"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İmam Aliyi Karalama Çabaları

Arsel, önyargılı yaklaşımlarını kanıtlayabilmek için, açık açık yalana da başvuruyor. Bir iki örnekle, ne büyük hatalar yaptığını açıklayalım:
“Ebu Bekirin, hilafet bizzat Muhammed tarafından vekil kılındığını bilen halk,,,, (sayfa 92)
çünkü, gerçekten de Muhammed, ölmeden çok önce, Ebu Bekiri hilafete layık görmüş ve kendinden sonra devletin başına onun geçmesini vasiyet etmişti (sayfa: 93)
(…..) Muhammed, (kızı Fatımayı) teselli maksadıyla, ‘Ali iyi bir Müslümandır, asil bir ailenin çocuğudur, zekidir vs. Gibi laflar ederdi. Fakat, bunları söylerken, söylediklerine muhtemelen kendisi de inanmazdı. Nitekim, kendisinden sonra halifeliğe, damadı Aliyi değil fakat Ebu Bekiri uygun görmesi, onu aklen ve fikren Aliye üstün kabul etmesindendir.
(Muhammed) ilk başlarda Aliyi Fatımadan sonra en çok sevdiği kişiler arasında sayarken, Alinin beceriksizlikleri ve iyi bir asker olmadığını anladıkça, ondan soğumaya başlamış ve Ebu Bekirin ona tercih eder olmuştur. (s. 278)
yazar Arsel, bu kasıtlı yalanlarını hangi kaynağa dayandırdığını açılayacak durumda değildir. Ebu Bekirin peygamber tarafından hilafete vekil kılındığını hiçbir ciddi kaynak yazmaz. Bu Emevi yalanını, yazar, çok ince hesaplar yapıp olduğu gibi almaktadır. Amaç peygamber geleneğini sürdüren Aliyi haksız çıkarmak, böylece Islamiyete bir darbe vurabilmektir. Hiçbir kaynakta yer almayan, Ebu Bekirin Muhammed tarafından halife atandığı yalanını gözü kapalı alıp birkaç kez, inançla tekrarlaması, yazarın duygularına aşırı ölçüde esir olduğunu göstermesi bakımından öğreticidir.
Hz.Ali, bir eylem adamı olduğu kadar büyük bir düşünürdür, filozoftur. Dört kelime ile özdeyiş söleyecek kadar dile egemendir. Arap dilinin temelini kuran kişidir. Mantık, kelam gibi Islami ilimlerin temelini atandır. İyi bir ozandır. Elimizde “Nehc-ül Belaga” ve “Divan” adlı iki felsefi ve ebedi yapıtı bulunmaktadır. Ebu Bekirden ise bir cümlecik metin bile kalmamıştır. Yazar, Alininözdeyişlerinden haberdar olmuş olsa idi, kıt akıllının Ali değil, kendisi olduğunu anlardı.
Çokeşli Arap toplumunda tekeşli evliliğin güzel bir örneğini yaşayan Ali-Ana Fatıma çiftini lekelemek için yazar, ne yapacağını, hangi yalana sarılacağını bilmiyor. Alinin bir karıncayı bile incitmekten çekinen son derece duygulu ve insan sevgisiyle dolu birisi olduğunu kabul edemeyen yazar; ona, Muaviye soyunun en akıl alamaz iftiralarını kullanarak saldırmaktan zevk duyuyor. Ve kendi yalanlarına kendisi de inanarak yazdıklarının tümünü hiçe indiriyor.
“Denebilir ki, Fatıma, ki Muhammedin en çok sevdiği kızı idi, sırf babasının dileğine uymuş olmak için Ali ile evlenmiştir. Ve bu işi (…) hiç de canı gönülden yapmamıştır. Bunun nedeni de (….) Alinin ne malı, ne fiziki yönden cazip bir kimse olmamasıdır. (s. 157)
Fatıma, (…) Ali ile sık sık kavgalaşırdı (s.246)
Ali, bir süre boyunca Fatımaya fazlasıyla bağlı kalmış ve fakat her şeye rağmen haremine yeni kadınlar katmak istemiştir (s.277).”
Hiç bir Arap ailesinde görülmeyecek ölçüde güzel geçen İmam Ali ve An Fatıma evliliğini kötülemek için kendisini zorlayan ve Emevi yalanlarına sarılan Arselin bu mantıksızlığını aşağıdaki örnekte açıkça görelim.
