Ramazanın 18ci günü sabahı, Alinin büyük oğlu Hasan, babasının odasına girdi. Ali, oğlunu görür görmez: Ya Hasan… bu gece tuhaf bir rüya gördüm. Bilmem bunu nasıl tabir etmeli…. dedi.
→İmam Hasan merak içinde sordu: nasıl rüya, baba…. bana anlatır mısın?
→Hay hay….. anlatayım. Otur da dinle….
İmam Hasan, babasının yanına oturmuş, dinlemeye başlamıştı.
İbadetten sonra, yatmıştım. Henüz içim geçmişti. Rüyamda, latif bir ses geldi. Dikkat ettim. Bu ses, kardeşim Muhammed Mustafanın sesi idi. (Hz.Muhammed, Hicretten sonra Medinede bütün müslümanları birbiriyle ahret kardeşi yapmıştı. Kendisi de Aliyi ahret kardeşi olarak kabul etmişti). Derhal o sese doğru ilerledim. Resulullah ile karşı karşıya geldim. Mübarek elini bana verdi: «Ya Ali!… Ümmetimden bir şikayetin var mı?» dedi. O anda aklıma, İslamiyeti delalete sürükleyenler geldi: «Evet, ya Resulullah… Onlara söz geçiremiyorum. Bunun için de kalbime pek acı ağırlıklar hissediyorum. Sırtıma yüklediğim ağır yükü taşıyamayacağımdan endişe ediyorum……» dedim. Muhammed Mustafa, buyurdu ki: «Ya Ali, onlara beddua et….» Ben de: «Ya resulullah…. Beddua etmeye dilim varmaz. Ümmetin için söylenmesi gerekli olan sözleri sen söyle…» dedim. O zaman, Muhammed Mustafa, yüzünü göğe çevirdi: «Ya Rab!…. Artık Aliyi bize ver. Ol asilerin başlarına da, bir beterini gönder….» dedi. Bu sözlerin dehşet ve heybetiyle uyandım. Rüyada olduğumu anladım. Aradan bir saat geçtiği halde, kendimi hala bu rüyanın etkisinden kurtaramadım.
İmam Hasan, kalbinden derin bir acı hissetti. Bu rüya, bir felaketi bildirmekteydi. Hayırdır inşallah…. Rüya tersine çıkar. Şu halde asilerin de size itaat edeceklerini ümit edebiliriz…. dedi.
Hz.Ali, acı bir gülümseme ile: Ya Hasan!… bu rüya, aynen vaki olacak sahih bir rüyadır. Resulü Ekremin karıştığı bir rüya başka şekilde tevil edilemez. Bu rüyaya bakılacak olusa, artık ben, sizlere misafirim…. cevabını verdi.
İmam Hasan, birdenbire kalbine bir avuç kızgın ateş atıldığını hissetti. Vücuda zangır zangır titriyerek, derin bir usanç ve acı içinde odasına çekildi.
Hz.Ali, ibadete hazırlanıyordu. Emektar cariyelerinden biri, ibrikle eline su döküyordu. Ali, sakal ve bıyığını yıkarken, cariye; Ya Emirülmüminin!….. Sakal ve bıyığın günden güne güzelleşiyor…. dedi.
Hz.Ali, derin derin içini çekerek cevap verdi: O sakalla o bıyık; yakında al kan ile boyanacak….
Cariyetitredi. Bu sözlerin dehşeti karşısında nutku tutularak bir şey söleyemedi. Fakat, -o da, imam Hasan gibi- kalbine düşen bir ateşle, içeriye gitti. Göz yaşlarıyla hıçkırarak bu olayı anlattı.
O gün Alinin evinde, muhtemelen bir felaketin uğursuz havası esmekteydi. Herkesin kalbine meçhul bir hüzün ve acı girmişti. Her büyük olaydan önce insanların ruhu üzerine çöken ağırlık Peygamberin Ehl-i Beyti (Ehl-i Beyt: Ev halkı demektir. Peygamberin Ehl-i Beyti şunlardır: Muhammed, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin) üzerine de siyah kanadını germişti.