"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Haninin ölümü

İbni Ziyad, derhal adamlar göndererek Haninin evini gizlice sardırmış, sonra da bütün Kufe eşrafıyle beraber Haniyi de huzuruna davet etmişti.
Hani, bu gelen davetten şüphe etmiyerek, asasına dayana dayana Darülemareye gitmiş; İbni Ziyadın huzuruna girmişti.
İbni Ziyad, onu görür görmez, alaylı bir tavırla: Gel bakalım Hani!… Buraya geldim geleli, Kufe eşrafı birçok kereler beni ziyaret etti. Halbuki sen, bir defa bile ziyaretime gelmedin. Acaba bunun sebebi nedir? demişti.
Hani, bu sert ve alaylı konuşma karşısında sersemlemişti: Ya Emir!… İhtiyarım. Sık sık evimden çıkamıyorum. Benim kusurumu hoş gör… diye cevap vermişti.
O zaman İbni Ziyad, zalimce bir kahkaha atmıştı: Kusurun bundan ibaret olsaydı, elbetteki hoş görürdüm. Fakat, Müslim gibi bir müfsit ve fitnekarı evinde sakladığına ne diyelim? demişti.
Hani, başından bir yıldırım inmiş gibi sersemleşmişti. İbni Ziyad, kapının önünde bekleyen kölelerine: Muğfili çağırın… diye emir vermiş ve orada bekleyen Muğfil, içeri girer girmez: Söyle bakalım…. Bu Haninin evine nasıl gittinve orada Müslim ile ne suretle konuştun? demişti.
Muğfil, bütün Kufe eşrafı huzurunda, Haninin yüzüne karşı; onu nasıl kandırdığını ve Müslim ile nesuretle konuştuğunu bütün açıklığıyla anlatmıştı.
Muğfilin sözleri biter bitmez, İbni Ziyad, başını Kufe eşrafına çevirmiş: Ey Kufeliler!… ne dersiniz, bu işe?… Benim yerimde olsanız, Emirülmüminine ihanet eden bu adama ne ceza verirsiniz?… demişti. Kufeliler, başlarını önlerine eğmişler, bu soru üzerine susmuşlardı.
Hani, artık ölüm saatinin geldiğini hissetmişti. Ehl-i Beyte karşı, son nefesine kadar metanet göstermek ve İbni Ziyadın önünde baş eğmemek maksadıyla: Ya İbni Ziyad!… Bu adam bana sığındı. Kapımı, onun yüzüne karşı kapayamazdım… Evet… onu evime aldım ve sakladım. Cezam ne ise tayin et!… demişti.
İhtiyar Haninin gösterdiği bu büyük kahramanlık ve metanet, Kufe eşraflarından bazılarının kalbine hüzün vermişti. Her taraftan hıçkırık sesleri işitilmişti. Fakat İbni Ziyad, bu halden en küçük bir üzüntü bile duymayarak: Ya velet!… (Ey oğlan!..) diye kapıya seslenmiş, içeri giren kölelerine, birbiri ardınca şu emri vermişti: Bu, Emirülmüminin hainini yarı bele kadar soyun, yere yatırın… ayaklarına ve başına basın!…
Haninin elinden asasını çekipalmışlar; vücudunun üst kısmını soymuşlar ve zavallıyı derhal yere yatırmışlardı. Kölelerden biri başına, öteki de ayaklarına basmıştı.
O zaman İbni Ziyad, ikinci bir emir vermişti: Bu, Emirülmüminin hainine beş yüz kırbaç vurun. Meşin bir kırbacın ucu, kudurmuş bir yılan gibi havada şahlanmış, sonra da Haninin çıplak vücudunda şaklamıştı.
Bu vücudun sararmış derisi üzerinde, derhal uzun bir iz belirmiş, bu izden kanlar sızmaya başlamıştı.
Hani; beşinci kırbaca kadar kahramanca metanetini muhafaza etmiş, vücudunu parçalayan darbelerin açısına dişlerini sıkarak, ses çıkarmamıştı. Fakat altıncı darbeye dayanamayarak; ciğerleri parçalayan bir feryadla: Medet ya Ali!… diye bağırmış ve derhal bayılmıştı.
Kufe eşrafı, bu faciaya dayanmamışlar, yerlerinden fırlayarak, İbni Ziyadın ayaklarına kapanmışlar: Ya Emir!… Affet!… diye haykırmışlardı. Fakat, kırbaç şakırtılarının birbirini takip etmesinden başka bir cevap alamamışlardı.
Kırbaçların adedi elliyi geçtikten sonra, Haninin ağzı şidetle açılmış, kapanmış, ak sakalı kıpkızıl kan içinde kalmıştı. Durmadan kırbaç şaklatan cellat; ya Seydi!… Canabı Hak, Emirülmüminine ve sen efendime ömürler versin. Bu adam dünyadan el çekti… diye bağırmıştı.
