Gel istersen saadet sonu hayrı
Nazar kıl can gözüyle gör bu sırrı
Gözün aç bak ne var alemde ayrı
Hemen-dem Şah-ı gör, hiç görme gayrı
Nusayriyem Nusayrriyem Nusayri
Ne ölmüşem ve ne sağım ne sayrı
(…..)
Viraniyem, bu yolda can nisarem
Aliye aşk ile akıl ile yarem
Nusayriyim ki bu kula uyarem
Gerek zerre vü zerre olsa parem
Nusayriyem Nusayrriyem Nusayri
Ne ölmüşem ve ne sağım ne sayrı
Virani Divanı, s. 73
Anadolu Alevilerinin 7 Ulular diye nitelediği aşıklardan olan Virani Babanın bu şiiri, 16. yüzyıl başlarında Nusayriler ile Anadolu Türk Alevileri arasındaki derin ideolojik-kurumsal bağı göstermesi açısından son derece önemlidir.
1996-1997 yıllarında Adana, içel, Hatay yörelerinde Nusayrileri izleyip inceleyince bu kitlenin Anadoludaki Aleviler (Kızılbaşlar) ile son derece benzeşme içinde olduğunu saptadık.
Nusayrilik ile Anadoludaki Aleviliğin bu benzeşmesi tarihsel birliğe dayanan bir benzeşmedir.
İki kesimin İslam içinde, Ali yanlısı birer okul olarak geliştikleri ortadadır.
İki kesim de egemen güçler tarafından kovuşturulmuş, ezilmiş, katledilmiştir.
İlginçtir ki Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, önce Anadoludaki Türk Alevileri, sonra da Suriye/Irak hatındaki Arap Türk Nüsayri Alevileri kırmış ve dağ başlarına kaçırtmıştır. Nusayri dediğimiz Arap kökenli vatandaşlarımızın Çukurova taraflarına gelişini ikinci nedeni budur.
Üçüncü neden ise, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın Osmanlı Devletine isyan etmesi sürecinde yaşanan olaylardır.
Bunlardan daha çok önce Arap Abbasi Devleti yönetiminin bu Alevi kitlelere yönelik yok etme yüzünden, merkezden kaçmak zorunda kalan Nusayriler, Suriye dolaylarındaki dağlık bölgelere sığınmış idiler.
Anadoludaki Türk Aleviler ile Güney Anadoludaki Nusayrilerin benzeşmesi sadece tarih açısından değildir. İbadet biçimi ve bunun kurallarının gizlenmesi en büyük benzerliktir.
Adanada ve Hatayda görüştüğüm Nusayri Alevisi din adamları, içe kapalı ibadetin varlığını kabul ediyorlar.
Birincisi: Bu içe kapalılık, Nusayrilere yönelik karalama, ezme, yok etme hareketlerinden kaynaklanıyor.
İkincisi: Nusayri ve Alevi inancına göre, ibadet gizli yapılması gereken bir tapınma yoludur. Bu nedenle de gösteriş aracı haline getirilmez.
Adanalı Nusayri din adamlarından Şerafettin Serin, “Aleviler, Nusayriler ve Şiiler kimlerdir?” adlı çalışmasında, dinin asıl özünü Batıni yorumun oluşturduğunu dile getiriyor (s. 167 vd.) Buna bağlı olarak da ibadetin gizliliği temel alınıyor.
Sünni kesimin Nusayrileri de tıpkı Anadolu Alevileri gibi iftiralarla küçük düşürdüğü ve bunun da gizlenme nedenleri arasında olduğu anlaşılıyor. Tarih, Arap egemenlerinin Nusayri kitleyi “dinsiz” gösterdiğine tanıklık ediyor. Hatta 1328de ölen ve döneminin en büyük din adamı sayılan İbn Teymiyye, Nusayrileri katledilmeleri gereken putperestler olarak göstermişti (Prof. Mustafa Özün tespiti: Türkiyede Aleviler, Bektaşiler, Nusayriler adlı sempozyum bildirisinden, s. 185)
Günümüz Türkiyesinde hala Nusayrilere hakaret eden kitaplar yayımlanmaktadır. Bunun bir örneği de Ali Gülşehri ve Resul Tosun tarafından yazılan Nusayrilik ve Suriyede Nusayri zulmü isimli kitaptır.
Nusayri vatandaşlarımıza bir başka baskı da “Nusayriler Araptır, Suriyeye hizmet etmektedirler!” biçiminde yapılıyor.
Nusayriler, Türkiyede İçel, Adana, Hatay illerimizde yoğun biçimde bulunuyorlar. Büyük şehirlerimizde de Nusayriler azımsanamayacak miktardadır. Ülkemizdeki sayılarının 3 milyondan az olmadığı biliniyor.
Buna karşın dini ve siyasi baskılarla ve “Fellah” nitelemesiyle bu insanlar hala baskı altında tutuluyorlar.
Gel gör ki ülkemizdeki Nusayriler, Tütkiyenin en aydın kesimlerinden birisini oluşturuyor. Akdenizin doğu kıyısındaki bu insanlar, bölgenin tarımını ve ticaretini de yönlendiren bir kapasiteye sahipler.
Nusayri vatandaşlarımız Mustafa Kemal devrimlerine, Cumhuriyet ilkelerine herkesten daha fazla bağlılar. Çünkü, cumhuriyet ilkeleri en çok onların rahatlanmasını sağlıyor.
Hal böyle olunca Nusayriler, ülkemizdeki laik, demokrat, çağdaş kitlenin en dinamik, en canlı, en güçlü kesimlerden birisini oluşturuyor. İşte bu yüzden, ülkemizdeki gericiler Nusayrilerin baskı altında tutulması için değişik senoryalar üretiyorlar ve bu kesimi Suriye ile ilişkilendirmek için senoryalar.
Onlar bugün Suriyeli değil Türkiyeli olmayı samimi bir biçimde kabul etmişler ve bu ülkenin en temel öğelerinden birisi haline gelmişlerdir.
Bu bağlamda güneyli işadamlarından ve esnaftan oluşan bir kurul, üzerlerindeki toplumsal/kültürel baskının giderilmesi için 1998 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirele bir dilekçe ile başvurarak sorunlarını dile getirmişlerdir.