"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Zuheyr ibni Kays

Bu sırada Ömer Sad ordusundan bir süvarininmeydana çıktığı görüldü. Bu adam aslen Şamlı olup adı Samdı.
Sam, kendini, kavmini, kabilesini, kahramanlığını, yiğitliğini dizip döken bir kaç beyit söylemiş ve sonra da: Karşıma kim çıkacak?… diye bir nara atmıştı.
İmam Hüseyinin karargahında Züheyr, kılıcını çekerek ortaya fırlamış ve o kızgın güneşin altında, korkunç çarpışma başlamıştı.
Sonunda Züheyr, kuvvetli bir kılıç darbesiyle Samın kalkanını parçalamıştı. İkinci bir kılıç darbesi de, Samın başını yarmış, ikiye ayırmıştı. Bu darbenin dehşeti, düşman safları arasında bir korku uyandırmıştı. Züheyrin, bir kaç defa erdilemesine rağmen, meydana kimse çıkmaya cesaret etmemişti. Bu durumda telaşa düşen Ömer: Yazık!.. İçinizde, mert bir adam yok mu? diye bağırmıştı.
Birkaç ses birden; Ömerin bu sorununu karşılamış: Nasır bin Mikap var. o çıksın demişlerdi.
Heybetli vücudu ve çatkın yüzüyle, korkunç bir heykel gibi, kılıcına dayanıp duran Nasır: Ben, bin mübarize bedel tutulurum. Tek bir adamın karşısına çımaya tenezzül etmem… demişse de Ömerin ısrarı üzerine ortaya çıkmak zorunda kalmış, meydana bacaklarını gere gere dolaşmaya; elindeki kılıcı, kalkana vura vura nara atmaya başlamıştı.
Nasırın hiç bir hareketini gözden kaçırmayan Züheyr, onun bu hareketlerle, kendisini gafil avlayarak bir anda üzerine saldırmak istediğini anlamış ve vücudunu bir yay gibi kesıçramış; elindeki kılıcı Nasırın bacaklarına çalmıştı. Züheyr, aldanmamıştı. Nasır, geri çekilerek, çevik bir kaplan gibi ileri atılmıştı. Ama Züheyr, ondan daha çevik bir hareketle yana sıçramış: elindeki kılıcı Nasırın bacaklarına çalmıştı. Züheyrin kılıcı ile sağ bacağı kesilen Nasır, korkunç bir feryatla yere kapanırken, Züheyrin ikinci bir kılıcı da onun kocaman kafasını vücudundan ayırıvermişti.
Züheyr, Nasırı böyle öldürdükten sonra, kılıcını yere dayamış ve düşmandan er dilemişti. Düşman safları dalgalanmış, ama kimse, yerinden oynamamıştı. Komutanlardan Hacır, serdar Ömerin yanına yaklaşmış: Ya Ömer!… Züheyri bilirim. Onu yenmek kolaydeğildir… Adamlarımızdan birçoklarının boş yere kanını döktürmeyelim. Ona bir pusu tertip edelim. Ben, meydana çıkayım. Onunla çarpışmaya başlayayım. Sonra, buraya kaçayım. Tabii Züheyr, arkamdan gelecektir; o zaman, hazırlanan adamlar etrafını alsınlar, mızraklarla saldırarak, onu parçalasınlar…. demişti.
Plan uygulanmıştı. Mızraklılar, derhal Zübeyrin etrafını kuşatmışlar, sivri ve keskin demirlerle ona saldırmaya başlamışlardı.
Züheyr, bu anda bile şaşırmış; keskin kılıcıyla etrafında daireler çevirerek, kendisini savunmaya hazırlanmıştı. Bu aralık, Şeyt bin Rabı adında biri, yaklaşıp onun arkasından sokularak, yanına kadar ilerlemiş; bir kılıç darbesiyle Züheyrin başını ikiye bölmek istemişti. Ama Züheyr, bunu da gözden kaçırmamış, süratle geriye dönerek savurduğu bir kılıç darbesiyle Şeytin kelesini uçuruvermişti. Züheyrin Şeytle uğraştığı bu bir kaç dakika içinde mızraklar ona yaklaşmış ve uzun mızraklarıyle onu her tarafından süngülemeye başlamışlardı.
Züheyr, fena halde sendelemiş, ama harikulade bir tahammül göstererek, metanetini kaybetmemişti. Artık, bitkin bir hale geldiğini hissediyordu. Ölmeden önce bir daha imam Hüseyini görmek istemişti. Bütün kuvvetini toplayarak savunma durumu almış, kılıcını etrafına savura savura geri çekilmeye başlamış; bin güçlükle karargaha kadar gelerek orada yere serilmişti.
İmam Hüseyin, göz yaşlarıyla onun üzerine eğilmiş, mendili ile ağzından gelen kanları silmişti. Züheyrin arkadaşları toplanmışlardı. Tepesinden topuklarına kadar kıpkırmızı kan içinde kalan ve artık ölümün son çıpınışlarıyle titremeye başlayan bu fedakar adama bakıyorlardı. Hepsinin bakışlarında derin bir acı vardı. Çok iyi biliyorlardı ki; kendileri de aynı akıbete uğrayacaklardı. Bir aralık Züheyr, gözlerini açmıştı: üç günden beri devam eden susuzluğun ve vücudundan akan kanların verdiği hararetle, kupkuru kesilen dudakları kıpırdanmış: Bir yudum su…. diye mırıldanmıştı.
Bütün gözler, hüzün ve keder içinde, Züheyrin üzerine dikilmişti. İmam Hüseyinin gözlerinden akan yaşlar, kırlaşmaya başlayan sakalından damlıyordu. Bu anda Züheyrin gözleri kapanmış, dudakları garip bir gülümsemeyle titremeye başlamıştı. Görüyorum su… işte su… bir tas su… gösteriyorlar, bir tas su gösteriyorlar.
Bu sözleri güçlükle söyleyen dudaklar ileri uzanmış ve öylece kalmıştı. O zaman imam Hüseyin, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış: Ya Züheyr!… o gödüğün, cennetteki şarabı kevserdir…. Sen, ben ve hepimiz, ondan içeceğiz. Zalimlerin bizi maküm ettiği susuzluğun ateşini ancak onunla dindireceğiz…. diye bağırmıştı.
Öğle vaktine kadar, Kerbela çölünün çorak toprakları üzerine, birkaç yüz kişinin kanı akmıştı. Ömerin adamlarından birçok kişi, kanlar içinde yerlere serilmişti.
İmam Hüseyinin sadık ve vefakar ashabının büyük bir kısmı da kendilerini birer birer ölümün pencesine atmışlar, Emevi saltanatını savunanların okları, kılıçları ve mızrakları altında parçalanmışlardı. Bu cesur ve feragatkar insanlar, bile bile ve sevine sevine ölüme atılmakla, düşmanlarının maneviyetını fena halde sarmışlardı.