"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Muaviyenin hayatı

Muaviyeye gelince: O, Şamda, muhteşem bir saltanatın esasını kurmuştu. Halifenin Şamdaki sarayı, Roma ve Bizans saraylarının birer benzeri haline gelmişti.
Fakat Muaviye bunu da yeterli görmüyordu. Onun düşünceleri yanlız bir nokta üzerinde duruyor, kendisi; henüz hayatta iken hilafet ve saltanatı oğlu Yezide bırakmak, ona hükümet idaresini öğretmek, bu suretle de, kurduğu saltanatı ebedileştirmek istiyordu.
Ama bunu nasıl yapabilecekti? Çünkü hilafeti ancak «kaydı hayat şartıyle» aldığına dair imam Hasana bir ahitname düzenlemişti.
İmam Hasan yaşadıkça bu ahdi bozamazdı. Böyle bir şeye kalkıştığı taktirde, usul ve geleneğe son derece saygılı olan, Arap kabileleri tarafından ahde vefasızlık ve ihanetle suçlanacak, belki de aleyhine bir kıyam zuhur edecekti.
E…şu halde?… Muaviye, aylarca o keskin zekasını işletmiş, sonunda da, dimağında yaşayan hayali gerçekleştirmek için, şu korkunç kararı vermişti: bu ahitname, ancak Hasanın ölümüyle hükümden düşebilir. Şu halde Hasan ölmeli… ortadan silinmelidir.
Bu tarihi cinayetin, akla hayat veren anlatımına girişmeden önce, Muaviye ile Yezitin kişiliklerini biraz yakından incelemek gerekir.
İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası yaratmış olan Muaviye, hiç şüphe yok ki, tarihin önemli saydığı kişilerden biriydi.
Muaviye, henüz pek genç yaşında iken, Mekkenin basit ve çahil cevresinde zekası, okuyup yazmayı öğrenmiş olması, parlak hitabeti, tavırlarındaki zarafeti ve özelikle temas ettiği insanların ruhuna kadar nüfuz ederek, onları kolayca teshir etmek kabiliyeti ile ün kazanmıştı.
Emevilerin ve özelikle babası Ebu Süfyanın muhalefeti ve mücadelelerine rağmen, Muhammed, Muaviyeyi yanına almış, bir süre sonra katiplik görevi yaptırmıştı.
Muaviyenin görevi, Beytülmalden fakir halka verilen sadakaları kaydetmek, vahiy nazil oldukça, gelen ayetleri tespit etmekten ibaretti.
Ama Muaviyenin bu görevi uzun süre devam etmemişti. Muaviye, Emevi entrikalarında gizlice faal bir rol oynadığı için; Muhammed onu çevresinden uzaklaştırmıştı.
Muaviye, Resul-ü Ekremin bu hareketinden büyük bir hiddet duymuş, ama kinini pek ustalıkla gizlemeyi başarmıştı ve Peygamberlikmakamına saygılı görünüyor gibi davranarak, aile entrikalarına daha büyük bir faaliyetle devam etmişti.
Önce de söylediğimiz gibi, gerek Peygamberlerin sağlığında, gerek birinci ve ikinci halife Ebu Bekir, Ömerin zamanlarında, Emevilerin çevirdiği entrikalar büyük meyvelerini vermemişti.
Medine çevresinde hiç bir şeyi başaramıyacağını anlıyan Muaviye, gerek şahsi ve gerek ailevi ihtiraslarını tatmin etmek için başka bir saha aramak zorunda kalmıştı.
Bunun için Suriyenin fethine memur olan orduya katılarak Şama gitmişti. Bu ordunun başında Yezit Ebu Sufyan bulunmaktaydı.
Ordu, suriyeyi zaptetmişti, Yezid de valiliğe atanmıştı. O zaman Muaviye de Şama yerleşmiş, kardeşine muavinlik yapmak suretiyle işe girişmişti.
Muaviye, zengin ve girgindi. Bir tarafta bol bol ihsanlar vererek, öte yandan da hükümetle işleri onlara kolaylıklar göstererek halkı kendisine ısındırmıştı ve az zaman içinde Şam ve dolaylarında kendisine kuvvetli bir çevre yapıvermişti.
Aradan çok zaman geçmeden kardeşi Yezit, esrarlı bir surette ölmüş, Şamda da birtakım karışıklıklar baş göstermişti.
Muaviye, hemen işe girişerek; bu karışıklıkları bastırmış ve buna mükafat olarak da halife Ömer tarafından Şam valiliğine atanmıştı. Böylelikle Muaviye, ilk tasarladığı planda başarlı olmuş demekti.
Ömer, bir hançer darbesiyle öldükten sonra, Emevilerin çevirdikleri enrikalar sayesinde, Osman, hilafet mevkiine getirilmişti. İşte o zaman, Muaviyenin Suriyedeki mevkii büsbütün kuvvetlenmiş; artık valilik makamına, adeta yarı özgür bir hükümdar gibi geçmişti.
