Müslim, bir süre böyle koştuktan sonra birdenbire İbni Ahnef ile karşılaşmış ve onu görür görmez: Ya İbni Ahnef!…. Gördün mü, hal ne şekil oldı!… diye bağırmıştı.
İbni Ahnefte, Ehl-i Beyte karşı sarsılmaz bir aşk ve iman vardı. Derhal Müslimi gögsünün üstüne bastırmış: Söyle, ya Müslim…. sana nasıl yardım edebilirim? diye ağlamaya başlamıştı.
Müslim, acı acı gülerek cevap vermişti: Bana yardım zamanı geçmiştir. İbni Ziyad tarafından, benim öldürülmem mukarrerdir. Ancak benim düşündüğüm biri varsa o da imam Hüseyine haber göndermek…. Ona, Kufenin hal ve ahvalini bildirmek… Büyük bir felaketin önüne geçmekten ibarettir.
İbni Ahnef, kısa bir düşünce geçirmişti. Sonra Müslime dönerek: Arkamdan gel!…. deyip, çabucak lerlemişti.
İbni Ahnef, Müslimin önüne düşerek onu Muhammed Kesiyrin konağına getirmişti. Bu zat, Ehl-i Beyt sevenlerdendi. Kendisi birkaç büyük kabilenin başkanı olduğu halde bazı mevsimlerde gelir, Kufede otururdu.
İbni Ahnef, Müslimi, Muhammed Kesiyrin huzuruna çıkararak durumu kısaca anlatmıştı. Muhammed Kesiyr, bütün bunları düşündükten sonra: Ya Müslim!… Müsterih ol, ben sağ oldukça senin bir kılına bir hata gelmez… Hele şu durum biraz sükün bulsun, imam Hüseyine adam göndeririz…. demişti.
Müslim, bu vaat karşısında büyük bir sevinç hissetmişti. Fakat, daha bu hislerini Muhammed Kesiyre söylemeden işin rengi değişmişti.
Müslimi şiddetle takip eden İbni Ziyadın adamları, derhal Muhammed Kesiyrin konağını sarmışlar; kapılara dayanarak: Emirülmümine karşı halkı isyan ettiren Müslimi isteriz!… demişlerdi.
Muhammed Kesiyr, derhal yerinden fırlamış, pencereye giderek: Ey İbni Ziyadın adamları!… Geldiniz, efendinize söyleyiniz… Ben Hani değilim. Bana sığınan bir adamı şimdiye kadar kimseye teslimetmedim ki, şimdi size Müslimi vereyim… diye bağırmıştı.
Muhammed Kesiyrin bu sözleri, çarçabuk İbni Ziyada bildirilmişti. İbni Ziyad, bu çöl kahramanının gönderdiği bu tahkir edici cevap karşısında acele etmeden dikkatle hareket etmek lüzumunu hissetmişti: Konağı sımsıkı kuşatın… Müslimin kaçmasına meydan vermeyin. Fakat Muhammed Kesiyrin adamlarına sakın saldırmayın… diye emir vermişti.
O gece böyle geçmişti…. Fakat, ertesi gün birdenbire çöl tarafından bir toz bulutu yükselmişti. Darülamerede, büyük bir telaş baş göstermişti.
İbni Ziyad: Koşun… Gidin. Bakın gelenler kimlerdir? demişti. Bir kaç dakika sonra İbni Ziyada şu haber gelmişti: Ya Emir!…. Muhammed Kesiyrin bu dolaylarda yerleşen kabileleri, onun konağının sarıldığını haber almışlar, silahlarını kapmışlar; onu kurtarmaya geliyorlar.
İbni Ziyad, bu haberi alır almaz, derhal kendi hazinedarını Muhammed Kesiyre: Madem, Müslim kendisine sığınmıştır; onu bize teslimetmemekte haklıdır. Ancak şu var ki; Müslim, koca bir ülkeyi, Emirülmüminin aleyhine isyan ettirmiştir. Onu büsbütün cezasız bırakmak da, kitap ve sünnete uymaz. Şu halde, kendisi buraya gelsin. Durumu müzakere edelim. Emirülmümine bir mektup yazıp gönderelim Müslimin, ya hafifçe cezalandırılmasını, yahut da tamamıyla affını Yezidden rica edelim…. diyerek haber göndermişti.
Mert, cesur ve pervasız bir adam olan Muhammed Kesiyr, İbni Ziyadın bu hilesine aldanmış ve oğlunu yanına alarak evini kuşatan casuslar arasından geçmiş, Darülemareye gitmişti.
İbni Ziyad, Muhammed Kesiyri büyük bir iltifatla karşılayarak, üst köşeye geçirmişti.
«Ya Kesiyr!… Gösterdiğin temiz yürekliğe cidden meftunum. Emirülmüminine karşı muhalefeti çok büyük bir hata olmakla beraber, Müslim bin Akiyl, sahiden kahraman ve himayeye layık bir zattır. Özelikle, Resuli Ekremin de akrabalarındandır. Onun için bu zata yardım etmek hepimiz için bir borç hükmündedir.
«Şu var ki, bu zat, büyük bir ihtiyatsızlık etmiş; ortalığı boşu boşuna velveleye vermiştir. Bilirsiniz ki, Kefeliler de garip insanlardır….. Emirülmümünin Yezide tamamıyla biat verdikleri halde, Müslimü görür görmez, bu biatlerini unutarak imam Hüseyin tarafına dönüvermişlerdir. Bu da, Şama akseder etmez, Müslim aleyhinde büyük bir galeyan meydana gelmiştir. Bilirsiniz, ben özelikle bu galeyanı teskin etmek ve Müslimi bu hareketlerden menetmek için buraya geldim. Hiç kimsenin burnunu kanatmadan bu meseleyi hal ve fasletmek istedim. Fakat, Müslim, yenidene birtakım kanlı olaylara sebebiyet verdi; işi bu raddeye getirdi.
