Yezid, saltanat makamını hükümet idaresinden ziyade, bir safahat kaynağı telakki etmişti. Onun düşündüğü şey, hükümet işlerini bir heyete bırakarak, av eğlenceleri, kadın ve içki alemleriyle vakit geçirmekti. Fakat, Emevi erkanı, o gece sarayda bir meclis toplamıştı. Yezidi de o meclise davet ederek: Baban Muaviye gibi hükümetin başında bulunmalısın; muhaliflerine göz açtırmamalısın. Her şeyden önce Medine Hakimi Velide bir emirname göndermeli, oradaki muarızlarını itaate davet etmelisin….. Eğer onları bu suretle sindirmeyi başarırsan, ne ala…. bunu başaramadığın takdirde hem kendin zorluk içinde kalırsın, hem de Emevi hanedanının mevkiini güç bir durumda bırakırsın, demişlerdi.
Yezid; Medinedeki dört kişinin itaatini sağlamak için bir emirname yazmış; Velide göndermişti. Velid, bu emirnameyi okur okumaz; vicdanında bir acı hissetmişti: Ya Rab! …. Ne zor bir durumda kaldım. Bu emre itaat etsem, bu dört kişiyi cebir ve tazyike girişsem, manevi azap ve ıstıraba düçar olacağım. Bu emri dinlemesem, onlara müsamaha göstersem, Yezidin elinden kurtulamayacağım…. demişti.
Velid, uzun uzadıya düşündükten sonra; o sırada Medinede bulunan Mervana haber göndermiş; Yezidin emirnamesini göstermiş: Sen benim yerimde olsan, bu hal karşısında ne yaparsın?… diye sormuştu.
Mervan, Yezidin emirnamesini okuduktan sonra: Bugün ortada bir geçimsizlik kıvılcımı var. Bunu, vaktinde söndürmek gerek… Eğer söndürülmezse, yarın etrafa alev saçan bir ateş meydana gelebilir. Tereddüt etme… Yezidin emrini yap…. diye cevap vermişti.
Velid, Mervanın bu sözlerini dinlemiş, Yezidin öfkesine uğramamak için, o dört zata haber göndermiş, onları Darülemare denilen hükümet konağına davet etmiş.
Velidin bu daveti, dört zatı da şüphelendirmişti. Zübeyrin oğlu Abdullah, doğruca imam Hüseyinin evine gitmiş, kendisiyle buluşmuş ve: Ya Hüseyin!… Velidin bizimle ne işi var? demişti.
İmam Hüseyin gülümsemiş: ben bu gece rüyamda, Şamdaki caminin mimberini yıkılmış gördüm. Bana kalırsa, Muaviye öldü. Yerine Yezid geçti. Velid de bizden Yezide biat isteyecek… diye cevap vermişti.
Abdullaha derin bir düşünce gelmişti ve aralarında şu sözler geçmişti:
→Ya Hüseyin!… Böyle bir teklif karşısında kalırsak, ne türlü hareket edelim?…
→Ben, Resulü Kibriyanın torunuyum…. Ben Yezid gibi fasık ve facir bir adama biat edemem… Bize gelince, kendiniz için selamet noktasını nerede görürseniz, onu ihtiyar edin.
İmam Hüseyin ile Abdullah böylece konuşurken, hükümet dairesinde bulunan Velid ile Mervan, sabırsızlıkla o dört kişiyi beklemektelerdi.
Mrevan, tabiatında mevcut olan arabozuculuğunu göstermiş: Ya Velid… Hüseyin gelmiyecektir! demişti. Velid, büyük bir emniyetle: Hayır!… Alinin oğlu yalan söylemez. Ben umarım ki, o hepsinden önce gelecektir… diye karşılık vermişti.
Fakat aradan biraz daha geçip de, yine bu dört kişiden hiç biri ortada görünmeyince, Velid onlara tekrar adam göndermişti.
İmam Hüseyin, tekrar gelen bu haberden sıkılarak: Velide git, söyle: Bu kadar aceleye ne sebep var? hiç kimse gelmezse, ben gelirim… demiş ve sonra adamlarını evinde toplamış: Ben, Velidin yanına gidiyorum. Siz de arkamdan gelin. Beni kapının dışında bekleyin dedikten sonra Resulü Ekremin örtüsünü boynuna sarıp asasını da eline alarak Darülemareye gitmişti.