Bu yıl içerisinde Mesleme bin Abdülmelik Bizans diyarına gaza tertip ederek üç kale fethetmiş ve Susene halkını Bizans ülkesine sürmüştü.
Bu yıl Musa bin Nusayrın azatlı kölesi olan Tarık bin Ziyad on iki bin kişilik bir ordu ile Endülüse gaza yaptı. Endülüste adı Azrinok olan kral ile karşılaştı. Azrinok aslında Endülüs Acemlerinin kralları olan Esbahan halkındandı. Tarık ordusuyla üzerine yürüdü, Azrinok da tacı ve bütün kralların o zamana kadar giymekte olduğu süs eşyaları ile birlikte üzerine geldi ve aralarında çok şiddetli bir çarpışma oldu. Tarık Azrinoku öldürdü ve 92 yılında Endülüsü fethetti.
Ebu Cafer (Taberi)in Endülüsün fethi ile ilgili olarak zikrettiği bundan ibarettir. Ancak bu kadar büyük bir bölgenin ve böyle muazzam bir fethin bu kadar kısa bilgilerle geçiştirilmemesi gerekir. Ben Yüce Allahın izni ile buranın fethinden daha geniş ve etraflı bir şekilde söz edecek ve bu konuda Endülüslülerin yazdıklarını kaynak alacağım, çünkü onlar kendi ülkelerini daha iyi bilirler.
Endülüslü yazarlar der ki:
Buranın ilk sakinleri Endülüs diye bilinen bir kavim olduğundan bu bölgeye de onların adı verilmiştir. Daha sonra bu kelimenin sonundaki ş s” yapılarak Arapçalaştırılmıştır. hristiyanlar ise Endülüse adı işbanes olan ve orada asılan bir kimsenin adından hareketle işbaniye derler. Buraya işbaniye adının ilk dönemlerde asıl adı Titus oğlu işban olan bir kralın adından hareketle verildiği de söylenmiştir. Batlamyus da buraya bu adı vermiştir. Bu adın
Nuhun oğlu Yafesin oğlu olan Endülüsten geldiği de söylenmiştir. Yafesin oğlu Endülüs burayı ilk imar eden kişidir.
Yine denildiğine göre, Tufandan sonra Endülüsün ilk sakinleri Endülüs diye bilinen bir kavimdir. Onlar burayı imar etmiş ve mülkünü uzun bir süre ellerinde tutmuşlar. Bunların dini Mecusilik idi. Daha sonra Allah onlara yağmur yağdırmamış ve ülkelerinde büyük bir kıtlık baş gösterdiğinden pek çoğu helak olmuş, kaçabilenler de kaçmıştı. Böylelikle Endülüs yüz yıl boş kaldıktan sonra Yüce Allah burayı imar etmek üzere Afrikalıların gitmesi için gerekli sebepleri hazırlamış ve sonunda buraya Afrikalılardan bir grup gelip yerleşmiştir. Bunları da Afrika kralı ülkesinde uzun süre devam eden bir kıtlık dolayısıyla yükünü hafifletmek üzere sürmüştü, çünkü bu kıtlık neredeyse onları bütün bütüne yok edecekti. Sürgün ettiği bu kişileri tayin ettiği komutan ile birlikte gemilere doldurdu, bunlar da Kadis Adasına demirlediler. Endülüs ülkesinin yeşermiş olduğunu, nehirlerin şarıl şarıl akmakta bulunduğunu görünce buraya yerleştiler ve imar ettiler. işlerini düzene sokmak amacıyla da başlarına bir hükümdar tayin ettiler.
Bunlar kendilerinden öncekilerin dini üzereydiler. Başkenti işbiliye bölgesinde Talikatul-Harab diye bilinen bir yerdir. Burada yerleşmiş, inşa etmiş ve yüz elli yıldan fazla bir sure burada kalmışlardı. Bu süre içerisinde onlardan on beş kişi hükümdarlık yapmıştı.
Daha sonra Allah onlar üzerine Romalıları gönderdi ve Titusun oğlu işban ülkelerini eline geçirdi. Hücumlar yaptı, onları dağıttı ve pek çoğunu öldürüp Talifcada onları muhatara altına aldı. Onlar da kendilerini burada korumaya aldılar. Bunun üzerine işban onlara karşı işbaniyeyi inşa etti ki, işbiliye diye bilinen yer burasıdır. Daha sonra burayı kendisinin başkenti yapmıştır.
işbanın etrafındaki kalabalık artınca azgınlaşıp zulme başladı. Aynı kişi Beytulmakdise hücum ederek orada bulduklarını ganimet aldı ve yüz bin kişiyi öldürdü. Burada bulunan mermerleri de işbiliyeye ve başka yerlere taşıdı. Aynı şekilde Davudun oğlu Süleymanın sofrasını da ganimet olarak ele geçirdi. işte Tarıkın Tulaytula fethi sırasında ganimet aldığı sofra budur, işban aynı zamanda Beytul-makdisteki altın testi ile Maridada bulunan taşı da ganimet almıştı.
