İmam Hüseyinin büyük oğlu Ali Ekber, henüz on sekiz yaşında bir gençti. Babasının karşısına dikilmişti: Ya baba!… Benden başka eli silah tutan kalmadı. Sıra benim… diyerek babasından müsade almış ve derhal atına atlayarak, düşman saflarına ilerlemiş: Ey Allahın korkmaz, Resulü Ekreminden haya etmez insanlar!… Babamın yanında bir tek ben kaldım. Bari, beni de öldürünüz de, babamın felaketini görmeyeyim… diye seslenmişti.
Ali Ekberin yas ve acıyla söylediği bu sözler, düşmanlar üzerinde bile, etki meydana getirmişti. Hiç kimse, onunla çarpışmaya çıkmak istememişti.
Ömerin teşvik ve tekdirleri mübarizler üzerinde etki göstermiyordu. O zaman Ömer, muhariplerden Tarık bin Şeyte seslenmiş: Hüseyinin oğlunu öldürürsen, seni Musul valisi yaparım, demişti.
Tarık, Musul valiliğini işitince, atını meydana sürmüş ve Ali Ekberin karşısına geçerek, kendi adını, sanını, soyunu, sopunu birer birer saymaya başlamıştı.
Tarıkın gururla söylediği bu sözleri işitince, Ali Ekber de: Beni, bilenler bilir, bilmeyenler de bilmelidir ki; ben, Muhammed Resulullahın torunu, Ali Murtazanın oğlu Hüseyinin oğluyum. Benim büyük anam Hatice-tül Kübranın kızı, fatime-tüz Zehradır. Benim dedem, babam, dünyanın en hayırlı ve kahraman adamlarıdır…. sözleriyle başlayan uzun bir recez okumuştu.
Ali Ekber sözünü bitirir bitirmez, Tarık ona saldırmıştı.
Ali Ekber, onun saldırısını savdıktan sonra, karşı saldırıya geçmiş ve onu atından devirmişti. Ömerin gönderdiği bir kaç mübarizi daha devirdikten sonra, çadırlara dönerek babası, annesi ve akrabalarıyle son bir veda yapmak istemişti.
İmam Hüseyin, oğlunun geldiğini görünce, onu karşılamış: Oğlum, son bir diyeceğin var mı? demiş; o da, kollarını babasının boynuna dolayarak: babacığım, susuzluk beni öldürecek… cevabını vermişti.
İmam Hüseyin, önce yüzüğünü, Ali Ekberin ağzına koymuş, onu emmesini söylemişti. Sonra da kendi dilini oğlunun ağzına koymuştu.
Ali Ekber, babasının dilini ağzına alınca, onun kendi dilinden daha kuru olduğunu görmüş ve yeniden meydana dönmek istemişti. Ali Ekberin etrafını alan kadınların feryadı yükselirken o, atına atlamış; acıklı manzaradan uzaklaşmıştı.
Ali Ekber, bir taraftan susuzluktan, bir yandan da aldığı yaralardan büyük bir acı içindeydi. Biran önce ölmek ve bu dayanılmaz acıdan kurtulmak için, tekrar düşman üzerine hücum etmmişti. Ömerin, büyük para