O zaman, İbni Ziyad yerinden kalkmış; ağır ağır yandaki odaya geçerken: Götürün… bir çukura atıverin!… diye mırıldanmıştı. Darülemarede işlenen bu feci cinayet, derhal kente yayılmıştı. Hani gibi, artık dünya ve masavaden el çekmiş olan bir ihtiyarın, böyle kırbaçlar altında öldürülmesi, Ehl-i Beyt taraftarı olan bazı gençlerin kalbinde zaptolunmaz bir heyecan ve kızgınlık uyandırmıştı.
Bunlar, derhal bir araya toplanmışlar: İbni Ziyad, Hani gibi yaşlı ve saygıya şayan bir adama böyle yaparsa, onun evinde saklı olan Müslime ne yapmaz?… Bari gidelim, onu kurtaralım… gerekirse, İbni Ziyadın adamlarına da karşı koyalım…. diye silahlanmışlar. Haninin evini kuşatan kuvvetleri yarmışlar; kapıya dayanmışlar, Müslimi alıp götürmek için ona haber yollamışlardı.
Müslim, Haninin uğradığı faleketi duyar duymaz, hüngür hüngür ağlamaya başlamış: Ey Ehl-i Beyti sevenler!… Hani gibi ak sakallı bir ihtiyar, Ehl-i Beyt uğrunda hayatını feda ettikten sonra, artık ben hayatımı muhafazaya lüzüm görmüyorum. Madem, beni kurtarmak için bir şeyi göze aldınız; bari bu fedakarlığınız daha yerinde bir işe harcansın…. gidelim, İbni Ziyad melulundan Haninin kanını isteyelim!… diye bağırmıştı.
Galeyan içindebulunan Ehl-i Beyttaraftarları, Müslimin bu alicenabene teklifini derhal kabul etmişler: Ya Müslim!… düş önümüze, ölünceye kadar seninle beraberiz!… demişlerdi.
Önce Müslimin çocuklarını Kadı Şureyh adında bir zatın evine göndermişlerdi. Sonra da, Haninin evini kuşatan, İbni Ziyadın kuvvetleri üzerine saldırmışlardı. Bu zayıf kuvvetler, derhal dağılmıştı.
Bu halden cüret alan Kufeli gençlerin adedi birdenbire çoğalmış ve bine yakın Kufeli, Müslimin komutasında olarak: Allah zalimleri kahretsin. Kırbaçlar altında can veren ihtiyar Haninin kanını isteriz…. diye feryad ederek, Darülemareye doğru akın etmeye başlamışlardı.
İbni Ziyad, bunu haber alır almaz, derhal kuvvetlerini içeri almış, Darülemareninkapılarını sımsıkı kapatarak savunmaya hazırlanmıştı. Aynı zamanda, o rırada yanında bulunan Kufe eşrafından bazıları da tutuklanarak bir odaya kapatmıştı.
Darülemarenin kapıları önünde ve duvarları dibinde şidetli bir saldırı başlamıştı.
Müslimin komuta ettiği kuvvetler, hükümet konağını kuşatmış, İbni Ziyadın kuvvetlerini bunaltmıştı. İbni Ziyad, bu korkunç galeyan karşısında acı bir yenilgiye uğrayacağını anlamıştı. Derhal tutuklu bulunan Kufe eşrafını huzuruna getirmiş: Şu hali beğeniyor musunuz? Bunun sonucu, hepinizin mahvı ve helaki demektir. Size on dakika mühlet. Eğer bu on dakika içinde bu halkı dağıtırsanız, ne ala…. dağıtmadığınız takdirde hepinizin kelelerini burada kestireceğim, birer birer asilerin önüne attıracağım… dedikten sonra, kapıda duran adamlarına: yalın kılıç yirmi adam hazır olsun!… diye bağırmıştı.
Kufe eşrafı korkularından donakalmışlar ve derhal pencerelere koşarak: Ey halk!… ne yapıyorsunuz? Bu hareketinizle, bütün Kufe kentini kanlı bir felakete sürüklüyorsunuz. Burada, İbni Zeyidi ve onun adamlarını yenmekle kazanmış olacaksınız? Emirülmüminin Yezidin, yer götürmez askeri olduğunu unutuyorsunuz. Burada, hepimizin başının üzerinde bir kılıç bekliyor. On dakikaya kadar dağılmazsanız, İbni Ziyad, şimdi birer birer kafalarımızı kestirecek; ayaklarınızın dibine attıracak… diye feryat etmeye başlamışlardı ve daha bu feryatlar bitmeden, pencerelerinden iki kafa fırlamış; etrafa kanlar saçarak, asilerin ayakları dibine yuvarlanmıştı.
Bu kanlı ve kesik başların pencereden atılması, korkunç birer güleden daha büyük etki yapmıştı. Asiler derhal saldırılarını durdurmuşlar, dehşet içinde kalarak birdenbire aralanmışlardı.
Kapalı bir pencereden durumu inceleyen İbni Ziyad da, memnuniyetle gülümsemişti. Yanında duran asker komutanına: Çabuk… iki kölenin daha başlarını kestir, pencereden attır!… demişti.
