Aleviliğin hızla yayıldığı sırada kurulan Selçuklu Devleti, Sünnilerin en kuvvetli devleti idi. Oğuzların göçebe kesiminin Aleviliği benimsemelerine karşın Selçuklu yöneticileri, Sünni idiler. Çünkü Selçuklularındevlet kurdukları Iran bölgesinin egemenleri genelde Alevi egilimli idiler. Onlarla mücadeleye girişen Selçuklu beyleri zorunlu olarak karşıt tavır takındılar. Bu yöneticiler, Sünniliği korumayı başlıca vazifeleri saydılar.
Türk yönetici kesimi daha Emeviler zamanında başlamak üzere, Sünni anlayışı zorunlu olarak benimsediler. Çünkü onlar, Emevi ve Abbasi devletlerinde padişahların (halifelerin) muhafız kuvvetini ve hassa ordusunu oluşturuyorlardı. Selçukluların yönetici kesimi de biçimsel bile olsa bu yolu izlemişlerdi.
İsmaili Aleviler, çok kuvvetli olan kuvvetli olan Selçuklularla savaşmadılar. Bu devleti içeriden çökertmek için, Irana seçme daileri (propagandacı) gönderdiler. Selçuklular, bunun farkına vardılar ve misilleme yaptılar. Her tarafta medreseler açarak, Alevi propagandasını önlediler. İşte, byle bir zamanda yepyeni bir metot ile Hasan Sabbah ortaya çıktı ve Selçuklu Imparatorluğu için büyük bir tehlike oldu.
Hasan Sabbah
Hasan Sabbah, Ismaili Alevilerinin mücadelesi içinde parlak zekasıyla dikkatleri topladı. İran, o sıralarda Türklerin yoğunlaştığı, bir uç nokta idi. Buradaki Alevilerin ileri gelenleri, Hasan Sabbahı özel surette yetiştirilmek üzere, Fatımı Halifesinin yanına gönderdiler (1072).
İyi bir öğrenim gören Hasan Sabah, Kahirede görgü ve bilgisini daha da artırdı. Fakat başa geçerek yeni halife hususunda devletin ileri gelenleri gelenleri ile anlaşamadı. O, halifenin oğlu Nizarın imam olmasını istiyordu. Bu sebepten Nizar lehine propaganda yapmak üzere Mısırdan ayrıldı. Nizar, halife olmadığı halde, ölünceye kadar onu imam tanıdı. 1081 yılında Irana geldi. Bu yüzden Hasan Sabbah taraftarlarına Nizariler de dendi.
Hasan Sabbah, Iranda bir müddet saklı kaldıktan sonra, Alevilerin çok miktarda bulunduğu dağlık bir yer olan Taberistana (Hazar Denizinin güneyi) gitti. Burada yaptığı propagandalar neticesinde, pek çok taraftar topladı. Bilhassa Alamut Kalesini (Kartal Yuvası) ele geçirdikten sonra (1090) faaliyetini artırdı.
Hasan Sabbah, Alamut Kalesine yerleştikten sonra, Batıni (Ismaili) teşkilatını kurdu. Amacı, sosyal düzeni değiştirmekti.
Hasan Sabbah, ilk olarak halifelik sorunu ile uğraştığını ileri sürdü. Gerçekte o, Abbasi halifetini ve Selçuklu Devletini yıkmakistiyordu. Bunu, Vezir Nizamülmülk anlaakta gecikmedi.bu alanda Melikşaha bazı öğütlerde bulundu: Hasan Sabbahın düşmanı olan Vezir Nizamülmülk şöyle diyordu buradaki Alevi hareketi için: “Her devirde ve ülkede, hükümdara karşı ayaklanmalar olmuştur; lakin, hiç bir Şii mezhebi Batıniler kadar uğursuz olmamıştır. Zira onların amacı, Islamiyeti ve bu devleti bozmaktır, yıkmaktır. Kulaklarını ve gözlerini, bir sesin çıkmasına ve bir olayın meydana gelmesine dikmişlerdir. Her fırsatta ve her felakette, kulübelerinden fırlayacak olan bu Şii köpekleri, Şii mezhebini yayacaklar ve her şeyi yıkacaklardır, lakin hiçbir düşman, Muhammedin dini ve Sultanın devleti için onlar kadar tehlikeli ve korkunç değildir. Ben öldükten sonra, büyük ve seçkin insanları kuyulara attıkları, davul sesleriyle kulakları çınlattıkları ve sırlarını açığa vurdukları zaman bu sözlerim hatırlanacak ve bu bu felaket gününde sultan, bütün bu söylediklerimde haklı olduğumu görecektir….”
