"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

4 Kapı, 40 Makam

Anadolu Aleviliğinin temel kavramı ve felsefesi bu 4 Kapıda somutlaşır. İşte bu kavram, Sünnilikle Aleviliği kesin olarak ayırır.
Alevi felsefesinin temel kavramı olan şeriat-hakikat çelişkisi, Anadoluda da yaşatılır. Fakat çelişki, yumuşak geçişlerde biraz törpülenir. Bunu için; dıştan öze doğru gidişte, dört aşama (Kapı) olduğu vurgulanır.
Birinci kapı şeriat kapısıdır. Bu kapı sıradan insanlar içindir. Kuranın dış (sözel-lafzi) anlamına denk düşer. İslamiyetin başlangıç noktasını ifade eder. Hacı Bektaş Veliye göre; şeriatın tamamlanması için on koşulu yerine getirmek gerekir. Sünnilikte dinin temeli sayılan namaz, oruç, hac, zekat, ancak bu on şarttan birisidir. Kısacası; dinsel anlayış Alevilikte son derece yayılır ve dar kalıpların dışına taşırılır. Sünnilikte, dindar olmanın ve dinin temeli sayılan namaz, oruç, zekat, hac dört aşamadan biridir, yani ancak onda biridir. Hacı Bektaş Velinin bu görüşünün Sünnilikle asla uyuşmayacağı ortadadır.
İkinci kapı tarikat kapısıdır. Kuranın (İslamiyetin) gerçek anlamına ulaşmak için tutulan özel yolun adıdır tarikat.
Tarikat, şeriatı geride bırakıp daha derine dalışı ifade eder. Şeriattaki kitlesellik, azalarak tarikata da yansır.
Son yüzyıl içinde Sünni karekterli olarak ortaya çıkan Nurculuk, Süleymancılık, Biberlik gibi dinsel giysili siyasi akımları, burada anlatan tarikat kavramının içine sokmaya olanak yoktur. Çünkü söz konusu akımlar, daha çok Sünni tekkeler gibi görünüyorlar.
Tarikat, Kuranın iç anlamına ulaşmayı hedefleyen bir anlayışa bağlı olarak yorumlanmak durumundadır. Böyle olunca, Batıniler tarikat yolcuları sayılmak durumundadır. Kuranın batıni anlamına ulaşmayı hedeflemeyen hiçbir akım; adı, tarikat da olsa, tarikat sayılmaz.
Tarikatte hedef, dinin özüne, manevi derinliğine ulaşmak olduğu için, bu olgunluğu sağlayacak önderlere ihtiyaç vardır. Buna biz, mürşit (aydınlatıcı, yol gösterici) deriz. Alevilerde, bu mürşitlik işi seyyidlerin (dedelerin) görevidir. İnsanın mürşitsiz bu iç derinliği kavrama olanağı yoktur.
Üçüncü kapı marifet kapısıdır. İnsanın hem dış (zahiri) bilgi, hem iç (batıni) bilgiyle donanması, bu donanıma uygun davranması sürecidir.
Marifet, daha çok bireysel plan çerçevesi içinde kalır.
Dinin (Kuranın) gerçek anlamına ulaşmak için son kapı (son aşama) Hakikat kapısıdır.
Alevi felsefesinde, insan, tarikat kapısında marifet, oradan da hakikate çekilmeye çalışır. Burada amaç, insanın mükkemelleştirilmesidir…. bu kapının durak noktası insanıntoprak olmasıdır. Toprak olan insan ise “İnsani Kamil”dir. Bu en mükkemel varlıkın toprağa dönüşle anlatılması, insanın aslına dönüştür. Dinsel metinlerde ilk insanın (Ademin=Adamın) topraktan yapıldığı vurgulanır. İşte Alevilikte hedef, İnsan-i Kamili yaratmaktır.
Alevilikte inancı, 4 kapıya ve 40 makama ayırmak, insanları kurallarla boğmak değildir. Tam tersine, bu yaklaşım, insana sayısız seçenekler sunmaktır.
Hacı Bektaş Veliye göre şeriat kapısının 10makamı vardır… Namaz, oruç, zekat,hac, bu on makamdan yanlız birisidir. Böyleve şeriatın bile, yanlız namaz-oruç olmadığı hakikati çıkar karşımıza.
Aleviliğin bu inancı, hakikate giden yolu tek şeritten 40 şerite çıkarmıştır. Bu geniş yol, 40 şeritlik yol; elbette ki insanlara tek şeritlik yoldan daha rahat gelmiştir.