Sözünü ettiğimiz bu işbanı bir gün tarlasını sürmekte iken Hızır görmüş ve şöyle demiş: “Ey işban! Bir gün gelecek eline büyük imkanlar geçecek, hükümdar olacak ve yükseleceksin. iylya Şehrini eline geçirdiğin zaman peygamberlerin soyundan gelenlere yumuşak davran.” işban kendisine: “Sen benimle alay mı ediyorsun? Benim gibi birisi nasılolur da hükümdar olabilir?” diye sorunca bu sefer Hızır Ona şöyle demiş: “Elindeki asayı şu gördüğün hale getiren senin hakkında hükümdarlığı da takdir etmiş bulunuyor.” Asasına bakan işban onun yeşerdiğini görünce korkuya kapılmış, Hızır da Onu bırakıp gitmişti. işban Onun söylediklerine inanmıştı. insanlarla oturup kalkmağa başlamış ve büyük bir mülkü eline geçirinceye kadar yükselip durmuştu. Onun hükümdarlığı yirmi yıl sürmüş, işbanlıların hükümranlığı ise ondan sonra peş pe şe gelen elli beş hükümdarla devam etmiştir.
Daha sonra adları Beşnolyat olan bir Romalı topluluk onların üzerine gitmişti. Bunların da hükümdarının adı Nita oğlu Tuviş idi. Bunlar Allahın Mesihi peygamber olarak gönderdiği döneme rastlamıştı. Beşnolyatlılar Endülüse galip gelerek orayı ellerine geçirdiler. Başkentleri Marida şehriydi. Onlardan yirmi yedi kral gelip geçti.
Daha sonra Gutlardan bir grup hükümdarlarıyla birlikte gelerek burayı Roma kralının egemenliğinden çıkardılar. Onların ortaya çıkışları Endülüsün doğusunda bulunan italya taraflarından olmuştu. Bunlar o taraftan Mecedonya ülkesine baskın yapmışlardı. Bu olaylar kayserlerin üçüncüsü olan Claudius döneminde olmuştu. Claudius onların üzerine giderek bozguna uğratmış ve pek çok kimseyi öldürmüştü. Bundan sonra Büyük Konstantin dönemine kadar güçsüz kalmışlardı. Büyük Konstantin döneminde güçlenerek tekrar baskınlar düzenlemeğe başladılar. Büyük Konstantin onların üzerine bir ordu gönderince bu orduya karşı duramamış ve Kayser (Roma) Devletinin ilk üçte bir dönemine kadar kendilerinden hiç bir şekilde söz edilmemişti.
Bu sırada başlarına adı Lodrik olan bir komutan tayin ettiler. Lodrik putlara tapardı. hristiyanları putlarına secde etmeğe mecbur etmek amacıyla Romaya yürüdü, ancak kötü uygulamaları görülünce yanında bulunanlar kendisini yardımsız bırakarak kardeşinin tarafına çekildiler ve Ona karşı savaşmağa başladılar. Bunun üzerine Lodrik Roma hükümdarının yardımını istemiş. O da bir ordu gönderince kardeşini bozguna uğratmış ve hristiyan dinine girmişti. Lodrik on üç yıl hükümdarlık yaptıktan sonra yerine Akrit, Ondan sonra Amlarik, Ondan sonra Vakdiş adındaki hükümdarlar geçmişti. Bunlal” da tekrar putlara tapmağa geri dönınüşlerdi. Amlarik çevresinde bulunanlardan yüz bin kişi alarak Roma üzerine yürüyünce Roma Kralı da üzerine bir ordu göndermiş, bu ordu karşısında bozguna uğramış, kendisi de öldürülmüştü.
Ondan sonra Elrik adındaki birisi hükümdar olmuştu. Elrik inkarcı ve kahraman birisiydi. Vakdişin ve Onunla birlikte öldürülenlerin intikamını almak üzere yola koyulmuş, Romaya kadar gelerek şehri muhasara etmiş. Romalıları oldukça zor duruma düşürdükten sonra savaş sonucu şehre girip mallarını ganimet almıştı. Daha sonra donanmayı toplayarak fethetmek ve oradaki ganimetleri almak üzere Sicilyaya gitmiş, ancak kendisi de dahil olmak üzere beraberindekilerin büyük çoğunluğu denizde boğulmuştu.