Batıniler, bir müezzini öldürmekle işe başladılar. Bunun üzerine Melikişah, Hasan Sabbaha bir mektup yazdı, bu işleri bırakmasını, dine dönmesini istedi. Hasan Sabbah verdiği cevapta, dindar olduğunu, fakat halife ve Nizamülmülkün kötü yolda olduğunu bildirdi.
Melikşahın elçisi, Hasan Sabbahın yanına varınca, bazı fedailer bıçakla, bazıları da kendilerini kaleden atmak suretiyle, canlarına kıyarak, bir gösteri yaptılar. Hasan Sabbah,elçiye, bu militanlardan 20 bin kişi olduğunu söylemiştir.
Hasan Sabbahın, Btıniliği kentlerde yayması çok zordu. Buralar, devletin sıkı denetimi altındaydı. Burulardaki Alevi çalışmaları şiddetle eziliyordu. Zaten, hükümet onu ve adamlarını kanun dışı ilan etmiş. Bu nedenle Hasan Sabbah, çalışmalarını yeraltına kaydardı.
Alamut Kalesi başta olmak üzere, yeni kaleler alınacak veya yapılacak, buralar Batıniler yerleştirilecek, böylece Batiniliğin yayılması sağlanacaktır. Batıniliğin yayılmasına engel olanlar hançerle öldürülecektir.
Nizamülmülk, bu Alevi propagandasından kurtulmak için, Alamut Kalesine ordu gönderdi. Kale kuşatıldı. Fakat bu esnada Nizamülmülk, bir Batıni tarafindan öldürüldü. Melikşah da öldü (1092). Bu yüzden kuşatma kaldırıldı.
Selçuklu Devletinde kargaşa devri başlayınca, Hasan Sabbah, propagandasına hız verdi. Yeni yeni kaleler zaptederek veya yaptırarak, Batınilerin sayısını artırdı. Yeni cereyanı kabul etmeyenler öldürüldü. Bu yüzden Ismaililik Horasan, Iran ve Kuzey Suriyeye kadar olan yerlerde yayıldı.
Batınilere karşı en sert mücadeleyi Mehmet Tapar açtı. Mehmet Tapar, Alamut Kalesinden sonra Batınilerin en sağlam kalesi olan Şahdiz Kalesini aldı ve yerle bir etti. Reisleri Abdülmelik Attaşi ile birçokları öldürüldü. Attaşinin başı kesilerek Bağdata, halifeye gönderildi. Attaşinin Selçuklu sarayı adamlarına öğretmenlik ederek, haremdeki kadınlara giyecek satarak onları kendi tarafına geçirdiği öğrenildi. Aynı zamanda, vezir Sadülmülk de onunla mektuplaştığı anlaşıldığından öldürüldü (1107).
Mehmet Tapar, bir fetihname ile cinayetler yuvasının alındığını ve yıkıldığını, Islam dünyasına duyurdu. Sünniler buna sevindiler. Fakat, Alamut Kalesi hala ayakta duruyordu. Mehmet Tapar onu da yerle bir etmek için, Nizamülmülkün oğlu Vezir Ahmet ile Emir Cavlıyı kale üzerine gönderdi. Bunlar pek çok Batıni öldürdüler, fakat kış geldiğinden geri döndüler (1109). Batıniler bunun öcünü almak için Vezir Ahmeti yaraladılar.
Bu olay, onların cesaretini çok artırdı, cinayet ve baskıların fazlalaştırdılar. Mehmet Tapar, bu işi kökünden kazmaya karar verdi. Atabey Eniştekin Şiir-Gir komutasında çok kuvvetli bir ordu gönderdi.
Ordunun Alamut Kalesi komutasına, kışın da devam edebilmesi için evler, barakalar yaptırıldı, erzaklar depolara yerleştirildi. Fakat Mehmet Taparın ölmesi, kuşatmaya katılan bazı birliklerin komutana sormadan ayrılmaları yüzünden bu son kuşatma da bozgunla neticelendi (1117). Ordunun bütün ağırlıkları Batınilerin eline geçti.
Hasan Sabbahın 1124 yılında ölmesinden faydalanan Vezir Kaşani, Batınilere karşı en şiddetle mücadeleyi açtı (1126). İmparatorluğun her yanına fermanlar gönderdi. Batınilerin nerede görülürse görülsün öldürülmelerini, mallarının yağma ve ailelerininesir edilmesini emretti. Her yanda Batıniler kovalandı ve tepelendi. Batınilerin buna tepkisi sert oldu. Bir sene sonra Kaşani, Batıniler tarafından öldürüldü (1127).
