"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Tava ve Oğlu

Fakat üçüncü gece, artık dayanamamıştı. Böyle müthiş bir acı içinde can vermektense, Allahın takdirine tabi olarak, şehirden çıkmak için bir teşebbüse daha girmeye karar vermişti. Bu sırada düşmanlarıyle karşılaşacak olursa, onlarla son bir mücadeleye girecek; böyle harebeler içinde, aç ve sefil ölümü beklemektense, düşmanlarıyle kılıç kılıca gelerek, Ehl-i Beyte şeref verecek bir kahramanlıkla ölüp gidecekti. Müslim, bu kararı verir vermez, saklandığı yerden çımış, karanlıklar içinde ilerlemişti.
Biraz yürüdükten sonra, bir kapının önünde, ihtiyar bir kadına rastlamıştı: Ya Hatun!.. aç ve susuzum, Allah rızası için bana biraz yiyecek ve içecek bir şeyler verebilir misin? demişti.
Adına Tava denilen bu saf kalpli ihtiyar kadın, yıldızların ışığında, yüzü yarı belli olan Müslimin yüzüne baktıktan sonra: oğlum! Sen Kufeli değilsin; bir garip kişiye benziyorsun. Garibe yardım, borçtur. İçeri gir de karnını doyurayım…. diyerek, Müslimi içeri almış;mevcut yiyeceğini ikram etmişti.
Müslim, üç günlük bir açlığın verdiği iştahla yemek yerken Tava onunla konuşmaya başlamıştı:
→Aç ve yorgun görünüyorsun….
→Gerçekten öyle…. Ben, küçük bir iş için buraya gelmiştim. Fakat işimi bitirip de geldiğim yere döneceğim zaman, malüm kargaşalıklar meydana geldi. Kale kapıları kapandığı için, yerime dönemedim. Paralarımı tükettim. Onun için aç ve sefil kaldım.
→Dünyanın kötü zamanına kaldık, oğlum… Görmüyormusun?… Resulü Ekremin sevgililerine bile rahat, huzur vermiyorlar. Ehl-i Beyte saygı göstermek şu tarafa dursun, onların dostlarını bile kılıçtan geçiriyorlar.
Bu sözler, Müslimin dikkatini çekmişti. Büyük bir sevinçle kadına bakarak: Ya Hatun!… Sen Ehl-i Beyti sever misin? sorusunu kendisine yöneltmişti. Kadın, elini göksüne koyup tazimle eğilerek: Ehl-i Beytin yoluna canım kurban olsun…. cevabını vermişti.
Müslim, Ehl-i Beyte sadık bir dost bulmaktan doğan sevinç içinde: Öylesen, sana bildireyim ki…. Ben de Ehl-i Beyte mensubum… dedikten sonra, büyük bir emniyetle macarasını Tavaya anlatmış, sonunda da: Eğer, Resulü Ekremin şefaatine mazhar olmak istersen, ne yaparsan yap, beni şu Kufe denilen cehennemden çıkar…. demişti.
Tava, Müslime karşı derin bir saygı ve şefkat göstererek: Ya Müslim!… Evim senindir. Hele burada bir süre otur. Bakalım, Canabı Hakk neyi gösterir? diye cevap vermiş; onu izzet ve ikramla misafir etmişti.
Gece sükünetle geçmişti. Fakat sabaha karşı Tavanın oğlu eve gelmişti. Bu delikanlı, bütün hayatını sarhoşluk ve kumarbazlıkla geçirirdi.
Tava, oğlunun yine sarhoş geldiğini görür görmez: sakın gürültü etme. Misafirimizi uyandırırsın…. demiş ve sonra aralarında şu konuşma geçmişti:
→Misafir mi? Bu konuk da kim?
→Mübarek ve saygı değer bir zat.
→Adı ne?…
→Müslim.
→Müslim bin Akiyl mi?
→Evet….
→Yaaaa…
Sarhoş delikanlı, derhal kendine gelmiş; sessizce bir köşeye çekilmişti. Büyük bir sevinç içinde, sabah olmasını beklemişti. Sabah olur olmaz da doğru Darülemareye giderek İbni Ziyadın huzuruna çıkmış: Ey Emir! İki bin dirhem ver. Müslimi derhal size teslime hazırım! demişti.
İbni Ziyad, büyük bir memnuniyetle paraları bu sarhoş delikanlıya verdikten sonra, en güvendiği komutanlarından Muhammed bin Eşası, kuvvetli bir müfreze ile Tavanın evine göndermişti.
Bu müfreze, bir anda kadının evini sarmıştı. Muhammed, kapıya dayanarak: Ya Müslim!…. bu defa kurtuluş yok. Teslim ol!.. diye bağırmıştı.
