Bu sırada imam Hüseyinin sadık ashabından Azerbeycanlı Müslim adında, kahraman ve fedakar bir Türk, çarpışma metdanına çıkmış; Ömerin en değerli mübarizlerinden birkaçını tepelemişti.
Ömer, bu kahraman Türkü mızraklarla yok etmek için beş, on adam göndermişti. Bunlar, Müslimin etrafını çevirmişler; mızraklarla üzerine saldırmışlardı. Müslim, bunların da birkaç tanesini tepeledikten sonra, kendisi de delik deşik olarak, kanlar içinde yere serilmişti. Ama yere düşerken, başını imam Hüseyinin karargahına taraf çevirmiş: Medet, ya İmam!… diye seslenmişti.
İmam Hüseyin, kendi uğrunda can veren bir sadık dostun sesini duyar duymaz, dayanamamış, yanına Habib bin Mezahiri alarak, çarpışma meydanına koşmuştu. Müslime son mızrak darbesini indirmek isteyenler, derhal geri çekilmişler, mızraklarının uçlarını yere eğmişlerdi. İmam Hüseyin, Habibin yardımı ile Müslimi karargahına getirirken, hiç kimse, imam Hüseyine mızrak kaldırmaya cesaret edememişti. İşte bu olay, Ömerin üzerinde büsbütün bir ürküntü meydana getirmişti.
Müslim, karargaha geldikten sonra, Habib onun yanında kalmış: Ya Müslim; senin arkandan yaşıyacak olsaydım, «Bir vasiyetin var mı?» diye sorardım… demişti.
Müslim, gözlerini Habibe, Peygamberin bu ihtiyar sahabesine dikmiş ve parmağıyle imam Hüseyini gösterere: Ya Habib!.. sana vasiyetim, kanının son damlasına kadar, şu zatın karşısında dövüşmektir…. cevabını vermişti.
Müslimin bu suretle ölümü Ehl-i Beyt üzerinde derin bir etki meydana getirmişti. Müslim, kanlara bulanan başını, imam Hüseyinin dizlerine dayayarak can vermişti.