Alevilerin “suçlu, günahkar, dinsiz, hatalı” görülmesi, cumhuriyet sürecinde de pek değişmeden yıllarca sürdü gitti.
Bu olguyu en açık biçimde edebiyat eserlerinde izlemekteyiz. Halit Ziya Uşaklıgilden (Aşkı Memnu) Müsahipzade Celale (Mumsöndü) ve Ömer Seyfettinden (Hikayeler), Yakup Kadri Karaosmanoğluna (Nur Baba) kadar geniş bir yelpazede Kızılbaşlık/Alevilik çirkin, kötü, pis, ahlaksız biçimde tevsir edilmiştir.
Bu yaklaşım, edebiyat kitaplarından sözlüklere kadar yansımıştır. Ensest (cinsel ilişki serbest) ilişkinin anlamının sözlüklerde “Kızılbaşlık” olarak verilmesi bunun somut örneğidir.
Aynı yaklaşımı aydın geçinen kesimde de şiddetle görüyoruz. 1996da bir televizyon kanalında bir şovmenin yaptığı Kızılbaş gafı, aslında Sünni çoğunluğun en alttan en üste kadar bu şartlanmanın etkisinde olduğunu gösteren örnek olmuştur.
Din eğitimi alan kesimde bu iftiraya inanmayanların oranı yüksektir. Alevilerde mumsöndü olduğuna inananların oranı imam hatip okullarında yüzde 13e düşmektedir. Bu durum, toplumumuzun gerçek anlamda bir din eğitimine ihtiyaç duyduğunun göstergesidir.
Günümüzde Sünni toplumun Alevilere bakışı şöyle gruplandırılabilir:
a- İlahiyatçı Yaklaşım: Bu anlayıştakiler günümüzde İslam denilince Sünniliği anlayan Sünni teologlardan ve bu etkinin altında yorum yapan bazı sosyal bilimcilerden oluşuyor. Bunlara göre aslında Aleviler Sünni olmalıdır. Teologlar olarak Ruhi Fığlalı, Abdülkadir Sezgin, Esat Coşan, Yaşar Nuri Öztürkten söz edebilir. Sosyolog olarak Mehmet Eröz ve Orhan Türkdoğan bu görüştendir.
Alevi toplumu bu tür yaklaşımlardan son derece rahatsız olmakta ve bu değerlendirmeyi kendi kimliğine yapılmış bir saldırı olarak görmektedir. Altında mezhep gayreti bulunan bu yaklaşım Alevi-Sünni diyaloğunun yollarını açmak yerine tıkamaktadır.
b- Sünni Tarikatlerinin Bakışı: Bunların günümüzde meseleye bakışı da Alevilere Osmanlı bakışından farklı değil. Tarikatçilerin gazetelerine yansıyan Alevi profili sevimsizdir, saldırgandır. Bunlara göre Aleviler dinsizdir, teröristtir.
Bunu açık söylemeseler de vermek istedikleri mesaj budur. Alevilerin dinsiz ve terörist olduğu imajıyla kamuoyu oluşturan Sünni tarikatlerin ileride görüş düzeltmeleri beklenebilir.
c- Akademik Yaklaşım: Bu gruptakiler olaya Sünniliğin haklılığı ve doğruluğu açısından değil toplum bilim ve ekonomik açıdan bakan araştırmacılardan oluşur. Bu bakış açısı laiklikten şiddetle etkilenmiştir. Aralarında önemli yorum ve bakış farkı da bulunan araştırmacılardan bazıları şunlardır: Fuat Köprülü, Besim Atalay, Atilla Özkırımlı, Ahmet Yaşar Ocak, Burhan Oğuz, Çetin Yetkin, İsmat Zeki Eyuboğlu, Faruk Sümer, Niyazi Öktem, Cahit Tanyol, Cavit Sunar, İlhan Başgöz…..
bu gruptakiler Aleviliğin İslami özünü heterodoksi (kabul edilmiş din kurallarına aykırı) olarak kabul ederler ama inanç yönü ile, özellikle de pratikleriyle ilgilenmezler. Alevilerin inanç grubu olmaktan öteye geçip laik bir topluluk halinde görünmelerinden yanadırlar.
