İmam Hüseyinin bu hareketi, düşman safları arasında bir hayret uyandırmıştı. Çünkü onlar, imam Hüseyinin savaşmak için bir mübariz isteyeceğini sanmışlardı.
Halbuki o zamana kadar hiç bir ordu kumandanının herkesten önce savaş meydanına geldiği görülmüş şeylerden değildi. Bütün gözler; koyu bir toz bulutu arasında kuş gibi uçan atının üstünde yükselen imam Hüseyine çevrilmişti (O devrin savaş usulleri şöyleydi: iki taraf, savaşın başlayacağı vakit ve saati birbirlerine haber verirler; o saatte birbirlerinin karşısında, saflarını düzerlerdi. Sonra, önce bir taraftan kendine güvenen bir muharip, düşman saflarına kadar ilerler, adını, sanını, ailesini saydıktan sonra, kendi kahramanlıklarını bildirir ve karşısına bir mübariz isterdi.
Karşı taraftan da birisi çıkar, kendi kahramanlıklarını anlatırdı. Sonra, çarpışmaya baçlarlaadı. Bu suretle, önce teker teker çarpışılır, çarpışma kızışınca, toplu olarak birbirlerinin üzerine atılırlardı. (N.K.).
İmam Hüseyin, sözleri düşman saflarından iyice duyulabileceği kadar bir yere geldikten sonra, birdenbire atının dizgilerini çekip durmuştu.
Bu hareketinden, onun savaş için gelmediği, belki söz söylemek istediği anlaşılıyordu. İmam Hüseyin, Üzengilerinin üzerinde kalkarak: «Ey «Müslümanım» diyenler…. Ey Muhammed Resulüllahın ümmeti olduğunu iddia edenler!… Beni dinleyin, size, bir kaç söz söyleyeceğim. Biliyorum ki, bu sözlerimle, sizin kalbinizde en küçük bir tesir bile meydana getirmeyeceğim. Şu var ki; bir gün gelip de, Rabbilalemin olan Allahın huzurunda sizinle karşı karşıya geldiğim zaman, orada murafaa (duruşma) olurken, bu sözlerimi bir hüccet (belge, tanıt) sayacağım.
Ey Yezide tabi olanlar… ben, yıllardan beri Mekkede ve Medinede inziva (kendi köşeme, kendi almimde) köşesine çekilmiştim. Ne efendinize, ne de sizin aleyhinizde en küçük bir hakarette bulunmayı bile aklımda geçirmemiştim ve efendiniz tarafından bana zor kullanılmasaydı, son nefesime kadar da hayatımı bu derin sükün ve inziva içinde geçirecektim. Ama, efendiniz Yezid, hilafet makamını gasbeder etmez, beni şiddetle takip ve tazyike koyuldu. Kendisine biat ettirmek için, adamlarını başıma musallat etti ve beni bir an bile rahat ve huzur içinde yaşamaya bırakmadı…
Artık, göç etmeye karar verdim. Ehl-i Beytimi başıma toplayıp Türk illerine geçip gitmek istedim. Bu ara Kufe eşraf ve ayanından mektuplar yağmaya başladı. Bu mektuplarda, Emevilerin zulüm ve seyiatından, hilafet iddiasında bulunan Yezidin Kitap ve Sünneti ayaklar altında çiğneten, sefahat ve icraatından şikeyet ediliyor: «Ya Hüseyin!.. İmamet, senin hakkındır… Gel!… başımıza geç; bizi ve ceddin Muhammedin dinini bu felaketten kurtar.» deniliyordu.
«Bu mektuplar bir, beş, on olsaydı; önemi yoktu. Ama kısa bir zamanda gönderilen bu mektupların adeti, iki yüzü bulmuştu ve bu iki yüz mektup da, Kufede yirmi bin kişinin bize biat etmeye hazır olduklarına dair bize teminat veriliyordu. Bu mektupları kimler göndermişti… Ey beni öldürmek için karşımda kılıçlarına, ok ve yaylarına dayanıp duranlar!…
Cevap versenize, bu mektupları kimler göndermişlerdi? Niçin susuyorsunuz… madem siz cevap vermiyorsunuz; şu halde, size ben söyleyeyim. Ey, silahlarıyla etrafımı kuşatan ve iki günden beri suçsuz Ehl-i Beytimi bir damla suya hasret bırakan ordunun serdarı Ömer!… Beni davet edenlerin biri de sen değil misin? sonra, sen ey İbni Haccac; Sen, ey Nasr bin Mikap… Sen, ey Sad bin Rabi… ve sen Şeman!… yüzlerce ve binlerce tevabiinizle bana itaat etmeye hazır olduğunuzu yazan sizler değil misiniz? Bu davet ve istirhamlarınızla, beni ve Ehl-i Beytimi bu ıssız çöllere kadar sürükledikten sonra, niçin fikirlerinizi değiştirdiniz? Nasıl oldu da bana ve Ehl-i Beytime karşı amansız birer düşman kesildiniz? Emiriniz ve efendiniz olan Yezid ibni Muaviyeye hoş görünmek için mi?..»
