Zindancı; Meşkur adında, yaşlı bir Basralıydı. Yıllardan beri bu nefret edilen görevi yapmakla beraber, imam Ali ile Ehl-i Beyte karşı, kalbinde derin bir sevgi beslerdi.
Onun için zindancı Meşkur kendisine teslim edilen çocuklara büyük bir ilgi ve şefkat göstermiş; onları zindanın derin ve karanlık köşelerine atmayarak, kendi odasında konuk etmişti. Fakat bu hassas adam, çocukların akibetinden emin değildi. Onun için, bunları kaçırmaya karar vermişti ve aradan birkaç gece geçtikten sonra, onları gizlice zindandan çıkarmış, şehrin kapılarına kadar getirmiş, ellerine parmağındaki yüzüğü vermiş:
Sabah oluncaya kadar burada saklanınız. Ortalık ağarıp da kapılar açılınca, halk arasına karışınız. Kapıdan çıkınız. Sağdaki yolu takibe başlayınız. Bu yol, sizi doğruca Kadisiye kasabasına götürür… Orada hakimin huzuruna çıkınız. Bu yüzüğü gösteriniz: «Bizi Meşkur gönderdi» deyiniz. O, beni tanır. Sizi himaye eder, Medineye gönderir…. demişti.
Aradan birkaç gün geçer geçmez, İbni Ziyadın mektubuna cevap gelmişti. Yezid, Müslimin suçsuz yavrularını da sessizce boğdurulmasını emretmişti.
İbni Ziyad, bu emrin uygulanması için adamlarından iki kişiyi zindana göndermişti. Fakat zindana gidenler, hemen dönmüşler: Ya Emir!… Müslimin çocukları kaçmış… diye haber getirmişlerdi.
İbni Ziyad, Akabeye gelerek; zindancı Meşkuru huzuruna istemiş: Çocuklar nerde? demişti.
Zindancı Meşkur, büyük bir sükun ve itidalle cevap vermişti: Çocuklar mı? ben onları azat ettim.
İbni Ziyad, bu cüretkar cevap karşısında önce hayret etmişti. Kulaklarına inanmak istememişti. Fakat Meşkur, aynı cüret ve metanetle sözlerine devam etmişti: Evet… azat ettim. Çünkü yıllarca zindan bekçiliği etmeme rağmen, Canabı Hakkın kalbime ilham ettiği hislere bir türlü gelebe edemedim. Soruyorum sana, ey Emir: Bu çocukların babasını şehit ettin.. Ala… hiç olmazsa onun elinde bir kılıç vardı. Önünde bir mübareze meydanı açılmıştı. Hiç şüphesiz orada Müslim, kendini savunacaktı. Fakat bu çocuklar?… bu suçsuz yavrular?… onların ne suçu vardır?.. Hayatlarında bir karıncayı bile incitmemiş olan bu iki günahsız yavruyu, karanlık bir zindanın derin köşesine, yılanların, çayanların, akreplerin içine atmak… bu revayı hak mıdır, ya Emir?…
İbni Ziyad, artık çıldıracak hale gelmişti. Derhal yerinden fırlayarak: Bu herifi meydana götürünüz… Kırbaç altında öldürünüz… diye emir vermişti.
Derhal Meşkuru tutmuşlar; Darülemarenin önündeki meydana sürüklenmişlerdi. Gömleğini parçalamışlardı; yarı çıplak vücudunu, oradaki bir hurma ağacına bağlamışlardı. Pencereden bakan İbni Ziyadın gözü önünde kırbaçlamaya başlamışlardı.
Meşkur; ellinci kırbaca kadarbüyük bir tahammül göstermişti. Sırtının ve omuzlarının derileri ve etleri lime lime (parça parça) olduğu halde, zalimlerin karşısında hiç sızlanmamış; af dilememişti. Fakat kırbacın adeti elliyi geçince, acı bir feryad yükselmişti. Orada bulunanların kalplerini titreten bir sesle: Ehl-i Beyt aşkına kurban oluyorum. Allah rızası için bir yudum su!.. diye feryat etmişti.
Bu feryat, İbni Ziyadın kulaklarında yankılanmıştı.
İbni Ziyad, haince gülmüş; eliyle işaret ederek: Laaa = hayır diye cevap vermişti.
Kırbaç darbeleri, bütün şiddetiyle devama başlamıştı. İhtiyar zindancı, çiğerleri parçalayan bir feryattan sonra, bayılmıştı. İbni Ziyadın yanında duran İbni Hars dayanamamıştı; Ya Emir!… artık bu adam ölmüştür. Merhamet et…. diye yalvarmıştı.
İbni Ziyad, pencerenin önünden çekildiği zaman o, hurma fidanlarının dibinde, omuzlarından ve sırtından kıpkızıl kanlar boşanan, külçe halinde bir insan cesedi kalmıştı.
Müslimin kimsesiz ve garip kalan yavruları Muhammed ile İbrahim, ne yapacaklarını şaşırmış bir halde, kentin sokakları içinde dönüp dolaşırlarken ihtiyar bir kadına rastlamışlardı. Kadın, bu sevimli çocukları görür görmez, onlara ilgi göstermiş: Ey kıvırcık saçlı dilber kuzular!… Siz kimsiniz?… kendilerine sormuştu.
Bu sözler, o hassas çocukların yaralı kalplerini çoşturmaya yetmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak: Biz, bu gurbet diyarda bikes kalmış, iki zavalıyız. Yersiz, yurtsuz ve aç kaldık!… demişlerdi.
Zeki kadın, meseleyi derhal anlamıştı. O zaman, bu kadınla çocuklar arasında şu konuşma geçmişti:
→Siz, sakın, şehit Müslimin çocukları olmayasınız?…
→Evet… işte biz, o zavalılarız.
→Fakat, sizi şehirde arıyorlar.
→Biliyoruz… kaçıp kurtulmak için Medine kervanına geldik. Fakat kervana yetişmedik.
→Şimdi ne yapacaksınız?
→Bilmiyoruz…
Kadının kalbine garip bir ilham ve bir anda, kadınlık şefkati gelmişti. Ben fakir bir kadınım; sizi himaye edemem. Fakat isterseniz, sizi kızımın evine götüreyim. Başka bir kervan gelinceye kadar orada kalırsınız. Kervan gelir gelmez derhal gider, kalabalığın arasına karışırsınız… demişti.
Aç, yorgun ve uykusuz kalan çocuklar bu teklife memnuniyetle razı olmuş, ihtiyar kadını takip etmişlerdi.
Bu iyi kalpli kadın, İbni Ziyadın etrafa saldığı dehşete önem vermemişti.bu iki çocuğu alarak ve tenha yerlerden dolaştırarak, kızının evine götürmüş, meseleyi anlatmıştı. Kadının kızı da, temiz kalpli ve merhametliydi. Çocukları, büyük bir memnuniyetle kabul ederek, evin erzak ambarına gizlemişti ama kalbi büyük bir üzüntü içindeydi. Çünkü kocası gayet haris (açgözlü) ve çıkarcı bir adamdı.
İbni Ziyad tarafından şiddetle aranılan bu çocukların, buradaki varlıklarını haber alırsa, sefil hislerine ka