Şehirlerdeki Alevilerin en büyük sıkıntılarından birisi de Sünni çoğunluğun Alevilere yönelik suçlayan/karalayan/aşağılayan önyargılarıdır.
Şehirleşme ile birlikte kentlerdeki Aleviliğin pozisyonu “Şehir Aleviliği” diyebileceğimiz yepyeni bir durum dayattı. Köylerde çoğunluğu oluşturan homojen Alevi yapı, kentlerde azınlığa düşüp yine gizlendi.
Bu arada, eğitim kurumlarının tekçi ve suçlayıcı yapısı sürüyordu.
Sünni halkın kafasında Alevilere karşı Osmanlılar zamanında ulemanın ve hocalarınoluşturduğu olumsuz yargılar yaşıyordu.
Günümüzde bile bu durumun şiddetle yaşandığını anketler ortaya koyuyor. Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir anket durumun ne kadar acı olduğunu gösteriyor. “Alevilerin mum söndü yaptığına inanıyor musunuz?” biçimindeki bir soruya üniversite öğrencilerin yüzde 50si “Evet” cevabı veriyor. (Orhan Türkdoğan, Alevi Bektaşi Kimliği, s. 356.)
Bu anketlerde çıkan sonuçlara göre Sünni okumuş gençliğin Alevilerle ilgili kalıp yargılardan bazıları şunlar:
1- Mum söndürürler.
2- Seyyidleri veya ahudları istediği hanımı yanlarına alabilir.
3- Dinde ikilik çıkarırlar.
4- Namaz kılmazlar, içki içerler.
5- Gusül abdesti almazlar.
6- Camiye gitmezler
7- İçlerine kapalı ve gizli yaşarlar.
8- Ensest yaparlar (Cinsel ilişkide serbestlik).
9- Ahlaksızdırlar
10- Pistirler
11- Materiyalisttirler
12- Bir Hırıstiyandan çok daha güç Müslümanlığı kabul ederler (Orhan Türkdoğan, Alevi Bektaşi Kimliği, s. 356.)
Bu kalıplaşmış yargılar eskilerde üretilip kitlelere aktarılmış, kabul ettirilmiştir. Onlardan da kuşaktan kuşağa geçmiş, bugünlere gelmiştir. Yüksek öğretimdeki Sünni gençlik böyle düşünüyor ise sıradan Sünni vatandaşın Aleviler hakkında neler düşündüğü Alevi kitle için elbette yaralayıcıdır.
Böyle bir baskı karşısında gizlenen şehirdeki Aleviler kendi yollarının kurallarını unuttular. Dedelik, taliplik ilişkisi hemen hemen bitti. Müsahiplik (Yol kardeşliği) düzeni yok oldu. görgü (cem) yapılmaz oldu. dergahı kapatılan, sivil kurumları ve eğitim kurumları bulunmayan Alevilik neredeyse nostalji haline geldi.
Ama Alevilik “Ulusal kimliğin bir damatılması ve mazlumiyet sembolü Ehl-i Beyt sevgisinden can alan” bir kalp çırpıntısı olarak derinlerde duruyordu. Ayrıca, Aleviliğin yarattığı insanilişkileri ve genel kültür, ailelerde, içeride az çok devam ediyordu.
Kentlerde çaresiz kalmanın yarattığı bunalım da Alevileri kendi dinsel kimliklerine hiç değilse zihinsel-duygusal olarak bağlı kalmaya itmişti. Bütün olumsuz şartlara karşın, Alevilerin yaşam tarzındaki farklılık, insancılık, kardeşlik, yaşanan demokratikleşmeye ve küreselleşmeye parelel olarak Aleviliğin yeniden canlanmasına sebep oldu.
Şimdi, bu olguyu Sünni çoğunlukla paylaşma süreci başlatılmalıdır. Fakat Sünni halkımız Alevilere karşı hala olumsuz yargılarla doludur. Mum södü yaparlar, kestikleri yenmez, evlerine gidilmez, kız alıp verilmez gibi yaklaşımlar ne yazık ki günümüzde de yaşıyor.
Bu yanlış yargıların giderilmesi ancak eğitimkurumlarında Aleviliğin ders alarak okutulması ile mümkündür. Yine hiç değilse devletin iletişim organlarından Aleviler de yaralanmalı ve kendilerini anlatmalıdırlar.
Bunun dışında Diyanet işleri bakanlığı artık, Alevi gerçeğini kabul edip camilerde Aleviliği tanıtan merkezi vaazlar verdirmelidir. Bunun kadar önemli bir diğer konu da ilahiyat okullarında konunun programa dahil edilmesidir.
Sünni kesimde halk katındaki Alevi karşıtlığı şartlanması, aydın katında başka kılık altında sürmektedir. Onlara göre yanlızca kendi mezhepleri doğrudur. “Müslümansanız camiye gelin, cemevi de neymiş!” tezi en aydın Sünninin bile kafasında dolaşıp durmaktadır. Aleviler; Sünniliğin kurallarını kabul ederse, her şey çözülür, sorun da ortadan kalkar. İşte günümüzün Sünni demokratlarının veya teologlarının Alevi sorununa yaklaşımı aşağı yukarı budur. Günümüzde Alevilere yardımcı olmak ister gibi görünen ilahiyat çevreleri, misyoner tavrı takınmaktadır. Müslümanlık adı altında Sünnileştirme içeren bu yaklaşıma Aleviler haklı olarak tepki göstermektedir. Sorunun çözümü, Alevileri Sünnileştirmek değildir. Bu çözüm şekli 500 senedir tutmamıştır. “Efendim dinimiz bir, kitabımız, peygamberimiz bir. Aleviler de Sünni sayılır.” “Sünniler de Aliyi sever ve bu yüzden Alevi saylır” gibi yaklaşımlar demogojiktir. Sünni kesimden çıkan ve Alevilere iyi niyetle yaklaşmaya çalışan sosyal bilimciler, hala mezhep bağnazlığı içinde, “Alevi köylerine cami yapılsın” (Mehmet Eröz) çözümünü öneriyorlar. Sosyolojik bakınca, Alevilikle Sünniliğin farklı yapılanmalar olduğunu görenler, inançsal olarak mezhep taasubu ile “Alevilik ile Hanefilik birdir” (Türkdoğan) diyerek problemin Alevilikte olduğunu dolaylı olarak ileri sürüyorlar.