Günlerden beri açlıktan, uykusuzluktan ve yorgunluktan bitap(bitkin, yorgun) kalan ve uykuya dalmış olan Müslim, bu sesi duyar duymaz, büyük bir heyecanla yerinden fırlamış, pencereden bakmıştı ve… her tarafın düşman kuvvetleriyle sarılmış olduğunu görünce: İnna lillahi ve inna ileyhi racilun…. diye bağırmıştı.
Müslim, artık derin bir tevvekkülle ölüme atılmaktan başka çare kalmadığını anlar anlamaz, derhal kılıcını kapmış; başındaki sarığını kalkan gibi sol koluna sarmış: Medet ya Resul…. medet ya Ali… diye bağırarak kapıdan fırlamış: Er olan karşıma çıksın. Mertçe dövüşelim… diye, meydan okumaya başlamıştı.
Müfrezenin komutanı Muhammed, ilk olarak ortaya atılmıştı. Maksadı, Müslümü kendi eliyle öldürüp, İbni Ziyaddan büyük mükafatı almaktı. Fakat, artık günlerden beri çektiği acılardan dolan Müslim, hayata karşı hissettiği bir isyan ve istihkarla Muhammedin hamlesini karşılamış ve derhal karşı saldırıya geçerek, onun başına şiddetle bir kılıç sallamıştı.
Muhammedin elindeki kalkan parçalanmış, kendisi de yere yuvarlanmıştı. Fakat, sırtındaki zırhın mukavemeti, onun hayatını kurtarmıştı.
Muhammed, yattığı yerden: hücum…. hep birden hücum… diye bağırmıştı. O zaman, bütün müfreze efradı, kudurmuş gibi Müslimin üzerine atılmıştı.
Müslim, sırtını duvara dayamış, ağır kılıcını etrafa savurarak, kendisini şiddetle savunmaya başlamıştı. Birkaç kişi, boğuk feryatlarla yere yuvarlanmıştı. Öfkeli naralar ve haykırışlar, birbirine çarpan kılıçların sert ve çınlayan seslerine karışmıştı.
Müslim, muhtelif yerlerinden yaralanmıştı. Başından ve omuzlarından sızan kanlarla gömleği kıpkızıl bir renge boyanmıştı. Bir kılıç darbesi, alt dudağını ikiye ayırmış; yüzü korkunç ve müthiş bir hal almıştı.
Yaralarının acısından, günlerden beri çektiği yorgunluktan bitap kalan vücudu; şimdi her taraftan üşürülen bu kılıç darbeleri altında büsbütün sarsılmış; zangır zangır titremeye başlamıştı.
Müslim, yavaş yavaş gerilemiş; düşmemek için, dayanacak bir yer aramıştı. Arkasında bir kapı vardı. Son bir ümitle sırtını bu kapıya dayamış, ölüm acısının verdiği son bir kuvvet ve öfkeyle kılıcını etrafa sallamış, birkaç kişiyi daha yere yuvarlamıştı.
O zaman, müfreze komutanı Muhammed; elindeki parçalanmış kalkanı ileri tutarak Müslime yaklaşmış: Ya Müslim!… Bu kadar kişinin kanına girdin. Artık yeter…. teslim ol… Senin ölümden kurtulman için İbni Ziyada yalvarayım… diye bağırmıştı.
Fakat Müslim, bu sözlere karşı acı acı gülümsemiş: Ne senden, ne de efendinden, hiç bir zaman af ve aman istemem. Ben artık yanlız ölüme teslim olurum… dedikten sonra, kanlı kılıcını tekrar etrafına savurmaya başlamıştı.
İşte o zaman, Müslimin aklından ve hayalinden geçmeyen bir kahpelik ve namertlik yapılmıştı: Sırtını dayadığı Kapı, içerden birden bire açılmış; Müslim arkası üzerine yuvarlanıvermişti.
Onun sırtüstü yuvarlandığını gören müfreze efradı, derhal haykırışarak üzerine hücum etmiştiler. Bitap ve mecalsiz kalan Müslimin kollarını çarçabuk bağlayıvermişlerdi.
Müslim, o anda kendisini öldüreceklerini sanmış; kuruyan boğazını ıslatmak ve serbestçe Kelimei Şehadet getirmek için bir yudum su istemişti. Namertçesine kapıyı açan ve kendisini sırtüstü deviren ev sahibi Bekir bin Hamra, Müslimin bu ricasına, hain ve alayıcı bir kahkaha ile karşılık vermişti.
Karşıki evin penceresinden bulunan bir kadın, kendisine bir kapta su getirmişti. Müslim, bu suyu içmekte tereddüt etmişti. Belki de bir şey söyliyecekti. Ama tam o anda ev sahibi Hamra, elindeki mızrağın ucunu , arkadan Müslimin böğrüne dayayarak, bütün kuvvetiyle dayanıvermişti. Müslim, acı bir feryat koparmış, artık kendisinden geçmişti.