"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hür ibni Riyah

İmam Hüseyin, karargahına dönerken, serdar Ömere şu fikir gelmişti: derhal Hüseyinin çadırına saldırarak, hazırlanan büyük çinayeti bir an önce işlemek ve meseleyi çabucak haletmekti.
Tam fikrini uygulayacağı zaman bir olay meydana gelmişti.
Askerin en önemli komutanlarından biri, karşısına dikilmiş, aralarında şu sözler geçmişti:
→Ya Ömer!… Hüseyin ile savaş muhakak mı?
→Elbette. Hatta şimdi her taraftan saldırı için emir vereceğim.
→Pekala, ama… Bunun sorumluluğunu ne cesaretle kabul ediyorsun? Ben ise bu saldırıyı kabul etmiyorum ve Hüseyin ile savaşmak istemiyorum.
Serdar Ömer, şaşırmıştı. Kendisine bu sözleri söyleyen adamın yüzüne dikkatle bakmıştı. Bu adam, en cesur komutanlarından, Hür ibni Riyahtı… Sonra büyük bir hayretle: Ya Hür!… Hüseyin, buraya geldiği zaman, İbni Ziyadın emriyle, onu tutuklamaya memur edildin. Maiyetine bir hayli adam alarak gittin; onu tutuklamayarak bu havaliye sen getirdin. Şimdi, Hüseyin ile savaşa girişmekten niçin vazgeçtin? demişti.
Hür; parmağının ucunu, geniş bir halka gibi kuşatan askerler üzerinde gezdirmiş ve sonra, Hüseyinin karargahını göstermişti: Bak: biz kaç kişiyiz… Bir de Hüseyinin etrafındakilere bak; onlar kaç kişi?… Bir avuç adamın üzerine, bu kadar büyük bir kuvvetle saldırmak, insanlığa yakışır mı?…. Özelikle Hüseyin, bu mesele de ne kadar mazur ve mağdur olduğunu da söyledi.
Seni ve Kufelileri tahkir etti. Ne sen, ne de başkaları, Ona susturucu bir cevap veremediniz. Onu oklarınızla susturmak istediniz…. üzerine ok attığınız adamın Peygamberin en sevgili torunu olduğunu düşünmediniz… Ben, sizin, bu hareketinize katılmıyorum… diye cevap vermişti.
Hür; İbni Ziyadın güvendiği kişilerdendi. Asker arasında da büyük bir kuvvet ve nüfuzu vardı. Onun için Hürün bu sözleri, serdar Ömerin üzerinde büyük bir etki meydana getirmiş, imam Hüseyinin karargahı üzerine genel saldırı emri vermeye cesaret edememişti.
Ya Hür!… Biz, aldığımız emri yapmaya mecburuz. Bu emir gereğince savaşı, ilan ettik. Hüseyin, savaşı kabul ederse; meydana gelir; bizimle savaşır. O zaman, şans ve mukaddaratın hükmü ne ise, yerine gelir… demişti.
Hür, bu sözlere karşılık vermeden yerine dönmüştü. Rengi solmuş, vücudu heyecandan tirtir titremekteydi. Orada, kendisine kardeşi rast gelmişti ve aralarında şu kısa konuşma geçmişti:
→Ya Hür!… Ben, seni hiç bir savaşta böyle solgun ve perişan fikirli görmedim. Bunun sebebi nedir?
→Ya kardeş!… Şu anda, en büyük savaş, benim vicdanımda oluyor; Hak ile batıl çarpışıyor…
→Niçin?…
→Şunun için ki, tam yüz defa üstün bir kuvvetle Hüseyinin üzerine saldırmak, mertliğin şanına layık değildir. Özelikle Hüseyin, hem hak sahibi, hem de Prygamberin en sevgili torunudur. Şimdi, onunla savaşa kalkmak, batıl ve namertçesine bir iş değil midir?
→Allaha ant içerim ki, hakkın var; Ya Hür… Ben, eminim ki, vicdanında hak üstün gelecek.
Kardeşi Mısabın bu sözlerinden heyecanı artan, Hür, birdenbire sarsılmış: Ya kardeş!… İşte, hak üstün geldi. ben Hüseyinin tarafına geçiyorum. İstersen, sen de beni takip et…. diye bağırmıştı ve sonra atını doludizgin imam Hüseyinin karargahına doğru sürmeye başlamıştı.
İmam Hüseyinin karargahındakiler, böyle doludizgin iki atlının geldiğini görünce, derhal tertibat almışlardı. Ama bu gelenlerden birinin Hür olduğunu görür görmez, şaşırmışlar: Bu temiz kalpli adam, bize evvelce göz yummuştu. Bu gelişi de hayırlıdır, inşallah demişlerdi.
Hür, imam Hüseyinin önüne gelir gelmez, atından atlamış: Ya Hüseyin!… Sana karşı yaptığım hareketten dolayı son derece pişmanım. Vicdanım, azap içindedir. Kabul edersen, senin karşında ilk canını feda eden ben olacağım. Müsaade buyur da meydana gireyim, herkesten önce canımı feda edeyim… demişti.
Hürün bu mertçe hareketi, imam Hüseyinin kalbine büyük bir üzüntü vermişti. Ağlamamak için kendini zor tutarak: Ya Hür!… Canabı Hak ve Ceddim Muhammed, senden ve kardeşinden hoşnut olsun. Benim için aziz canlarınızı feda etmeyiniz. Madem, kastetmek istemediniz, şu halde; çıkıp yerlerinize gidiniz, cevabını vermişti.
Ama, gerek Hür, gerek kardeşi ricalarında ısrar etmiş; ikisi de: Biz, Hak için savaşacağız…. demişlerdi.
