"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ehl-i Beyt mensupları

Kerbela çölleri, öğle güneşinin zalim harereti altında yanıp, tutuşurken, artık imam Hüseyinin savunma kuvveti büsbütün azalmıştı. Sadık vefakar dosları birer birer şehit olduğu için, yanında sadece Ehl-i Beyte mensup olanlarla birkaç sahabesi kalmıştı.
Ebu talibin torunları, artık ölüm sırasının kendilerine geldiğini görür görmez, bir araya toplanmışlar, birbirlerine sarılıp ağlayarak, helallaşmışlardı. Bu acıklı sahneyi gören kadınlar, dayanamamışlar; saçlarını, başlarını yolarak feryat ve figana başlamışlardı.
Ortaya önce Akiyl oğulları atılmışlardı. Kufede, etrafını çeviren düşman sürüleriyle kahramanca çarpıştıktan sonra, şehit olan Müslimin oğlu Abdullah, çarpışma meydanına çıkarak: Ey Kufeliler!… Ben, Müslimin oğluyum. Babamın katillerine lanet ediyorum. İçinizde, onun katillerinden varsa, onları mertçe mübarezeye çağırıyorum. Mert ve er olan karşıma çıksın!… diye bağırmıştı.
Ömerin emriyle, Kuddame adında bir mübariz Abdullahın karşısına dikilmiş ve Kerbelanın kızgın toprakları üzerinde, yine kanlı bir mücadele baş göstermişti.
Ölüm sırası Ehl-i Beyte gelince; Kasım, sevcesi(Eşi) ile görüşmek ve son bir veda yapmak istemişti. Fatime, çadırda, siyah elbiseleri içindeonu beklemekteydi. Kasımın geldiğini görür görmez, ona yaklaşarak elini uzatmış; ama onun yüzüne bakmaktan çekinmişti. Kasım üzgün gözlerini, sevgili Fatimesine dikmiş; bir şeyle söylemek istemişti. Ama o sırada çarpışma meydanında kopan bir gürültü, sözünü kesmişti. Çarpışma meydanı; en kanlı, en feci olaylara sahne olmakta devam etmekteydi. Müslimin oğlu Abdullah; kahramanca dövüşerek, Kufelilerden birkaç kişiyi yere serdikten sonra, oklar ve mızraklarla şehit edilmişti.
Müslimin kardeşi; Cafer ve Abdurrahman da birer birer meydana girmiş; ecel şerbetini içmişlerdi. Asrı saadetin en namdar kahramanlarından olan Cafer Tayyarın torunları Mehmet ile Avf ve Avfın oğlu Avn… Bunlar dai yiğitçe çarpışmalardan sonra, şehadet yolunu takip etmişlerdi. İşte bu sırada, güvey Kasımın kardeşi Abdullah, imam Hüseyinin karşısına dikilmiş: Ya İmam!.. Akiyl ve Cafer Tayyar oğulları da gittiler, sıra bize geldi. izin ver , ben de gideyim… demişti.
İmam Hüseyin, derin derin içini çekmiş: Ya Abdullah!… Gidenlerin hiç biri gelmiyor. Sana nasıl kıyıp da; git, diyebilirim. Sen, dilediğin surette hareket et… diye cevap vermişti.
Çadırda, sevgili eşinin karşısında bulunan Kasım, bu konuşmayı işitir işitmez, büyük bir heyecana kapılmış, kardeşi ile veda için dışarı fırlamıştı. Ama beyaz bir atın üzerinde, düşman saflarına karşı pervasızca atılan Abdullahın arkasında bakakalmıştı. Abdullah, düşman saflarının önünde atını şahlandırarak, er dilemişti. Ama, düşman safları arasında: şehit Hasanın oğlu Abdullah… sözleri dolaşmış ve hiç kimse onunla çarpışmaya girişmek istememişti.
Karşısına kimse çıkmayınca, Abdullah, üzengillerin üzerine dikilmiş: Ya Sadın oğlu!… Hazır ol! üzerine geliyorum…. diye seslenerek, damarlarındaki kanın mertliğini ve temizliğini göstermiş; yıldırım süratıyle, Emevi bayrağının dalgalandığı yere saldırmıştı.
Bu hamle, o kadar şiddetliydi ki, Ömer, kendini kurtara bilmek için, sadık adamlarına işaret etmişti. Abdullahın etrafı, uzun mızraklarla çevrilmiş; korkunç naralaryükselmişti ve sonunda, Abdullah da, artık ölüm çemberinin içine girmişti. İmam Hüseyin, bu durumu görür görmez, dayanamamıştı. Son kalan ashabından Mehmet bin Enes ve Sad ibni Deccane ile kendi kölesi Gulam Farsı imdada göndermişti.
Bu üç sadık Ehl-i Beyt dostu, omuz omuza vererek Abdullahın etrafını kuşatanların üzerine saldırmış, bir süre kılıç ve kalkanlarla çarpıştıktan sonra, sonunda boğaz boğaza gelmişlerdi. Ömerin adamlarından bir kısmı, ağır yaralar alarak, geri çekilmişlerdi. Ama, bunların boşluklarını dolduranlar, önden ve arkadan mızraklarla şiddetli bir saldırıya geçmişler; imam Hüseyinin mert ve kahraman mübarizlerini arkalarından mızraklayarak yerlere düşürmüşlerdi. Uzaktan bu faciayı seyreden imam Hüseyin ile yanındakiler, acıklı bir feryat koparmışlardı.
İmam Hüseyinin kardeşlerinden Abbas ile Avn, derhal kılıçlarını çekerek ileri atılmışlardı. Düşman mübarizleri çarpışa çarpışa yaralarının acısıyla kanlar içinde çırpınan kardeşleri olduğunu, düşman ayakları altında çiğnenmekten kurtarmak için çarpışmaya başlamışlardı. Abdullah, henüz son nefesini vermemişti. Hatta amcalarını görür görmez, gayrete gelmiş; harikulada bir metanet göstererek, ayağa kalkıp tekrar çarpışmak istemişti. Ama, o anda, arkasından gelen hain bir mızrak darbesi, vücudunu bir taraftan öte tarafa kadar delmiş; Abdullah, yürekler parçalayıcı bir feryadla haykırdıktan sonra, ağzından kanlar boşanarak sağ yanının üzerine devrili vermişti.
İmam Alinin oğulları Abbas ile Avn, artık çarpışmayıbırakmış ve Abdullahı kucaklayarak imam Hüseyinin önüne getirmişlerdi. İmam Hüseyin, her tarafından kanlar sızan bu cesede sarılmıştı.