İmam Sadık, 699 yılında doğdu. İmam Bakırın ölümünden sonra Aleviler, Cafer-i Sadık,ı imam kabul ettiler. Onun dönemi, Emevi saltanatının çöüş yıllarıydı… Arap olmayanlara köle muamelesi yapan Emeviler yüzünden, diğer Müslüman uluslar, genelikle Ehl-i Beyt yandaşı oluyor ve Ali soyunu tutuyorlardı. Bu nedenle, Ehl-i Beyt yandaşları Iran`da ve Horasan dolaylarında hızla çoğalıyordu.
İmam Cafer-i Sadıkın imamlığı, Emevilerin yıkılış ve Abbasilerin kuruluş dönemine denk geldi. Ebu Müslim ayaklanmasının başarıya ulaşmasından sonra, iktidar direksiyonuna Muhammedin amcası Abbasın soyundan gelenler geçtiler.
Bunlar da Emeviler gibi, ikinci halifeden itibaren Ali evlatlarına işkenceye başladılar.
Bu dönemde, Cebriyye adı verilen her türlü eylemin kaynağını Allah olarak gören, kişinin iradesini sıfır sayan felsefeye karşı, kaynağını Alevi düşüncesinden alan ve kişinin yeryüzüne gelmekle artık eylemlerin sahibi olduğunu savunan Mutezile felsefesi olmuştu. Kişiyi sorumluğa ortak eden bu anlayışın yanı sıra, en önemli akımlardan birisi de tasavvuf olarak ortaya çıkmıştı. Bu anlayışta, yaratan ve yaratılan kavramı kabul edilmiyor; var olan her şeyin Tanrının izafi bir görüntüsünden ibaret olduğu savunuluyordu. Bu akımın Sünni kolu, giderek dünyadan el etek çekmeyi önererek zühdi bir niteliğe bürünürken, diğer kolu; Batıni anlayışla birleşerek hukema anlayışını yaratıyordu. Bu anlayışa göre evren, “hadis-i kadim”, yani en başta ilk yaratılandır. Melek, şeytan, cin insanın ruhsal durumlarının karşılığıdır…. Din ise dünya ve insan yaşamını düzenleyen yasalar bütünüdür.
İmam Cafer Sadık, böyle karışık bir felsefi ortamda yetişti ve bütün bilginler tarafından ilimin başı kabul edildi. Ehl-i Beyt yolunun dönemine göre felsefesini ve kurallarını da sistemleştiren İmam Cafer-i Sadıkın bu çalışmaları yüzünden, Ehl-i Beyt yoluna Caferiyye adı da verilmiştir.
Gerek ülkemizdeki çoğunluk Mezhebi Hanefilik mezhebinin kurucusu sayılan Ebu Hanife, gerek İmam Malik bin Enes, İmam Caferden yararlanmışlardır.
Feridüddin Attar, Tezkiretül Evliye adlı kitabında, İmam Cafer ile Hanefi Mezhebinin kurucusu olan Ebu Hanifenin bir tartışmasını şöyle anlatıyor:
“Bir gün, İmam Sadık, Ebu Hanifeye sordu: Akıl nedir? Ebu Hanife dedi ki: Akıl odur ki hayrı şerden ayırır. İmam Cafer-i Sadık dedi ki: Bunu, hayvan bile bilir ve yapar. Örneğin; ona yem veren birisiyle onu döven birisini rahatlıkla ayırır… Bunun üzerine Ebu Hanife sordu: Peki sana göre akıl nedir? İmam Sadık dedi ki: Akıl odur ki; iki hayırdan hayırlısını bile. İki şerden de daha ehven olanı ayırabile. Hayrın hayırlısını, şerrin de ehvenini yeğleye…”
Imam Cafer-i Sadıkın cennet ve cehennem hakkındaki değerlendirmesini yine Feridüddin Attarın kaleminden aktaralım:
“Tanrının bu dünyada da uçmağı (cenneti) vardır; o da afiyettir… Yine Tanrının bu dünyada tamusu (cehennem) de vardır ve o tamu, beladır.”
İmam Sadık, insanlar için en değerli varlığın kitaplar olduğunu vurgulamak isterken, “Ölünce, çocuklarına kitaplarını miras bırak” demiştir.
Çağının en önemli bilgini sayılan İmam Caferin oğullarından olan Ismail, bir bölüm halk tarafından yedinci İmam (Onlara göre altıncı.) kabul edilmiş ve böylece Alevilikte, Zeydiyyenin yanı sıra Ismailiyye adı verilen bir akım meydana gelmiştir.
Alevi düşüncesinin batıni özelliğini vurgulayan ve onu Sünnilikten felsefe olarak net biçimde ayıran İmam Cafer-i Sadıktır. Bu nedenle, Aleviler, mezhep belirtmek gereğini duyduklarında, Caferi olduklarını söylemişlerdir.
Imam Cafer-i Sadık, Abbasi halifesi Mansur tarafından 765 yılında zehirletilerek şehit edilmiştir.