Çadırdan çadıra gezerek, susuzluktan bitap bir hale gelenlere metanet ve dayanma tavsiye eden imam Hüseyin, düşmanın bu tertibatını görür görmez, artık Kerbela çölünde başlayan facianın, son haile (çok acıklı olay) sahnesinin yaklaştığını anlamış, hüzün ve elem dolu gözlerini etrafta gezdirmişti.
Şimdi ne yapacaktı? Karargahının bulunduğu yer, apaçıktı. Bir anda saldıracak olan düşman atlıları bu karargahı sel gibi basacak, susuzluktan bitap ve perişan olan suçsuz kadınlar ve çocuklar, atların ayakları altında ezilip parçalanacaktı.
İmam Hüseyin, böyle bir felaketin önüne geçmek için son bir çare aramış ve artık son dakikanın yaklaşmakta olduğunu anlamıştı.
İmam Hüseyin kararını vermiş ve: Ya Abbas!… diye seslenmişti.
Çadırın önünde, düşman kuvvetlerinin hareketlerini hidetle seyre dalanlar arasında bulunan Abbas, birdenbire silkinmiş, imam Hüseyinin yanına gelerek, Onun emirlerini beklemişti.
İmam Hüseyin: Ya Abbas!… Yanına yirmi kişi al. Ömere git; bu tertibatı almaktan maksatları nedir?
Abbas, aldığı emri derhal yapmıştı. Yanına yirmi atlı alarak, Ömerin renk renk bayraklar yükselen merkezinin karşısına gitmişti: Ya Ömer!… Resulullahın evlat ve hanedanı etrafında alınan bu tedbir ve tertibattan maksat nedir? demişti.
Düşman tarafından bir kaç kişi ilerlemiş: Alinin oğlu Hüseyin, Emirülmüminin Yezide biat etmemekte ısrar ediyor. Onun hareketi şeran isyandır. Bunun için, şimdi üzerine saldırılacak, asi Hüseyin ile ona tabi olanlar hep kılıçtan geçirilecek…. diye cevap vermişlerdi.
Abbas, üzengilerinin üzerinde dikilmiş; itiraz etmişti: Bu hareketiniz, usule uygundeğildir. Vahşiyane bir şakavetten ibarettir. Biz, sizin kılıçlarınızdan korkmaz ve haktan başka de hiç bir kuvvetle tabi olmayız…. Hepimiz, mukateleye hazırız. Ancak, siz de usul ve geleneğe uygun bir şekilde savaşmalısınız… demişti.
O devrin adetlerine göre, bir kuvvetin başka bir kuvvete saldıracağı zaman, olacak savaşı önceden ilan etmesi gerekirdi. Bunun dışında yapılacak hareketler, kahramanlık addedilmezdi.
Onun için, Abbasın bu sözleri üzerine düşman murahhasları arasında kısa bir müzakere olmuş; şu cevap verilmişti: Pekala… işte, size haber veriyoruz: Öğleden sonra savaşa başlayacağız.
Abbas, süratle dönmüş, çadırların önünde, asasına dayanarak bekleyen imam Hüseyine düşman murahhasşarıyle cereyan eden konuşmayı anlatmıştı.
İmam Hüseyin, usul dairesinde bir savaşı kabul ettiğine memnun olmuştu. Ama Ehl-i Beyti ok yağmurundan korumak için bir tertibat almak gerekiyordu. Halbuki, buna vakit yoktu.
İmam Hüseyin, kısaca düşündükten sonra: Ya Abbas!…. Onlara söyle ki; bugün perşembedir. Perşembe günü öğle vaktından sonra savaşmak adet değildir. Çünkü, mübarek Cuma gecesi, mümünlerin ibadetine ayrılmıştır. Bize bu gece mühlet versinler. Yarın sabah savaşa başlarız… demişti.
Abbas, tekrar düşman safları karşısına gitmiş: Ey «Muhammedin ümmetiyim» diyenler! Allahın habibi ve Resulü olan Muhammedin gözbebeği imam Hüseyin, tarafından ilan edilecek olan savaşı kabul ediyor. Ancak, sizden bu gece mühlet istiyor… diye seslenmişti.
Düşman safları arasında bir itiraz yükselmişti: Olamaz… Öğleden sonra savaşa girişilecektir.
Ama, bu itiraz sesi birdenbire sönüvermişti. Çünkü yine düşman safları arasından: Bir gece bile mühlet vermemek bu ne demektir!… Bir adama bu kadar kuvvetle karşı gelmek, sonra ona istediği birkaç saati bile vermemek doğru değildir…. sözleri kulaktan kulağa aksetmeye başlamıştı.
Serdar Ömer; bu galeyanın bir isyan halini almasından korkmuş; Ömer ibni Haccacın tavsiyesiyle kabul etmişti ve bu sefer bizzat meydana çıkarak, Hüseyine söyleyiniz: Onun son teklifini kabul ederek ve yarın sabaha kadar bekleyeceğiz… cevabını vermişti.
İmam Hüseyinin maksadı, savaşılırken, düşmanın arkasından saldırarak, çoluk çocuğun atlar altında çiğnenmesine engel olamaktı.
Ehl-i Beyti, ok yağmurlarından korumak için, çukur bir yer seçmiş; çadırları sıklaştırmış ve bütün eşya denkleri yan yana dizilerek bunlardan bir siper vücuda getirmişti.
Sonra, gecenin karanlığından yaralanarak, bu siperlerin kenarlarını kazdırmış; etrafını bir hendekle çevirmiş ve birçok çalı çırpı toplatarak, bu hendeklerin içine doldurmuştu. Savaşırlarken bunlar ateşe verilecek ve düşmanın arkadan saldırısına karşı bir yangın siperi vücuda getirilecekti.
Ama, bu işler yapılıncaya kadar, gerek imam Hüseyin, gerek onun etrafında bulunanlar pek yorgun düşmüşlerdi. Özelikle iki günden beri süren susuzluk, bütün takat ve dermanlarını kesmişti. Hele kadınlar ve çocuklar, gittikçe artan hareretin şiddetinden dayanılmaz acı içindelerdi.
İmam Hüseyin, düşmanlarının verdiği sözden emin değildi. Gecenin karanlığı içinde karargaha kadar sokularak, gerek kendisine, gerek Ehl-i Beyte karşı haince bir suikastta bulunabilmelerine ihtimal vermişti. Herhangi ani bir saldırıya karşı gelebilmek için çadırların etrafında bekçilik görevini gören kollar tertip etmişti.