Osmanın öldürülmesiyle, Muaviyenin aradığı fırsat eline geçmiş demekti. Hemen işe girişmiş, imam Aliyi yenmek için, taraftarları aracılığıyle her yerde fesat tertibine başlamıştı. Bir aralık Ayşenin isyanı da onun ekmeğine yağ sürmüş gibiydi.
İmam Ali, hiç şüphesiz Muaviyeden daha büyük bir irfan ve kemale malikti. Bütün hayatında, hile ve desise denilen şeyleri aklından bile geçirmemişti. Haktan başka hiç bir aracıya baş vurmamış, açıkça düşünülmeyen ve açıkça ortaya dökülmeyen her şeyi gayri meşru ve ahlaksızlık telakki etmiştir.
Muaviye ise tamamıyla bunun tersine idi… O, başarmak için her şeyi meşru görürdü. Entrikalar, tuzaklar, zehirle adam öldürmeler onun düzenlediği planın esasını teşkil etmekteydi.
İşte, mertlikten, hayırhahlıktan, namus ve faziletten başka silahı olmayan imam Aliyi yenen Muaviye, böyle bir adamdı…
Özelikle, Muaviyede yüksek bir irade yeteneği de vardı. Daha saltanatını ilan etmezden önce, Şamda muntazam bir hükümet temeli kurmaya başlamıştı.
Haris (Haris: Muhafız demektir. Okuyucularımızdan bazıları Muaviyeye ait bu tavsilatı gereksiz sayarlar. Ama (Kerbela vakası) nı iyice anlamak için, Muaviyenin kim ve nasıl bir adam olduğunu bilmek gerekir) adı verilen askerlerden kurulu, muntazam bir ordu teşkil etmişti.
İmam Hasanın yenilgisinden sonra, hükümet işini daha çok intizama sokmuş; yazışmanın sağlanması için, müntezam postalar düzenlenmişti.
Aylıklı memurlar ve bir hükümet divanı düzdüğü gibi, resmi muamelelerde mühür kullanılmasını da ihdas eylemişdi. Hükümet işlerini böylece düzenledikten sonra, kendine büyük bir saray yaptırmıştı.
Cuma namazlarına gidip gelirken, saray ile büyük cami arasına haris denilen askerlerin dizilmesini; davullar, ziller, borular çalınarak alay düzenlenmesini emretmişti.
O tarihe kadar herkes, dilediği zaman serbestçe halifelerin huzuruna çıkar, söyliyeceği sözleri pervasızca söyliyebilirdi… halbuki Muaviye, artık sarayının etrafını da muhafızlarla çevirmişti.
Muaviye, sarayında, Araplarda ilk defa olmak üzere, bir harem dairesi meydana getirmiş; yüzlerce cariyeden mürekkep olan harem halkını, tavaşi denilen haremağalarının idaresine vermişti.
Geceleri ayın parlak ışıkları altında, sarayın cennet gibi bahçesinde, billur gibi parıldayan havuzlarınfıskıyeleri kenarından, Arap dilberlerinin yanık sesli nağmeleri yükselir, çoşkun saz sesleri, kalpleri titretirdi.
Ama bu debdebe ve saltanat arasında Muaviye, kendisini kaybetmiyor, sabahtan akşama kadar, hükümet işleriyle uğraşıyordu. Artık Muaviye, tam anlamıyla kudretli ve haşmetli bir hükümdar olmuştu.
Eski halifelerden sade ve basit giyinişlerine karşılık, som ipek Hint ve İran kumaşlarıyle, halis Mısır keteninden yapılmış iri inci ve mercan düğmelerle süslü giysiler giyiniyor, parmaklarına zümrüt ve yakut yüzükler geçiriyordu.
Muaviyenin en önemli başarı sırrı, hislerini ustalıkla gizliyebilmesiydi. Onun içindir ki, Muaviye, imam Hasanı öldürmeye karar verdiği zaman, hiç bir şiddet vasıtasına baş vurmayı aklından geçirmemiş; bu ölümün en tabii bir suretle olması için, her türlü tedbirlere baş vurmuştu.
Muaviyenin en korkunç silahı, doktoru İbnilesal idi. Muaviye, bu doktorunun düzenlediği bir şerbetle, düşmanlarından birçoklarını sessiz sedasız ortadan kaldırıvermişti.
Suriyeyi fetheden Halit bin Velitin oğlu Abdurrahman ile Hacer ibni adi, Hukaykın oğlu Ömer de; Muaviyenin sarayında, altın kupalar içinde kendilerine ikram edilen bal şerbetlerini içer içmez, yıldırımla vurulmuş gibi düşüp ölmüşlerdi.
Bunların ölümlerinin şekli halktan gizlenmişti. Aynı zamanda Muaviye, bu ölülere parlak cenaze alayları düzenlemiş, herkesten fazla ilgi ve üzüntü göstermiş ve göz yaşı dökmüştü.
Son derece halim, cana yakın ve merhametli görünen Muaviye, gerçekte en zalim Roma ve Bizans imparatorlarını gölgede bırakmıştı.
Ancak tarih gösteriyor ki; bu adam , orta devirde hükümdar olabilmek için gereken başlıca niteliklere fazlasıyle malikti. Özelikle politikada, tamamıyle hissiz ve merhametsizdi.