Bundan sonra adı Athluf olan birisi altı yıl süreyle hükümdarlık yapmıştı. Athluf italyadan çıkarak Uzak Endülüs yakınlarındaki Galiste ikamet etmişti. Daha sonra buradan Barselanoya geçmişti.
Ondan sonra kardeşi Valya üç yıl, Burdezariş otuz üç yıl, daha sonra oğlu Tarşemend, Ondan sonra kardeşi Lodrik on üç yıl, Ondan sonra Eurich on yedi yıl, Ondan sonra Alarich Butluşa yirmi üç yıl, Ondan sonra Eşlik, Ondan sonra Emlik iki yıl, daha sonra Theuidis on yedi yıl beş ay, Ondan sonra Todo Taklis bir yıl üç ay, Ondan sonra Eşele beş yıl, daha sonra Atlanca on beş yıl, Ondan sonra Liuva üç yıl, ondan sonra kardeşi Leovigild hükümdarlık yapmışlardır. Bu Leovigild, Tulaytulayı ilk olarak başkent edinen ve ülkesinin orta tarafını seçerek buraya yerleşen kişidir. Böylelikle kendisine itaat etmeyenlerle yakın bir yerden savaşmak imkanını bulmuş olacaktı. Kendisine karşı gelenlerle bütün Endülüsü ele geçirinceye ve Rakavbil Kentini inşa edinceye kadar çarpışmağa devam etti.
Leovigild bu şehri gerçekten oldukça güzel ve pek çok bahçe ile bezenmiş olarak inşa etmişti. Rakavbil şehri Tulaytulaya yakın olup Leovigild buraya kendi oğlunun adını vermişti.
Leovigild ayrıca Başkeneslilerin ülkesine de hücumlar yapmış ve onları sonunda itaati altına almıştı. Oğlu Hennenegild Frank hükümdarının kızını istemiş, Onu bu kızla evlendirmiş ve işbiliyede yerleştirmişti. Karısı Hermenegildi babasına karşı gelmeğe teşvik etmiş, O da babasına karşı gelince babası üzerine yürüyerek oğlu ile karısını muhasara altına almış, gittikçe sıkıştırarak uzun bir süre kuşatmasına devam ettikten sonra oğlunu yakalayıp ölünceye kadar hapsetmişti.
Leovigildden sonra oğlu Ricard hükümdar oldu. Ricard iyi uygulamaları olan birisiydi. Din adamlarını toplayarak babasının gidişinin aksine ülkeyi onlara teslim etti. Bu yüksek seviyedeki din adamlarının sayısı seksen kişiydi. Ricardın kendisi takvalı, afif bir kişi olup rahiplerin elbiselerine bürünmüş idi. Aş Vadisindeki şehir karşısında Vezeka diye bilinen kiliseyi yaptıran Odur.
Ricarddan sonra oğlu Liuva hükümdar olmuş, O da babasının yolundan gitmiştir. Gotlardan Batrik adındaki biri ona suikast yapmış ve öldürmüştü. Böylelikle Batrik Endülüslülerin istememelerine rağmen Ondan sonra hükümdar olmuştu. Bu Batrik günahkar, azgın ve fasıkın biriydi. Yakınlarından biri üzerine hücum ederek onu öldürmüştü.
Batrikten sonra Gundemar iki yıl, Ondan sonra ise SisEbut dokuz yıl hükümdarlık yaptılar. SisEbut gidişatı güzelolan birisiydi. Yerine üç aylık oğlu Ricard geçmiş, bilahare ölmüştür. Ondan sonra Suinthila hükümdar olmuştur. Suinthila Peygambere peygamberliğin geldiği sıralarda hükümdarlık yapıyordu. iyi ve hayırlı birisiydi. Ondan sonra Sisenand beş yıl, daha sonra Chintila altı yıl, Ondan sonra Handes dört yıl, Ondan sonra Benban sekiz yıl. Ondan sonra da Ervig yedi yıl süreyle hükümdarlık yaptılar.
Ervig döneminde son derece büyük bir kıtlık baş göstermişti ve açlığın şiddetinden neredeyse Endülüs ülkesi baştanbaşa harap olacaktı.
Benbandan sonra Egica on beş yıl hükümdarlık yapmıştır. Egica zalim ve sevilmeyen birisiydi. Ondan sonra oğlu Gaytaşa (Witiza?) hükümdar olmuştur. Gaytaşa Hicretin 77. yılında hükümdarlığa geçmişti. Gidişatı güzel ve yumuşak bir kişiydi. Babası tarafından hapsedilenlerin hepsini serbest bırakmış, malları gerçek sahiplerine teslim etmişti.