İmam Hüseyin susmuştu. Üzengillerinin üzerinde dimdik durarak, gözlerini düşman safları üzerinde gezdirmişti. Bu saflar arasında, birçok başlar, öne eğilmişti. Kulaktan kulağa dolaşan birtakım fısıltılar işitilmişti. İmam Hüseyin, sözüne devam eylemişti: «Şurada… şu çadırın altında, susuzluktan çiğerleri kuruyan suçsuzlara merhamet ediniz. Halife dediğiniz Yezidin düşmanlığı yanlız banadır.
Beni kılıçlarınızın, oklarınızın altında parça parça ediniz. Ama, şu zavallı kadınlara, suçsuz çocuklara acıyınız. Özelikle onlar Peygamberin torunlarıdır. Onun soyundan gelmişlerdir. Onların buradan çekilip gitmeleri için müsaade ediniz. Yarın Allahın huzurunda bana yaptığınız fenalıklardan dolayı sizi kınamıyacağım. Ama Ehl-i Beytime yapacağınız fenalıklardan dolayı, o zaman yakalarınızdan tutacağım.: «Ya Rab!… Sevgili Resulünün evlatlarına zulmeden bu adamlardan davacıyım. Bunlar, masumların katilidir» diye haykıracağım. »
Birdenbire düşman safları dalgalanmıştı. Belki de Hüseyinin lehinde bir nümayış ve müzaharet yapılacaktı. Ama serdar Ömer ortaya atılmış: Ya Hüseyin!… Sen söyledin; biz dinledik. Şimdi de sen, bizi dinle.Peygamberin getirdiği Kuranda açık bir ayet vardır: «Allaha, Allahın peygamberine ve ulülemre (Emir sahibi) itaat ediniz.» diye emrediyordu. Bugün emir sahibi Yezid ibni Musaviyedir. Sen, ona itaat etmemekle, Canabı Hakkın ve onun Peygaberinin emrine muhalefet ediyorsun. Buna binaen (dayanarak) asi (Başkaldırıcı) ve beğisin… bu kadar uzun söz söyleyeceğine; şurada, ümmet huzurunda Yezide biat ve itaatini ikrar et; yeter…. diye bağırmıştı.
Ömerin bu sözleri, derhal halk üzerinde etkisini göstermişti. Hatta, saflar arasından: Ya Hüseyin!… inat ve ısrar etme… diye, birtakım sesler yükselmişti.
İmam Hüseyin, acı acı gülümseyerek, etrafına bir göz gezdirdikten sonra: «Ya Ömer!… Sen, Kuranın o ayetinin anlamını işine geldiği için, istediğin bir şekilde yanlış yorumladın… O ayetin anlamı şudur: «Ey müslümanlar, Allaha itaat ediniz. Allahın Resulüne itaat ediniz ve ancak, Allahın ve Resulünün emirlerine itaat eden ulülemre itaat ediniz» diyor.
Halbuki, sizin bugün ulülemr dediğiniz Yezid, Allaha ve Allahın Resulüne itaat şöyle dursun, tam tersine Kitap ve Sünneti ayaklarının altında çiğniyor. Halka zulmediyor. Peygamberin kurduğu müslüman Cumhuriyetini yıkıp devirerek, onun üstünde, kendi keyfine, kendi zevkine, kendi arzusuna göre saltanat sürüyor ve…»
Birdenbire, imam Hüseyinin sesi, kesilmişti. Çünkü onun bu sözlerini dinleyenler üzerinde önemli etkiler yaptığını hisseden serdar Ömer, atını mahmuzlayarak imam Hüseyine doğru ilerlemiş: Ya Hüseyin!… kendini kurtarmak için işi yanıltmaya vuruyorsun. Hatta, Allahtan korkmadan Kuranın açık bir ayetini bile tevil (biçim, biçim, süs) ediyorsun. Artık, dinleyemeyiz… diye haykırarak, onun sesini kestikten sonra, başını geri çevirmiş: Ey Emirülmümine itaat edenler; hepinizin huzurunda, Hüseyine biat ve itaat teklif ettik. O, kabul etmedi. Tam tersine Halifeye saygısızlık ve düşmanlık gösterdi. Artık onunla savaştan kaçınılmaz. İşte, savaşa önce ben başlıyorum… demişti ve derhal elindeki yayı gererek, imam Hüseyinin üzerine çevirmişti.
Fırlayan ok, vızıldayarak imam Hüseyinin başı üzerinden geçmişti.
Artık söylenecek bir şey kalmamıştı.imam Hüseyin, son görevini yapmış olduğundan, rahat bir suretle atının dizginini çevirmiş ve çadırlarına doğru ilerlemişti.
İmam Hüseyin, karargahına gelince, durumu anlatmış: Artık, mertçesine ölümü karşılamaktan başka çaremiz kalmadı… diye bağırmıştı ve o andan itibaren de, herkes ölüme hazırlanmıştı.