Şimdiye kadar Sünni tarihçilerin göstermek istedikleri gibi; Batıniler; İslamiyet dışı topluluklar değildir. Kuranın iç anlamı bulunduğuna inanan, asıl anlamın bu olduğunu savunan kesimler batınidir. Bu nedenle Aleviler, Batınidirler.
Bu anlayışın, felsefenin değişik biçimde yorumlanması ve uygulanması, Batınilerin Aleviler olduğu gerçeğini değiştirmez.
Tevil ve Tesfir
Aleviler, Kuranda dile getirilen gerçeklerin, Sünnilerin anladıklarından farklı olduğuna inanırlar. Kuranın, biçime bağlı kalınarak açıklanma işi tefsirdir. Tefsir, tenzil olunanın (inen-vahyolunan) açıklanmasıdır. Tevil ise bu açıklanmanın özünü göstermektir. Tefsir, şeriata bağlıyken; tevil, hakikati gösterir. Tefsir zahirin, tevil batıninın karşılığıdır.
Kuranın (Tanrı bildirimlerinin) biçime bağlı kalarak açıklanma işi, tefsirdir. Tefsir; cümlelerin (maddi seslerin; sözlerin) şeriat ilmine dayanılarak açıklanması olduğu için, iç yön ile bağlantısı yoktur. Tanrı tarafından bildirilen vahiylerin lafzi yönünü; yani, kuralları,yaptırımları açmak olarak tefsir, Sünni kesimlere uygulanır.
Kuranın manevi cephesini anlamak için yapılan yorumlara ise tevil deniliyor. Tevil; bir metni, bir sözü, aslına götürmek; o sözün gerçek anlamına ulaşmak demektir. Tevil olayı ile vahiy, dış görünüşünden kurtularak aslına çevrilir. Yani, zahir, batına dönüştürülür.
Tefsirde, şeriat aşamasında kalınırken tevilde hakikate ulaşılır. Bu yorumu yapabilmek için bir rehber (aydinlatıcı) bulunmasi gerekir. İşte bu rehber, imamdir.
İlk imam, “Ben konuşan Kuranım” derken; Kuranın sözlerini tekrarlayan veya aktaran bir vasıta olduğunu değil; onun özünü kavrayıp anlatacak bilgisi olduğunu vurgulamak istiyordu. Elbette, Alinin söylemek istediği şey, Kuranin hakikat cephesi idi.
Kuranın Alevi felsefesindeki bu yorumlanış biçimi, bir mecaz değildir. Mecaz, benzetmek demektir. Halbuki tevil ile benzetme yapılmaz, manevi gerçek açıklanır.
Böylece tevil, batına yani içyüze ulaşmak demektir. İçyüze ulaşmak ise, Kuranın dış yüzünü yani şeriatı aşmak; kurallar ve yaptırımlar geride bırakmaktır.
Tevil ile, ilahi bildirimler (vahiyler) gerçek anlamlarına yükseltilirler. Burada bildirmenin (vahyin) yani tenzilin karşıtı bir durum vardır.
Tenzilde, Tanrıdan insana iniş varken; tevilde, Insandan Tanrıya (ebedi gerçeklere) yükseliş söz konusudur.
Vahiy ile bilgi elde etme yolu, Muhammed ile kapanmış, sona ermiştir. Fakat ilham yolu ile, keşif yolu ile bilme olgusu süreçektir. Keşif yolu ile gizli olan, örtülü bulunan, gerçeğe ulaşmayı engelleyen sebepler yok edilir.
Tevil olgusu; ayetlerin gerçek anlamını kavrama davranışı olarak Islamiyetin ilk dönemiyle birlikte ortaya çıkmış sayılır. Maddi gerçeklikle sınırlanamayan Islamiyet, manevi gerçeklik düzleminde (hakikat) aranmalıdır.
Manevi gerçeklik ise manevi miras yoluyla aktarılan bir ilimle kavranabilir. Bu ilim ise, imamların, (12 Imamlar) Peygamberin manevi mirasçıları olarak yaptiklari açıklamalarda yer alır.
Alevi Sünnet kavramı, bu anlamda vardır. Ve Peygamberin getirdiği dinin manevi cephesini ifade eder. Peygamberin koydugu kuralların (sünnet) gerçek anlamda yaşatılması Alevilikte mümkün olmuştur.