İmam Hüseyin, bu iki kardeşin, sözlerinde ısrar ettiklerini görünce: Pekala… O halde, biraz sabredin… biz, bir sıkıntıya uğrarsak, bize yardım edersiniz… diye, onları bir kenara çekmek istemişti. Ama Hür: Ya İmam!.. İbni Ziyad adına, ilk defa olarak senin karşına çıkan bendim. Onun için, şimdi de ilk defa olarak, senin adına çarpışmaya çıkan ben olmak istiyorum. İzin ver, bu şerefi ben kazanayım… demişti.
İmam Hüseyin, cesur ve alicenap Hürün bu içten ve mertçe arzusunu kırmak istemedi: Çık, ya Hür…. canabı Hakkın takdiri ne ise, yerini bulsun… demek zorunda kaldı.
Hür, derhal atına atladı. Kızgın çöl güneşinin aksile elindeki yalın kılıç parladı. Atını dörtnala sürerek, düşman safları önüne geldi. gür sesiyle bağırdı: «Ya Ömer bin Sad!… ya Kufeliler!… Biliyorsunuz ki, ben Hür bin Riyahım… Biraz önce bende sizin gibi batıl bir iddianın cereyanına kapılmış iken, şimdi haklı bir davanın başına geçtim.
Ey, İslamiyet iddiasında bulunanlar!… ne yapıyorsunuz? Kime kılıç çekiyorsunuz… karşınızdakiler, Peygamberin kanından ve canından hasıl olmuş suçsuzlardır… Bir taraftan dillerinizde o peygamberin ve onun evladına salavat getiriyorsunuz; öte yandan, ellerinizdeki silahlarla, o Peygamberin evladını ve suçsuz yavrularını öldürmek istiyorsunuz. Buna hangi kalp; hangi vicdan dayanır? Ey İbni Sad! Ey Kufeliler!… Bu cinayetten vazgeçmenizi ve doğru yola dönmenizi rica ediyorum. Bunu yapmadığınız takdirde ölünceye kadar sizinle mukatele edeceğim…» demişti.
Serdar Ömer ile İbni Ziyadın katı kalpli adamları kahramanlığı dillerde destan olan Hürün bu sözlerini büyük bir endişeyle dinlamişlerdi. Onların bu endişeleri haksız değildi. Çünkü Hürün bu sözleri, asker arasında derhal bir heyecan meydana getirmişti.
Serdar Ömer, etrafındakilere göz gezdirmiş ve parmağını, iri vucutlu bir atlıya uzatarak: Haydi, Cafvan!… Onunla ancak sen başa çıkabilirsin…. Önce, ona öğüt ver; söz geçiremezsen, işini bitir… demişti.
Safvan, ordu içinde tanınmış mübarizlerdendi. Bu emri alır almaz, atını mahmuzlayarak Hürün karşısına gelmiş: Ey Hür, neden doğru yolu bırakıyorsun, birtakım mevhumata kapılmışsın? Mutlu yaşamak dururken, niçin aşağılık ölümü ihtiyar ediyorsun?…. İnsan, anasından bir kere doğar… demişti.
Safvan, daha birçok şeyler söyleyecekti. Ama Hür, onun sözünü kesmiş ve üzengillerin üzerine dikilerek düşman safları üzerinde bile gürleyen bir sesle: İmam Hüseyini buraya davet ettikten sonra, şimdide birkaç günlük sevk için alçakcasına onu öldürmeye kalkıyorsunuz. Burası, söz meydanı değil, er meydanıdır. Sende zerre kadar insanlıktan eser varsa, benim gibi yapar; kanını imam Hüseyin uğrunda dökmekten çekinmezsin. Yoksa sana şu kılıçtan başka bir şeyle karşılık veremeyeceğim… demişti.
Safvan; Hürün bu tahkiri üzerine ona şiddetle saldırmıştı. Hür, onun saldırısını defettikten sonra her tarafından köpük saçılan atını şiddetle mahmuzlayarak Safvanın üzerine hücum etmişti. Safvan, Hürün bu hamlesinden güç kurtulabilmişti. Çevik atını birkaç adım geri almış ve yeniden saldırıya geçmişti. Şimşek gibi parlayan kılıcı yıldırım süretiyle Hürün başına inmişti. Ama Safvanın kılıcı, Hürün başına siper ettiği kılıca raslayınca; bir değnek parcası gibi kırılıvermişti. Hür, ikinci defa Safvana saldırmış ve kılıcını yıldırım suretiyle indirmişti. Safvan, kanlar içinde yere yuvarlanmıştı.
Hürün Safvan gibi, herkese korku veren bir muharibi böyle bir, iki dakikada öldürü vermişti. İki taraf muhariplerini hayret ve dehşete düşürmüştü.
Hür, Safvanı öldürdükten sonra, çevik bir hareketle atını çevirmiş, imam Hüseyinin karargahına doğru sürmeye başlamıştı.
Hürün bu hareketindeki anlamı hiç kimse anlıyamadığı için, bütün gözler onun üzerine çevrilmişti. Hür, imam Hüseyinin önüne gelir gelmez: Ya İmam. Ya Resulullahın torunu!… Söyle, benden hoşnut oldun mu? diye sordu.
Gözleriyle Hürün kahramanlığını takip eden imam Hüseyin: Ya Hür!… Ben, razı ve hoşnudum. Emin ol; ceddim Resulullah da senden razı ve hoşnuttur. Anan, senin adınıHür koymuş; sen, iki cihanda da hürsün… cevabını verdi.
Hür, elindeki kılıcın ucunu yere doğru çevirerek ve başını eğerek: Ya imam Hüseyin!.. Müsaade et, yeniden meydana gireyim ve şehit oluncaya kadar senin düşmanlarınla çarpışayım, demiş ve imam Hüseyin de bu müsadeyi vermişti.