ç- Eylemci Sol Yaklaşım: bu görüştekiler, Alevilerin solcu olduğunu, düzenin karşısında olduklarını ve bu sömürü sistemini yıkmak için gerektiğinde silahlı mücedele edebileceklerini ileri sürerler. Bunların Alevilerden baklediği, Alevi gençlerini militan olarak kullanmaktır. Kendi ideolojilerini gereği dine karşı oldukları için Aleviliğin dinsel boyutuna da şiddetle saldırırlar.
d- Sünni Siyasetçilerin Yaklaşımı: Türkiyedeki Alevi kesime Sünni siyasetçiler ancak oy kaygısıyla yaklaşıyorlar. Alevilere seçim öncesinde parlak vaatlerde bulunanlar (Örneğin 1995 Genel Seçimleri ve Alevilere Bütçeden pay verebileceği sözleri….) seçimlerden sonra bu sözlerini kesinlikle unutuyorlar. Sünni çoğunluğun baskısı, siyasetçileri bu konuda geri adım attırıyor.
1997 başlarında ortaya çıkan irtica tartışmalarına bağlı olarak Milli Güvenlik Kurulunun getirdiği yaptırımlar üzerine, aşırı sağcı, ırkçı/şeriatçı siyasi anlayış Alevileri hedef aldı. Bunlar, Türkiyenin Süriyeye dönüştürülmek istendiğini ileri sürdüler. Hükümetin laiklikle ilgili işlerinin, Suriyede olduğu gibi Alevilerin eline verilmek istendiğini göstermeye çalıştılar. Bu konuda eski MHPli, yeni İslamcı BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlunun açıklamaları vardır.
Sonuçta Türkiye; 2002 yılı kasım seçimleri ile din istismarcısı, Amerikan İslamcısı bir siyasi kadronun yönetimine verildi.
Türkiyedeki sosyal demokrat/demokratik sol kanat da Alevilerin oylarını almakla birlikte onların sorunlarına sahip çıkmadı. Kendilerini laiklikle sınırlayan bu anlayıştaki partiler, Alevileri övmekle yetinip icraattan kaçtılar.
Böyle olunca Alevilerin siyasal tercihleri de farklılaştı. Öyle ki MHP bile kimi yerlerde Alevilerden oy aldı. bazı Aleviler, Refah/Fazilet Partisi çizgisi ile ilişkiye girerek gizli şeriatçılarla bile işbirliği yaptılar.
1999 yılında yapılan genel seçimlerde bu dağınıklık açıkça ortaya çıktı ve bölünen Alevi oyları etkisini iyice yitirdi. Ayrıca CHP de bu yüzden Meclis dışı kalarak TBMMnin yasama ve denetim işi darbe yedi.
2002 yılın da Alevi oylarının parçalanması sürdü ve AKP tek başına iktidara geldi. sandığa gitmeyen milyonlarca seçmen içinde Alevilerin çoğunluğu oluşturduğu konuşulup yazıldı. Aynı süreç; 2007 yılındaki genel seçimlerde devam etti. Böylece ABD tarafından şekillendirilen AKP iktidarı kuvvetlendirildi. Alevi toplumunun eskiden daha kuvvetli biçimde destelediği CHPnin oyu ise 2002den 2007e pek artamadı. 2007de MHPye batı, iç Karadeniz ve Akdeniz bölgesindeki Alevilerden oylar kaydı. Sonrasındaki süreçte ise bu parti AKP ile yer yer işbirliği yaparak bu oyları verenleri hayal kırıklığına uğrattı.
Bu çalışmanın yenilendiği 2008 sonunda ise AKP hükümetti; Alevilerle ilgili olarak bazı açılımları gündeme getirmenin kaçınılmaz olduğunu görmüş bulunuyor. Lakin; bu açılımın Alevi toplumunun tutucu kanatları ile birlikte yürütülmek istendiği görülüyor ki bu da ayrı bir asimilasyonun lekelrini taşıyor.