Bir dakika önce olduğu gibi, şimdi de iki suçsuz kölenin başları birer saniyede kesilmiş; bunlar da asilerin önlerine atılıvermişti.
Bu halden, muhacimlere büsbütün ürküntü gelmişti. Çünkü, pencereden feryad eden Kufe eşrafı bunların babaları, amcaları gibi yakın akrabalarıydı.
Muhacimler, o korku ve telaş arasındabni Ziyadın hilesini fark edememişlerdi. Pencereden atılan başları Kufe eşrafının başlarını sanmışlardı.
Halbuki, kendi ayakları altına yuvarlanan bu dört baş, hilekar İbni Ziyadın, muhacimlere korku vermek için derhal kestirdiği suçsuz kölelerin başlarıydı.
Bu kanlı tehdit karşısında muhacimler, büyük bir ürküntü hissederek, derhal ok yağdırmayı durdurmuş ve bir kaç adım geri çekilmişlerdi. Bu hal, İbni Ziyad ile onun taraftarlarını memnun etmişti. Bunlardan Kesiyr İbni Şahab, Şimr ve İbni Eşas gibi Emevi taraftarları tekrar pencerelere gelmişler:
Ey Kufe halkı!… ey hısım ve akrabalarımız!…. Bizlere acıyın… Merhamet edin… işte İbni Ziyad, şimdi emir veriyor. Bizim de başlarımızı kestirecek. Bizim başlarımız da suçsuz yere yerlerde sürüklenecek. Hiç şüphe etmeyin ki, ondan sonra da felaket sırası size gelecek… derhal buradan dağılıp, evlerinize giderseniz, Emir İbni Ziyada yalvaracağız, sizi affettirmeye çalışacağız. Yok, inat ve ısrar ederseniz, hepimizin kılıçtan geçirileceği muhakkaktır… diye seslenmişlerdi.
Muhacimlerin kalbine bir korku girmişti. Derhal bir münakaşa baş göstermişti. Muhacimler arasında bir ses yükselmişti: Kimin kanını dava ediyoruz? Haninin mi? zaten o bir bunaktı.
Başka bir ses, şöyle demişti: Bunak olmasaydı, Müslimi evinde saklamazdı. Madem işin içinde Emirülmüminine karşı bir muhalefet meselesi vardır.
Bu sözleri söyleyenler, muhacimler arasına ayrılık düşürmek amacıyle onların içine karışan İbni Ziyad taraftarlarıydı. Fakat muhacimler, bunu farkına varmamışlardı.
Birdenbire Müslimin sesi işitilmişti: Ey Kufeliler… içinizde, kalbinde korku ve şüphe besleyenler varsa, burada bir an bile durmasınlar. Biz, Hak yolunda, canımızı ve başımızı fedaya karar vermişiz. Bizimle onlar, bu tarafa gelsinler…. sonucun vahametinden korkanlar, aramızdan çıkıp gitsinler….
Müslimin bu sözlerini bir fısıltı takip etmiş, sonra da oradaki karmakarışık insan kitlesi, bir an içinde çözülüvermişti.
Asiler, bölük bölük ayrılmaya başlamışlardı. Aralarında, hareretli bir münakaşadan sonra, derhal dağılmışlardı. Müslimün yanında ancak otuz kişi kadar kalmıştı.
Bir pencerenin ipek perdesi arkasından bu hali gözetleyen İbni Ziyad, Müslimin böyle otuz kişi ile kaldığını görür görmez, derhal onun avluya açılan penceresine koşmuş; orada toplanan muhafızlara: Ey emirülmüminin askerleri! Asiler dağıldılar. Yalnız içlerinde, deli olanlardan beş, on kişi burada kaldı. Kapıları açın; üzerlerine atılın. Müslim denilen o müfsidi kim sağ olarak getirirse, bin dinar mükafat vereceğim…. diye bağırmıştı.
Müslimin etrafında toplananlar, İbni Ziyadın bu bağırmasını duymuşlar; korku ve heyacanla birbirlerine bakmışlardı ve kapıların demir sürgüleri şamgırdayarak çekilirken bunlar da bir an içinde çil yavrusu gibi dağılmışlar; Müslimi orada tek başına bırakmışlardı.
Müslim, şaşırmıştı. Ellerindeki kılıçla kalkanı havaya kaldırarak; Hey, kaadir Allah!…. Eğer şu anda görevimin bitmiş olduğuna kani olsaydım, elimdeki şu kılıç kırılıncaya kadar çarpışır, Ehl-i Beyt aşkına fedakarlığın ne demek olduğunu, şu Kufelilere anlatmaya çalışırdım. Ne çare ki, imam Hüseyini kurtarabilmek için yaşamak zorundayım…. Ya Resulü Ekrem!… Ya Ali!… Medet sizden…. diye bağırmış, o da Kufenin dar sokakları içine atılarak bütün kuvvetiyle koşmaya başlamıştı.