"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Katil haris

Kadın, bu endişe içindeyken, kocası Haris gelmişti ve kadınla aralarında şu konuşma geçmişti:
→Ya Haris!.. Seni yorgun ve öfkeli görüyorum.
→Tabi değil mi ya… Bugünde akşama kadar boşuna yoruldum. Müslimin çocuklarını bir türlü bulamadım…. İşin daha fenası var, bu uğurda, atımı da sakatladım.
Bu sözler karşısında kadın, büyük bir acı duymuştu: Koca!.. vazgeç bu fakirden… sana hiç fenalığı dokunmamış olan bu iki zavalı çocuğu İbni Ziyada teslimedeceksin de, eline ne geçireceksin?…
→Para…
→Canım, alacağın para, nedir?… birkaç yüz dirhem… hiç insan, bu kadar bir para için, suçsuz iki yavrunun hayatına kıyar mı? özelikle bu çocuklar, Resulullahın hanedanına mensup olurlarsa…
Kadın!… gevezelik yapıp durma… zaten canım fena halde sıkkın… birde sen sıkma. Eğer güzelce bir sopa yemek istemiyorsan, benim işime karışma… aç ve yorgunum. Git, bana yiyecek getir. Yatağımı da yap.
Kadın, bu sözler karşısında sendelemiş, ertesi gün çocukları daha emin bir yere saklamaya karar vermişti.
Gece sükünetle geçmişti. Fakat ertesi gün, uğursuz bir rastlantı, çocukların saklanmış olduğu yeri o taş kalpli adama keşfettirmişti.
Alacağı ihsanı düşünerek, sevincinden çıldıran bu adam: Ben, bu çocukları diri olarak İbni Ziyada götürürsem, belki başkaları elimden alırlar. Burada öldüreyim, kelelerini götüreyim…. diye düşünmüş ve derhal kılıcını çekerek çocukların üzerine saldırmıştı (Bazı tarihçiler, bu facianın Fırat kenarında geçtiğinden söz ederler).
Kadın, bu çılgınca hareketi görür görmez, kocasının üzerine atılmış: Ben sağ oldukça, onların bir kılına bile dokunamazsın! diye bağırmıştı.
Karı ile koca arasında korkunç bir mücadele başlamıştı. Ve bu mücadeleye kadının yetişkin oğlu da karışmıştı. Sonunda üstünlük, o sefil ruhlu adamda kalmıştı. Kadın, bir kılıç darbesiyle kanlar içinde yere yuvarlanmıştı. Oğlu da, ağır surette yaralanmıştı.
Bu mücadele arasında, Müslimin yavruları, o hain adamın ayaklarına kapanmışlardı. Fakat bu taş yürekli adamın kalbinde en küçük bir merhamet hissi bile uyandıramamışlardı.
Gözlerini kan bürüyen bu canavar, artık tamamıyle serbest kalınca, Müslimin küçük oğlu, İbrahimin üzerine atılmıştı. Fakat ondan büyük olan Muhammed, bu uğursuz herifin önünde diz çökerek boynunu o kanlı kılıcın altına uzatmış: önce beni kes… kardeşimin öldüğünü görmiyeyim! diye yalvarmıştı.
Bir kılıç darbesi, bu sekiz yaşındaki yavrunun narin başını derhal koparmıştı. Çansız ceset birkac kere çırpındıktan sonra, hareketsiz kalmıştı. İbrahim ise, korkudan bayılmıştı. Harisin, kılıcı, İbrahimin minimini boynuna inmesiyle, kıvırcık saçlı başı, sessizce bir tarafa yuvarlanmıştı.
Haris, melunu, iki kanlı başı siyah bir beze sarmış; doğruca Darülemareye giderek, masum başları bezden çıkarıp İbni Ziyadın önüne atmış ve: Ya Emir… işte Müslimin çocuklarının başları. Onları diri diri ele getiremedim. Onun için, başlarını kestim, getirdim. Ver bakalım, mükafatımı… diye mırıldanmıştı.