«Böyle olmakla beraber ben, hala Müslimin mensup olduğu hanadana saygı besliyorum ve onu uygun bir yola, bu olaylardan kurtarmak istiyorum. Ama ona karşı açıktan açığa göz yumamam. Bunun için, seninle birleşelim. Müslimi affettirmek için, bir şeye teşebbüs edelim.» diye söze girişti.
Kahraman ve doğru özlü Muhammed Kesiyr; İbni Ziyadın bu sözlerine inanarak: Pekala… İbni Ziyad…. bana sığınan bu adamı nasıl kurtarabiliriz? demişti.
İbni Ziyad, Muhammed Kesiyri yumuşatabildiğine memnun olarak, derhal cevap vermişti: Sana haber gönderdiğim gibi, derhal seninle ortak bir mektup yazalım, Emirülmümine yollayalım. Yezidin sana ve senin kavim ve kabilene saygısı vardır. Hay hay… mektup yazalım. Altını ben de mühürlerim.
Evet ama, bilirsin ki, Yezidin burada bir takımcasusları vardır. Hiç şüphe etmiyorum ki, onlar, şimdi senin adamlarının kent kapılarında biriktiklerine ve hükümeti tehdit ettiklerine dair birer mektup yazmış. Yezide yollamışlardır.
→O halde ne yapalım?…
→yapılacak şu vardır: Kent kapılarına biriken adamlarına haber gönderelim. Senin hiç bir tehlikede olmadığına teminat verelim. Yezide yazdığımız mektubu da, “Yanlış bir haber üzerine Kufe dolaylarına toplananlar yerine dönmüşlerdir” diyelim. Eminim ki, bu sözler üzerine Yezidin öfkesi geçecek ve ricalarımızı kırmayarak Müslimi de affedecektir.
Muhammed Kesiyr, İbni Ziyadın bu sözlerine inanmıştı. Kent kapılarına adam yollayarak, orada toplananlar arasından bir heyet getirtmişti: Benimle ilginize teşekür ederim. Görüyorsunuz ki, İbni Ziyadın yanında büyük bir saygı görmekteyim. Bunun için, hiç bir tehlike içinde değilim. Yerlerinize gidiniz, rahat ediniz!… demişti.
Muhammed Kesiyrin adamları, onu, İbni Ziyadın yanında ağırlanır gördükleri için, bu sözleri gayet tabii telakki etmişler; atlarına ve develerine binerek, yerlerine gitmişlerdi.
Muhammed Kesiyrin taraftarları gittikten sonra İbni ziyad, onu türlü bahanelerle yanında alıkoymuştu ve bu sırada kendi adamlarına gizlice emirler vermiş, onun konağını bastırarak, Müslimi ele geçirmek için teşebbüslere girişmişti. Bu düzeni haber alan Muhammed Kesiyrin kölesi, Kesiyri durumdan haberdar etmişti.
Bu mert adam, İbni Ziyadın yaptığı bu namertlikten fena halde öfkelenerek, yerinden fırlamış: Ya İbni Ziyad!… Yazık bana ki, senin sözlerine kandım. Hatta adamlarımı da bu sözlere inandırdım. Meğer sen, gerçekten Mercanenin oğlu imişsin… diye bağırmıştı.
Kufe eşrafından bazılarının huzurunda söylenen bu söz, İbni Ziyadı öfkelendirmişti. Bütün o debdebe ve haşmet arasında, bir piçin oğlu olduğu yüzüne çarpılır çarpılmaz, birdenbire fenalaşmıştı.
Mercane, Mekkenin en güzel fahişelerinden biriydi. Muaviyenin babası Ebu Sufyan onunla kısa bir ilişkiye girmişti; bu ilişkiden de İbni Ziyad dünyaya gelmişti.
Bu hal, herkesin az çok bildiği bir gerçekti. Fakat, İbni Ziyad, bu gerçeği ortadan silmek için pek çok gayret göstermiş ve yüksek mevkii sayesinden bu gerçekten kimseyi söz etmeyecek bir hale getirmişti.
Muhammed Kesiyrin pervazsızca onun bir piç oğlu olduğunu yüzüne karşı söylemesi İbni Ziyadın kalbine çılgınca bir öfke vermişti.
İbni Ziyad, Muaviyenin yetiştirdiği adamlardan biriydi. Ruhundan taşan bu öfkeyi meydana vermamış ve soğukkanlılığını takınarak: Ya Muhammed Kesiyr!… Gereksiz öfkelere kapılmakta anlam yok…. Sana tavsiye ederim, daha sakin ve daha makul düşün. İnsanlar, dünyaya bir defa gelirler ve insanı kamil olanlar da hayatlarını boş yere heder etmezler. Soruyorum sana: Senin için, Müslimin hayatı mı, yoksa kendi canın mı azizdir?….
Bu sözler, Muhammed Kesiyri büsbütün öfkelendirmişti. Böyle bir soruyu bana ne diye soruyorsun?….. Yoksa tehdit için mi? Müslimin hayat ve Mukadderatı Canabı Hakkın elindedir. Benim hayatıma gelince…. Bir kılıma dokunmak bile, İbni Mercanenin haddi değildir!… diye bağırmıştı.