Müslimin, lime lime olan vücudunu bir katırın üzerine yüklemişler, doğruca İbni Ziyadın huzuruna götürmüşler; onu ne çetin bir mücadeleden sonra, ele geçirdiklerini anlatmışlardı.
İbni Ziyad, bütün bu sözleri büyük bir hayretle dinledikten sonra, hakimlerine emir vermişti: Ne mümkünse yapınız, biraz kendisine gelsin. Onunla kınuşmak isterim.
İbni Ziyadın maksadı, Müslimden bazı şeyler öğrenmekti.
Müslim, artık tamamıyle ölüm halindeydi. Hakimler, pek güçlükle onun kendisine getirebilmişlerdi.
O zaman, İbni Ziyad, Müslimin kıpkızıl bir külçe halindeki vücudunun üzerine eğilmiş, aralarında şu kısa konuşma geçmişti:
→ya Müslim!… Halkı niçinEmirülmüminin Yezidin aleyhine isyana tevşik ettin?
→Ben, hiç kimseyi; kimsenin aleyhine kışkırtmadım…. sadece Ehl-i Beytin hak ve hayatını korumak istedim.
→Fakat, bu boş dava uğrunda ölüp gidiyorsun.
→Sen de öleceksin… senin, efendin de ölecek…. Hayatın, herkes için fani olduğunu unutuyor musun?
→Bir söyliyeceğin var mı?
→Size.. Yezidlere karşı söyliyecek hiç bir sözüm yok… fakat bana Kureyş kabilesinden bir adam bulursanız, ona söyliyeceğim bir kaç söz var….
Derhal Kureyş kabilesinden Ömer ibni Esad getirilmişti. Müslim, yanına diz çöken Ömere şu sözleri söylemişti: «Ey İbni Esad!… Sana üç vasiyetim var. bunları yapılmasını, senin damarlarındaki temiz kana havale ediyorum. Birincisi: Bu şehirde, yedi yüz dirhem kadar borcum var. devemi buldur ve sattır; bu borcumu öde. İkincisi: Ehl-i Beyt yolunda feda ettiğim şu şanlı vücudumu ayaklar altında çiğnetme, bir yere gömdür. Üçüncüsü: İmam Hüseyine bir mektup yaz. Olayı Ona bildir.
«Bunlardan başka, bir ricam daha kalıyor ki, o da; bu gurbet diyarda kimsesiz kalan iki suçsuz evladımdır. Onlarda…»
Müslim, sözlerini bitirmemişti.
İbni Ziyad, Müslimin başka bir şey söyleyemeyeceğini anlayınca, Ömer ibni Esadı omuzundan tutarak geri çekmiş; arkasından duran adamlarına dönerek: Müslim; Emirülmüminin aleyhine halkı isyan ettirdiği için, siyaseten katledilmelidir (Bazı tarihler: “Müslimi sarayın damında öldürerek cesedini aşağıya attılar” demişlerdir. Cürcü Zeydan: diyor ki: “Onun cesedi yere düştü, fakat ismi düşmedi” yani namı yükseldi). Odadan alın, sarayın kapısına indiriniz…. Orada da halk huzurunda katlediniz… diye emir vermişti.
Tam o anda, arkadan bir ses işitilmişti.
Genç bir adam: Ya Emir!… Müslim, bugünkü mücadelede babamı öldürdü. Onu öldürmek, benim hakkımdır. Cellatlık görevini bana ver… demişti.
İbni Ziyad, bu teklifi uygun bulmuştu. Müslim, bir geniş tahta üzerine yatırılmış, darülemarenin önüne indirilmişti. Etrafı halk tarafından çevrilmiş olan meydanda, cellatlık görevini üzerine alan delikanlıya teslim edilmişti.
Delikanlı, kılıcı çekmiş, Müslimin baş ucuna geçmişti. Bu kılıcı, sağ kolunun bütün kuvvetiyle kaldırıp Müslimin boynuna indireceği sırada, birdenbire delikanlının gözleri bir noktaya dikilmiş, vücudu sanki taş kesilmişti.
Her taraftan:
→Haydi…
→Ne duruyorsun?….
→İndirsene kılıcı!… sözleri yükselmişti.
Fakat delikanlı, büyük bir korku ve heyecanla: Hayır… yapamayacağım. Karşımda duran siyah elbiseli, siyah ammameli birisi, bana öfke ile bakıyor… demiş, titreye titreye geri çekilmişti.
O zaman, İbni Ziyadın cellatlarından biri ilerlemiş; kızgın güneş altında, bir yıldırım gibi parlayan kılıcını savurur savurmaz; Kahraman Müslimin başı bir anda kopmuş, etrafa kanlar saçarak, bir kaç adım ileriye doğru yuvarlanmıştı.
Müslimin başsız cesedi, Kufenin büyük meydanında bir kasap dükkanında çengele asılarak teşhir edilmiş; başı da bir mızrağa takılarak sokaklarda gezdirilmişti (Bazı tarihler: yukarda kırbaçlarla öldürüldüğü yazılan Haninin bu sırada öldürüldüğünü ve onun cesedinin de kasap dükkanında teşhir edildiğini yazmışlardır.).