Gerdanlarında kanlar pırtılanan, aralık kalmış dudaklarının arasından, inci gibi dişler parıldayan bu kesik başların yüzlerindeki hazin masumiyet, İbni Ziyadın yanında duran Mukatilin kalbini etkilemişti. Mukatil bu feci manzara karşısında dayanamamış: Ya Emir… Bu herif, mükafata değil, en şiddetli azap ve cezaya müslahaktır!… diye bağırmıştı.
İbni Ziyad, Mükatile hak vermiş: Al, onu sana teslim ediyorum. İstediğin şekilde cezalandır… sonra, bu iki çocuğun başlarını da cesetleri ile beraber gömdür… demişti.
İbni Ziyadın bu hareketi, bir merhamet eseri değildi. Çünkü o da zaten çocukları öldürecekti. Fakat halka karşı, küçük yaştaki bu iki çocuğun ölümüne razı olmadığını göstermek istemişti.
Mukatil, İbni Ziyadın adamıydı. Fakat bu suçsuz yavruların bu derece gaddarlıkla şehit edilmelerini bir türlü hazmedememişti; Haristen feci bir intikam almaya karar vermişti.
Harisin ellerini, ayaklarını sımsıkı bağlatarak, iki suçsuz yavruyu şehit ettiği yere getirmişti. Orada gördüğü manzaradan tüyleri ürpermişti.
Hey Allahım!… Her şeye kadirsin. Nasıl oldu da, bu canavar herifin ellerini kurutmadın!… diye söylenmişti.
Manzara gerçekten feciydi. Başsız iki küçük vücut; yan yana, yere serilmişti. Beyaz gömlekleri, al kan içindeydi…. çocukları savunurken, ağır surette yaralanan kadın, henüz ölmemişti. Aldığı kılıç yaralarından, biraz önce ölen oğlunun yanına sürüklenmişti.
Mukatil, ölmek üzere bulunan kadının üzerine eğilmiş: Ya Hatun!… söyle: bu iş nasıl oldu? demişti. Kadın, güçlükle olayı anlatmış; sonra kocasını göstererek: Allah, bu adama lanet etsin!… dedikten sonra, derin bir ah… çekerek, ölmüştü.
Mukatil, çocukların başlarıyla çesetlerini almış, elleri sısıkı bağlı olan katil Harisi de önüne katmış; Fırat kenarına inmişti. Orada, o kanlı başları, kendi eliyle Fırat suyunda yıkadıktan sonra, gövdesiyle birleştirmiş; bir hurma ağacının dibine gömdürmüştü.
Sıra Harise gelmişti. Bu uğursuz adam, artık kendisine mukadder olan acı akıbeti hissettiği için, korkudan tiril tiril titremekte: Mükafattan vaz geçtim… affedin beni… Ben bu işleri ancak İbni Ziyadın telkini ile yaptım…. diye feryat etmekteydi.
Mukatil, onun ellerini çözdürmüş; iki kuvvetli adama, ellerini tutturarak, bir çarmıh gibi gerdirmiş, sonra da kılıcını çekerek karşısına geçmişti: Ey melun!… söyle: Ahirete hangi yüzle gideceksin? Resulü Ekremden hangi dille şefaat isteyeceksin? demişti.
Mutakilin ilk kılıç darbesi, Harisin sağ koluna inmişti. Bir anda eli bileğinden kopmuş, kanlar fışkırarak yanına düşüvermişti. İkinci darbe de, aynı şekilde, sol koluna inmişti. Haris, sırt üstü yere devrilmişti.
Mutakil, derhal onun üzerine atılmış; kılıcının ucunu, sağ gözüne dayamıştı. Kuvvetli bir bilek hareketiyle, bu gözü çıkarıp atmıştı. Arkasından, öteki gözünü de oymuş; kılıcının ucunda sallanan bu kanlı gözü, uzaklara fırlatmıştı… Sonra da sert bir kılıç çalışıyle kellesini koparmış; her taraftan kanlar sızan bu başı ayaklarının altına almış, topuklarının altında parçalamıştı. Yanındaki adamlara: Bu uğursuz vücudu, toprak kabul etmez. Şuradan, çalı çırpı toplayın. Onu ateşte yakın… diye emir verdikten sonra, atına atlamış, oradan uzaklaşmıştı.