Buna karşılık Batınilerin Horasandaki şefleri öldürüldü. Bu durum karşısında Batıniler, hükümetle anlaşmak zorunda kaldılar. Bu anlaşmada, Sancara yapılmak istenen suikastın da etkisi olmuştur. Hasan Sabbah yandaşı bir kadın aracılığıyla hükümdarın yatağının başucuna bir hancer saplanmış ve aynı zamanda şu haber iletlmişti: “Kendisine sevgisi olmasaydı, bu hançeri yumuşak gögsüne saplamak kolay olacaktı.” Bu anlaşmaya göre, Batıniler yeniden kale yapmayacaklar, silah satın almayacaklar, dinlerine kimseyi çağırmayacaklar, büyük şehirlerde oturmayacaklar, vurguncluk ve soygunculuk yapmayacaklardı.
Böylece, Selçuklu Devleti, Batıniliği bir mezhep olarak kabul ediyor ve onların sayısını dondurmaya çalışıyordu. Yanlız imparatorlukta yaşayan halk, Şiiler ve Sünniler olmak üzere, iki büyük düşman sınıfa ayrılmış bulunuyordu ki, bu, devletin yıkılmasında en büyük rolü oynayacaktı.
Batıniler prensip olarak inançlarının yayılmasına engel olanları, hançerle öldürdüklerinden pek çok devlet adamı, vezir, vali, komutan ve devlet başkanını hançerlediler. Bunlar arasında Abbasi Halifesi Müsterşid, Vezir Nizamülmülk, Vezir Keşani hatta, bir ihtimale göre Melikşah, Musul Valisi Mevdud, Aksungur Porsuki gibi çok önemli kimseler vardır.
Batıniler öldürme yolu ile halkı ve devlet adamlarını sindirdikleri gibi, pek çok komutan ve devlet adamını da, Batıni yaparak, yaşamak ve yayılmak imkanlarını sağlamışlardır.
Bu sebepten, Batıniliğin beyni ve yayılma merkezi olan, kartal yuvası Alamut Kalesi, Moğollar zamanına kadar yaşamış, nihayet Hülagu 1256 yılında kaleyi zaptederek ve içindekileri öldürerek, faaliyetine son vermiştir.
Nizariler, Ismaili felsefesini daha da geliştirdiler. Kuranın batıni yorumunu, imam anlayışını biraz daha toplumsallaştırdılar. 1256da, Mogolların Alamutu yıkmalarına değin çaışmalarını sürdürdüler. Alamut Ismailileri, silahlarından çok, yarattıkları felsefe ile etkili oldular…
Türk boylarının batıya göçmeleri sırasında, Islam dünyası fikirsel olarak Sünni ve Alevi öğretisini oluşturmuş, sistemleştirmişti.
Yeni yeni Müslüman olan Türklerin kırsalda kalan bölümü, şeriatın getirdiği katı kurallarla zorlaştırılan Sünni Islamdan çok, batıni yönü öne çıkartan Alevi Islamı yeğliyordu.
Göç yolunun üzerindeki Alamut Ismailileri, göçebe Türklerin Aleviliği benimsemesinde etkili oldular.
Hemen belirtelim…. Alamut Ismaililiğini, Hasan Sabbahla özdeş gören anlayış, resmi Sünni saraylarının görüşlerini tekrardan başka bir şey yapmıyor.
Gerek Abbasiler, gerek Selçuklular, Sünni otoriteye karşı çıkan bu Ismailileri kötülemek için her yolu denediler. Onları, yalancı cennet yaratmakla, haşhaş içirdikleri militanlarla bir katiller ordusu kurmakla suçladılar. Bu atmosferi, güzel çıplak kızlarla süsleyerek namus konusunda da dokundurma yaptılar.
Böylece bir sapıklar topluluğu gibi gösterdiler Ismailileri. Bu görüşlerine dayanak olarak da, Ismaililere düşman yazarların kitaplarını gösterdiler.
Fakat Ismaili yazarların kitapları, bunların iftiradan başka bir şey olmadığını ortaya koyuyor.
İsmaili Batıniliğinin Anadoluya önemli ölçüde etkisi olduğu, araştırmalar objektif ölçülerle yapılırsa görülecektir.
Anadolu Alevileri, 12 Imama bağlıdır. Fakat 12 İmam Aleviliğin, Ismaili Aleviliği önemli ölçüde beslemiş görünüyor.
Özelikle, batıni anlamı öne geçirip şeriatın kurallarının dışlanması, Ismaili anlayışın etkisi olarak ortaya çıkıyor. Fakat, 12 İmam Aleviliğinde de, batıni anlama ağırlık verildiği ortadadır.