Günümüzdeki Sünni toplumbilimciler ile Osmanlının ulemasının çözüm yolu aynıdır: Alevi köylerine cami yaptırmak.
Halbuki bu sorun öyle basit değildir ve arkasında koskoca bir tarih vardır. Önce var olanı kabullenmek gerekir. Ancak bundan sonra barış içinde bir arada yaşamak ve birbirimize hoşgörülü olmak gelir.
Bugün Sünni kamuoyunun Alevilere sempati duyduğuna inanmak mümkün değildir: Alevilere yönelik kimi pohpohlamalar onların inancına saygıdan değil, Alevilerin politik/sol tercihlerindendir.
Ne yazık ki solcu gözükenler, Alevilere dinsizliği, sağcılar ise Sünniliği önermekte, iki kesim de onların doğal-geleneksel seçimleri olan Alevi mezhebine tahammül etmeyi düşünmemektedir.
Hala; Türkiyede milyonlarca insanın talebinin, dinsel olmasa bile demokratik bir hak olarak hoşgörü ile karşılanması gerektiğini görebilen insan veya aydın sayısı çok azdır.
Alevi kitle, bu yapay olarak yaratılan kargaşa ortamında kendisinin kim olduğunu bile anlayamaz hale getirilmiştir.
Bütün buna karşın, Alevi kesim Sünni çoğunluk içinde kültürel-inançsal bir azınlık olduğunu unutmadan, ortak yaşama alanı yaratmak için çaba göstermelidir.
Köylerde alanın egemeni olan Alevi, şehirlerde alanın azınlığı olduğunu bilirse, daha sağlıklı ilişkiler kuracaktır. Bu bilinç, Sünni vatandaşın çoğunluğunu da Alevileri desteklemeye yönetecektir. Unutmamalıyız ki Alevilerin sorunu, Aleviler kadar Sünnileri de ilgilendirmektedir.
Buluşma noktalarını tespit edelim:
1- Başta MGK olmak üzere devlet organlarının cüzzamlı gibi gördüğü Alevi kitle ve onların yaşadığı Alevilik; bu milletin öz milli kimliğini temsil etmektedir. Türk kültürünü, bilincini, dilini; o kötülenen Aleviler binlerce yıl ötesinden bugünlere taşımışlardır. Öyleyse; milli birlik açısından bu inanç veya kültür temel taşıdır. Milliyetçilik adı altında Arapçılık yapılarak bu gerçek milli kimlik daha fazla yok sayılmamalıdır.
2- Alevi toplumunun inançsal düzlemdeistediklerine Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB); “İslam tektir; o da bizim temsil ettiğimizdir!” diyerek tarihe ve sosyolojiye aykırı biçimde karşı çıkıyor. Tarihte; daha Muhammed hayatta iken İslam ikiye ayrılmıştı. Mekke mütegallibesi ile Mekkeli yoksullar, gençler, köleler arasında bir ayrışma oluşmuştu bile. Bu durum; 632de Muhammed vefat ettiği gün tavan yapmış; Peygamberin vasiyeti çiğnenerek zengin kesimin istediği kişi baş yönetici yapılmıştı. Sonra bu parçalanma sürmüş; tarihte katmanların sınıfsal konumlanışlarına göre İslam anlayışları (mezhepler) oluşmuştu. Bunları Sünni din (mezhep) kitapları da kabul ediyor. Şimdi; DİB; kendi tarihini bile redderek asimilasyonculuk yapıyor.
Bu konuda; DİBin bilinçli cehaletini kırmanın yolu din bilgisi değil, demokratik ilkelerdir. Bir toplum; kendisini nasıl tanımlıyorsa, yönetim onu öyle görmek zorundadır. Alevilerin isteklerine demokratik bir talep olarak bakmak; DİB bağnazlığını aşmanın bir yoludur. Sünni kesimi de bu isteklerin demokratik ve barışcı istekler olduğunda birleştirmek kolay olacaktır. Ki, demokrasi, ortak alanımızın başında gelmektedir…
3- Ehl-i Beyt Sevgisi: Alevilerle Sünnileri dinsel anlamda bir noktada buluşturmak mümkündür. O da Ehl-i Beyt sevgisi ve saygısıdır. Zaten Allah, Kuranda belirttiği gibi Müslümanlardan ‘Ehl-i Beyti ne yazık ki günümüzün Sünni teologları, Ehl-i Beyt olgusunu büyük çoğunlukla gizlemeyi sürdürüyorlar. Ezberci ve nakilci Sünni ulema, uzun zamandır mezhep taassubunu atamıyor. Tarihi kaynakların ve Kuranın tanıklığı görmezden geliniyor. Bin yıl önce kapatılan içtihat kapısı, inatla kapalı tutuluyor ve geçmişteki bağnazlık, İslam dininin kuralı gibi kitlelere aktarılıyor.
Türkiye hala Peygamberin yolundan yürüyecek aydınını arıyor.