İmam Alinin oğludur. Adı: Abbas, lakabı Ebülfazldır.
Ortalık ağarmaya başlarken, imam Hüseyin, kardeşi Abbasın çadırına gitmişti: Ya Abbas!… Yanına gereği kadar arkadaş al. Fırat kenarına in. Biraz su getir. Düşmanlar henüz uykuda oldukları için bu işi kolaylıkla yapacağından eminim…. demişti.
Abbas, derhal hareketle, otuz süvari ve yirmi piyadeden mürekkep elli kişilik bir kuvvet seçmiş, sessizce Fırat kıyısına doğru ilerlemişti. Ama nöbetçiler, bu kafilenin geldiğini görmüşler, derhal İbni Haccaca, haber vermişlerdi. İbni Haccac: Kafileyi su almaktan men ediniz. Gerekirse, silahla karşılık verirsiniz… demişti.
İbni Hiccacın adamları Abbasın başkanlık ettiği kuvvete saldırmışlar; ellerindeki kırbaları zorla almak istemişlerdi.
Ama kahraman Abbas, bu saldırıya pervasızca karşılık vermiş, muhacimlerle şiddetli bir mücadeleye girmişti ve bu mücadele esnasında da, yirmi piyadenin kırbalarını su doldurarak karargaha göndermeyi başarmıştı.
Bu suyun karargaha gelmesi, dünyanın en hazin bir manzarasını meydana getirmişti.
Hareretin şiddetinden cayir cayir yanan zavalılar, kırbaların üstüne saldırmışlardı. Fakat bu su, saatlerden beri susuzluk acısı çeken, o kadar insanın hareretini teskine yetmemişti. Büyükler, fedakarlık etmişler; haklarını kadınlara ve çocuklara vererek, sadece dudaklarını ıslatmakla yetinmişlerdi. Böyle olmakla beraber kırbalar, çarçabuk boşalıvermişti.
İmam Hüseyinin endişeli bakışlarla bu manzarayı seyrederken tüyleri ürpermişti.
Bu kara talihliler, biraz sonra tekrar su ihtiyacını duyacaklar. O zaman ne olacak? Demişti ve bu sözleri söylerken gözlerini etrafa gezdirmişti.
Uzaktan seyrek ve cılız hurma fidanları arasında koca Fırat nehri, haşmetiyle akıp gitmekteydi.
Ama, Fırat kıyılarında şimdi bir hareret baş göstermişti. Abbasın, mücadelede üstün gelerek alıp su götürdüğünü gören Yezidler derhal oradaki muhafızları arttırmışlar ve artık ikinci bir fedakarlığın önüne set çekmişlerdi.