında inananların bütün günahları mahvolacak ki, bununiçin de hiç ateşe hacet kalmayacak.
Özetle diyor ki: Kafir ile Müslüman bir damladandır. İnsanlar ateşte yanmıyacaktır. O ateş, bilgi ve inanç ışığıdır. Bütün günahların affı için gönülden bir duyuş yeter.
Büyük Pirin bu görüşlerini ele alan Yunus Emre, onları geliştirerek şiirleştirmiştir. Şu örneklerde, bunlardan bazılarını görebiliriz:
Yunus Emre; Hac olayına şöyle bakıyor:
Çalış, kazan, ye, yedir
Bir gönül ele getir
Bin Kabeden yeğrektir
Bir gönül ziyareti.
(….)
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet bile
Elin, yüzün yumaz değil
(….)
Yunus Emre der Hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice
bir gönüle girmektir.
(….)
Gönül Çalabın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Yunus Emre
Görüldüğü gibi, Yunus Emre, Hac için Mekkeye gitmenin şart olmadığını, eğer bir insan gönül kırar, insanları darıltırsa, onun hacca gitmesinin boş olduğunu, insanları memnun etmenin Hacdan daha üstün olduğunu açık açık dile getirir. Yunusa göre, Hac insanın gönlüdür. “Benim Kabem insandır” fikri buradan kaynaklanır.
Namaz – Oruç
Ben oruç, namaz için
Süci içtim esridim
Tesbih, seccade için
Dilerim şeşte, kopuz.
Yunus, burada: “Beni, oruç ve namaz yerine şarap içip sarhoş oldum.
Tanrıya anış ve secde için ise çalgı dinlerim” diyor, Yunus Emre açık biçimde şeriatçı ibadet anlayışına karşı çıkmaktadır. Çünkü o, dinin dış yüzüyle değil, özüyle ilgilenmektedir.
Bir başka şiirinde şöyle anlatır:
“Aşk, imandır bize gönül cemaat
Dost yüzü kıbledir, daimdir salat”
Yunus bu şiirde, her işlerinin namaz kılmak derecesinde olduğunu vurgular ve şeriatı kabul etmez, onu geride kalan bir nokta sayar. Şöyle der:
“Dost yüzün göricek şirk yağmalandı
Onunçün kapıda kaldı şeriat.”
Kendi konumunu anlatırken de yine,
“şeriat ehli ırak, eremez bu menzile” diyerek kendisini onlardan ayırır.
Yunus Emre, dinin şekilci halinden kendisini ayrı sayar. İnancı, derinlere, içe yöneliktir. Giderek bütün inanç ayrımlarına karşı çıkar ve der ki:
“Puthane ve Şaraphane
Mescit oldu gerçek cana
Buna karşı çıkan şeriat yandaşlarıyla da savaşıma hazırdır.
Şeria oğlanları,
Nice yol keser bana
Hakikat denizinde
Bahri oldum yüzerim.
Şeriatçılar bilgisizlikle suçlar ve önemli bir saptama yapar: “Hakikatin kafiri, şerrin evliyasıdır.”
Bu söz, şeriatın evliya gördüklerinin, gerçekte kafir oldukları biçiminde de yorumlanabilir. Hakikat basamağında kafir sayılanların, gerçekte şeriatta evliya sayılanlarla aynı olduğu sonucu da çıkar. Her iki halde de, Yunusun görüşleri, Sünni anlayışla asla bağdaşmaz.
Yine şöyle diyor:
“Oruç namaz, gusül, hac
Hicabdır aşıklara
Aşık ondan münezzeh
Hassülhavas içinde”
Yunus; “Gayridir her milletten bu bizim milletimiz” diyerek kendi yandaşlarını da açıkca ayırır. Sonra şöyle devam eder:
Zahir saya banmadan
El, ayak deprenmeden
Baş secdeye inmeden
Kılınır namazımız.
Ne Kabe ve ne mescit
Ne rüku ve ne sücut
Hak ile daim becit
Olur, münacatımız.
Yunusa da “Namaz kılmıyor” diye suçlamalar yönetildiği anlaşılıyor. Cevabı ise şudur:
“Abdestimiz, namazımız
Doğruluktur taatımız”
Yunusa göre, Alevilerin abdesti de, namazı da doğruluktur.
Yunus, tanrıya da şöyle seslenir:
“Cennet cennet dedikleri
Bir ev ile birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana seni gerek seni.”
Tanrıya ulaşmanın çoşkusu içindeki Yunus, makam-ı naz denilen Tanrıya nazlanma makamındadır. Bu makamda iken, cennet-cehennem kavramlarıda geride bırakmıştır. Tanrının, Sırat Köprüsü yaratıp kullarını üzerinden geçireceğini kabul etmez Yunus. “Kıl gibi köprüden Adem mi geçer?” diyerek bu anlayışı neredeyse alaya alır. Yunus, insanların imanı ile küfrü ile uğraşmaya da karşıdır. Dünyadaki aşkı, cennetteki Kevsere tercih eder. Bu tür çoşkunluk şiirlerine edebiyatta “Şatıh” veya “Şathiyye” de denilir.
Yunusta, en önemli düşüncelerinden biri de, Hacı Bektaş Velinin belirtiği gibi, insanın kendisini bilmesidir.
“Ilim, ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.”
Yunus Emre, okuyup belirli yerlere gelenlere de, en önemli olgunun insanın kendisini bilmesi olduğunu söylüyor. Bütün bu düşünceler, Alevi felsefesinin parçasıdır…
Yunus, hocalara ve o devrin danişmend denilen medrese öğretmenlerine de karşıdır.
O, üç buçuk kelime okumakla alim olunmayacağını, medreselerde gerçek bilginin verilmediğini söyler. Böylece dönemindeki resmi eğitimi de eleştirir.
İnsan kendisini tanımasını esas alan Yunus, kendisini bilmeyen insanın bir hayvandan farklı olmadığını söyler.
Bilgisizliğe ve cehalete Hacı Bektaş gibi şiddetle karşıdır Yunus. Bir yerde:
“Eksik olman ehillerden
Kaçagörün cahillerden” der…
Başka yerde;
“Cahil gönlü taştan beter
Cahil gelmez gelir değil” diyerek bilgisizliğe karşı çıkar. Yunus, hocalara ve medrese bilginlerine karşıdır.
“Peygamber yerine geçen hocalar bu halkın başına zahmetli oldu” diyerek, onları da cahiller katrına sokar. Gerçek bilgiyi kendi yolunda görür…
Yunus nasıl bir ilim istiyor? Şöyle der: “Ilim, sen görünüşünü okuyor, görünüşünü biliyorsun. Sen, canının iç gözünü (batın gözünü) aç. Yoksa, yüzyıl okusan, yedi Mushaf yutsan, basit tapınmadan başka şey bilemezsin.” Bu sözler, Yunusun batın bilgisine bağlı olduğunu açıkça gösterir. (bkz: Batınilik)