Bu ilimde iç yüz (batın, öz) açığa çıkartılırken dış yüzü gizlenir.
Dış yüz mecazdır, benzetmedir. Oysa içyüz (hakikat) gerçek doğrudur. Kuran metnini oluşturan vahiyden çıkartılacak sonuç (manevi anlam), benzetme (mecaz), öz anlamın (batının, hakikatin) dış yüzü olan şeriattır. Yani; şeriat, gerçek değil, gerçeğe benzeyendir.
Mecaz, gerçeğin kendisi olmadığına göre, Islamiyeti dış yüzle sınırlı görmek, Islamiyeti aslıyla değil benzeriyle sınırlamaktır.
Öyleyse benzeyenle (şeriat) yetinmemek zorunluluğu ortaya çıkar. Benzeyen (şeriat) olgusundan; benzeyenin benzediğine (hakikat, vahyin özü) ulaşmak için dışarıdan içeriye girmek gerekir. Yani; zahirden batına dalmak; yani şeriatten hakikate ulaşmak gerekir. Bu ise tevil olur.
Tanrı bildirimlerinin (vahiy) gelmesi yani inmesi tenzildir. Bu bildirimler peygamber tarafından duyrulur (tebliğ).
Aşağı inen (vahiy) biçim, söz halindeyken semboldür. Bu sembol hakikati sembolize eder. Sembol, gerçeğin kendisi değildir. Gerçeğin kendisine ulaşmak için geleni geldiği yere yükseltmek (tevil) şarttır. Sembolize edilen (simelenen) ancak böyle ortaya çıkmış olur. Bu da, hakikate ulaşmak demektir.
Tanrının bildirimlerini ileten Resuldür. Bu bilgileri öz anlamlarına yükselten ise velidir…
Bu durumde, nebi ile veli; birbirine bağlı, birbirlerinin sebebi ve sonucu; birbirlerinin zorunluluklarıdırlar.
(yukarıdaki bilgiler, Henry Corbin; Islam Felsefesi Tarihi adlı çalışmadan özetlenmiştir).
İmam (veli), Imamet (velayet)
Böyle olunca, hakikat (batıni yön, iç anlam, gerçek anlam) resmi ve dinsel makamların koyduğu dogmalar (dinsel kurallar) olarak değerlendirilemez. Hakikat, yani gerçek Müslümanlık; dinsel kuralların ötesindedi. Bunu, sıradan bir insan kolay kolay anlıyamaz. Hakikatin anlaşılması için rehberlerin, mürşitlerin olması gerekir.
Peygamberlik halkası tamamlandığına göre, yeni bir peygamber gelmiyecektir.öyleyse Kuranın iç anlamını insanlara kim öğretecektir? Burada Alevi düşüncesinin ikinci bir özelliği olan velayet kavramı ortaya çıkar.
Kuranı Kerim, incelendiğinde görülecektir ki peygamber Muhammed her şeyden önce tebliğcidir. Yani, Tanrısal bildirimleri insanlara iletmekle görevlidir. Bu görev nübüvvet (nebilik), yapan “nebi”dir. Kuranın Rad Suresi (13) 40. ayet: “Ey Muhammed (….) vazifen sadece tebliğ etmektir.” Ayni konu Al-i Imran: 20. ayet, Maide: 99. ayet, Furkan: 56. ayet, Neml: 92. ayet, Ankebu: 50. ayet, Şura: 48. ayet, Cin: 23. ayet, Rad: 7. ayette tekrar edilmiş, başka birçok ayetle de pekiştirilmiştir. Tebliğ işi, Peygamberin ölümüne değin sürmüştür.
Hz.Muhammed, vefat etmiş, böylece mübüvvet (peygamberlik) olgusu kapanmıştır. Fakat, Onun aktardığı Tanrı bildirimleri, yanlız aktarma (biçim, kelime, gözle algılanan cümleler) olarak mı kalmalıdır? Onun özünün açıklanması gerekmez mi?
İşte bu görev, imamların görevidir. İşte burada sözü edilen İmam ile günlük dilde cami görevlisi olarak bilinen imamın hiçbir ilgisi yoktur. İmam, önderdir, hakikatin perdesini aralayıp onu, hazır gönüllülere gösterendir.
Yine, Sünnülikte mezhep kurmuş olan alimlerin adları önüne konulan imam sıfatı ile Alevi imamları çok farklıdır.