Yazar, Muhammedi kötü göstermek için her türlü kanıta sarılırken; önüne atılan yalanları da olduğu gibi kabul etmekte, hiçbir mantık süzgecinden geçirmemektedir. Şöyle diyor Yazar:
“Bilindiği gibi, (Muhammedin) kızı Fatımanın, Aliden Hasan ve Hüseyin adında iki oğlu olmuştur. Bunlardan Hasan, tıpkı büyükbabası gibi şehvetinin çokluğu ile ün salmıştır. (….) Iki yüzden fazla kadınla evlendiği söylenir. (….) Hüseyin ise şehvet bakımından onunla yarışabilecek çapta değildi. Ve işte bu nedenledir ki Muhammed; her vesile ile Hasanı karşısına alıp ‘Sünnet ve siyret bakımından bana benziyorsun demekten zevk alır ve sırf bu yüzden Hasanı Hüseyine tercih ettiğinianlatmak üzere etrafındakilere; ‘Hasan benden, Hüseyin Alidendir derdi.
(….) Muhammed (….) Aliden muhtemelen iki yüz kat fazla şehvete sahiptir diye Hasanı örnek alınması gereken erkek tipi olarak tanımlamış ve Hasana şehvet bakımından benzemeyi iftihar vesilesi yapmıştır.”
Şimdi, bu gözükara yalanın, bu azgın iftiranın üzerinde biraz duralım. Ve peygambere düşmanlığın, yazarı nasıl gülünç hale getirdiğini görelim.
Bilindiği gibi Muhammed, 623 yılında vefat etti. Alinin oğlu imam Hasan da hicretin ikinci yılında, yani hicri 624 yılında doğdu. Yani, peygamber olan dedesi vefat ettiğinde İmam Hasan 8 yaşında; İmam Hüseyin ise, 6 veya 7 yaşında idi.
Şimdi; insanda biraz mantık varsa, bu tarihler ortadayken; en çok 8 yaşındaki bir çocuğun azgın şehvetinden söz etmesi mümkün müdür? Ve 7-8 yaşlarındaki çocuğun şehvetinin azgınlığına (!) bakarak peygamberin mutlu bir biçimde, ‘Hasan benden, Hüseyin Alidendir demesi hangi akıl ölçülerine uyar. İnsan, Hüseyini kötülemek için çıkartılan Emevi yalanına böyle mantıksızca sarılırsa, sonuçta gülünç duruma düşer.
Yazar Arsel; Islamiyetin şeriatçı yönünü eleştirmek amacıyla yola çıksaydı, Muhammed ve soyuna bilimsel ölçülerle yaklaşsaydı, böyle gülünç hatalara düşmezdi.
Bütün Emevi yalanlarını gerçek gibi algılayan yazarın; Ali ve çocuklarına ilişkin görüşlerinin iftiradan başka birşey olmadığı, tarihi biraz karıştırmış olan, akıl yürütmeyi bilen insanlarca kolayca anlaşılacaktır.
İş bu kadarla kalmadı. Kendisine toplumcu diyen kesim, Ali düşmanlığını öyle ilerletti ki “Alisiz Alevilik” adlı kitap bile yazdırıldı. Böylece Aleviler ile Alinin ilgisinin bulunmadığını gösterilmeye çalışıldı. Bunu kanıtlamak için de Emevici Arap yazarların kitaplarındaki İmam Aliye düşmanlık için konulmuş bilgiler kullanıldı. Alevi toplumunu kökünden kopartmaya çalışan bu zihniyete kendisini Alevi gösteren bazı aydınlar, yöneticiler, dernekler de destek verdiler. Fakat Alevi kitle, Alisini bugün de herkesten çok sevmeye devam ediyor.
Aleviler, Alinin yenilmezliği ile kendilerini özdeşlkeştirerek, bir gün mutlaka düşmanlarını yeneceklerine inanmışlardır. Bu inanç, pratikte gerçekleşmediği zaman da, Mehdi kavramını gündeme getirerek, bozulan düzenin yine kendi imamları tarafından düzeltileceğine inanmışlar; bu düzeltme işinde de seve seve görev almışlardır. Düzeltme çabaları başarısız olsa bile, bu amaçlarından asla vazgeçmemıslerdir.