İmam-ı Azam (en büyük imam) sıfatını yandaşlarından alan Hanefi mezhebi kurucusu Ebu Hanife de bu anlamda imam değildir.
Bunlar; Alevilikteki imam kavramının toplumsal etkisinden yola çıkan bu yüce güce ortak olmayı amaçlayan Sünni kesimden insanlarIn sonradan ortaya çıkan tasarruflarıdır.
Alevilikteki imam, Kuranın batıni yönünü açığa çıkaran bilgi ile yüklü kişidir. İmam, Islamiyetin özünü gösteren önderdir. Bu öz ise kesinlikle toplumsaldır. Bireyi toplumun bir üyesi olarak ele alıp en mükemmel olan seviyeye çıkarmak ister.
Alevilikte nübüvvet (peygamberlik) halkası tamamlandıktan sonra velayet halkasının başladığı kabul edilir. Velayete, imamet de denilir.
Velayet, nübüvvetin içyüzüdür. Yani, nübüvvet velayetle tamamlanır, manevi anlamda da sürdürülür. Velayet, insanı, Islamın gerçek özüne eriştirmeyi, sırlar çözmeyi, aydınlatmayı kapsar.
Nasıl, zahirin yerine batın (iç) geçerse, şeriatın ötesi hakikat ise nübüvvetin ötesi de (denliği, sürdürülmesi) velayettir… (Bu velayetin Anadoluda nübüvvetin önüne geçirildiği ve hatta Tanrısal bir nitelik verildiği de gerçektir).
Anadolu Alevileri, velayeti, On Iki Imamın yüklendiğine inanır. On Iki İmam kavramı, velayet yüklenen ve yürüten manevi önderleri kapsar.
Bu yükümlülük sonradan uydurulmuş veya adı belli 12 kişiye sonradan isnat edilmiş değildir. Bu durum, başından beri böyle kabul edilmiştir. İmamlar da bilgileri ile bu görevi yürütmüşlerdir.
Alevilikte Ayrılık
İmamet, kesinlikle soy takip eder ve Ali üzerinden Muhammedeuzanır. bu durum; 12 İmam kavramının Türklerdeki soydan gelmeye dayalı Şaman (kam/oyun/ozan-bahşı/baskı) geleneğine benzemektedir.
6. İmam Cafer-i Sadıktan sonra imamın kim olduğu konusunda, o zamanki Alevi dünyasında çok önemli bir yarışma ortaya çıkmıştır. Cafer-i Sadıktan sonra, onun oğlu Ismailin imamlığa geldiğini söyleyen devrimci bir kesim olmuştu. Bunlara Ismaililer denildi.
Alevi (Şii) düşüncede ortaya çıkan bu ayrılık, şu veya bu şinin imam kabul edilmesinin çok ötesindedir. Ayrılığın nedeni, felsefe ile ilgilidir. Bunlar kesinlikle batıni yorum sahibi idiler ve Sünnilikle taban tabana zıt bir ideoloji yaratmışlardı.
İmam Hüseyinin torunlarından Zeydin adına bağlı olarak meydana çıkan Zeydiyye kolu, imam kavramı dışında Alevi düşüncesiyle pek ilintili sayılmaz.
İsmaili anlayışına göre, Sünni Islamiyetin kurallarını içeren namaz, oruç, hac gibi özellikleri kabul edilmez. 750 yılında hakka yürüyen ve Mehdi kabul edilen Ismaili imam tanıyan Ismaililer, 909 yılında Kuzey Afrikada iktidarı ele geçirdiler. Sonra Mısırı zaptettiler. Kahirede el Ezher Üniversitesini kurdular. Ticarette, Hindistana değin ağ kurup orada bir koloni oluşturdular. Sanatta büyük atılım yaptılar.
Bunlar, kendilerinin Peygamberin kızı Fatımanın soyundan geldikleri için Fatımi olarak adlandırıldılar.
Fatımi Devleti içinde çıkan çatışma sonucu, Ismaili Aleviliği ikiye bölündü. Muntasırbillahin ölümü üzerine, oğulları Nizar ve Müstali mücadeleye başladı.
Nizar hapiste öldü. Fakat, onun yandaşları, doğuya göç ederek, Hazar Denizinin güneyindeki Alamut Kalesini ele geçirdiler. Burada, Nizariye denilen (Sabbahilik diye biliniyor) militan Aleviliği yaşatmaya başladılar.