Kendisi ölünce yerine iki çocuk hükümdar olmuş, ancak Endülüslüler onları kabul etmeyerek adı Roderich olan birisini başlarına geçirmişlerdi. Roderich kahraman bir kişi olmakla birlikte hanedandan değildi. Endülüs bölge hükümdarları süregelen Mete göre, erkek olsun kız olsun, çocuklarını Tulaytula şehrine gönderir, çocuklar orada kralın hizmetinde bulunur, krala onlardan başka kimse hizmet etmez, böylece bilgi ve görgülerini artınrlardı. Gele bu eyalet valilerinin çocukları ergenlik yaşına gelince birbirleriyle evlenir ve kral da onların çeyizlerini hazırlamakla görevli olurdu. Roderich başa geçince Yeşil Ada, Septe ve diğer bölgelerin valisi olan Yulyan bir kızını kralın sarayına göndermiş, Roderich de onun güzelliğine kapılarak iğfal etmişti. Bu kız durumu mektupla babasına bildirince babası bundan gazaba gelmiş, Velid bin Abdülmelikin Afrika valisi olan Musa bin Nusayra mektup yazarak itaatinde olduğunu belirtip yanına gelmek üzere davette bulunmuş, Musa da gitmişti. Yulyan Musaya şehirlerini dolaştırarak kendisinin razı olabileceği şekilde hem kendisi, hem de arkadaşları için MuSaadan sözler almış, daha soım:
Endülüsü anlatarak oraya hücum etmeğe çağırmıştı. Bu olay ise 90 yılının sonlarında olmuştu.
Musa, Velide mektup yazarak Allahın kendisine ihsan ettiği fetihleri Yulyanın yaptığı daveti bildirdi. Velid kendisine şöyle mektup yazdı: “Ora) küçük askeri birliklerle git, Müslümanları tehlikeleri büyük olan bir denizde boğulmağa gönderme.” Musa yazdığı cevabı mektupta: “Bu öyle geniş bi:” deniz değildir, arka tarafları rahatlıkla görülebilen bir haliçtir.” demiş, Veli;” de: “Göndereceğin askeri birliklerle oranın nasıl olduğunu öğren. isterse durum senin dediğin gibi olsun, yine bu şekilde yap.” diye yazmıştı.
Bunun üzerine Musa azatlılardan adı Tarif olan birisini dört yüz asker ve yüz atlı ile birlikte gönderdi. Tarif dört gemi ile yola koyuldu. Endülüs yakınlarındaki bir adada karaya çıktı. O bakımdan buraya Tarif Adası denildi. Daha sonra Yeşil Adaya baskın düzenleyerek pek çok ganimet ele geçirdi ve 91 yılının Ramazan (M. Temmuz 709) ayında salimen geri döndü. Müslümanlar durumun böyle olduğunu görünce gazaya hazırlanmakta acele ettiler.
Daha sonra Musa ordularının öncü kuvvetleri arasında bulunan ve adı Tarık bin Ziyad olan bir azatlı kölesini çağırarak çoğunluğu Berberi ve azatlılardan, az bir kısmı Araplardan olan yedi bin Müslüman asker ile birlikte gönderdi. Bunlar denize açıldılar. Tarık karaya bitişik olan yüksekçe bir dağa vardı. O bakımdan buraya şu ana kadar Cebel-i Tarık denilmektedir.
Abdülmümin burayı ele geçirdiğinde bu dağın tepesinde bir şehir yapılmasını emrederek Cebelül-Peth adını verdi; ancak bu isim süreklilik kazanamadı, diller hep ilk ismi kullanmağa devam etti.
Tarıkın buraya gelip çıkması Hicretin 92. yılının Recep (M. NisanMayıs 710) ayında oldu. Tarık gemiye binip denize açılınca uyku bastırdı. Rüyasında Peygamberi Muhacirleri ve Ensarı kılıç ve yaylarını kuşanmış olarak gördü. Peygamber kendisine: “Ey Tarık! Sen işine devam et.” diyerek Müslümanlara iyi davranmasını, verdiği söze vefakarlık göstermesini emretti. Daha sonra Tarık Peygamberin ve sahabilerinin önden gidip Endülüse girdiklerini gördü. Uykudan uyandığında oldukça sevinçliydi. Arkadaşlarına bu müjdeyi verdi, kendisi de manen oldukça güçlendi ve zafer elde edeceği konusunda hiç bir tereddüdü kalmadı.
Tarıkın bütün kuvvetleri Cebelde toplanınca oraya indi ve Yeşil Adayı fethetti. Esirler arasında yaşlı bir kadın vardı. Bu kadın Tarıka şöyle dedi:
“Benim bir kocam vardı, bu olayları çok iyi bilen birisiydi. Bunlara ülkelerine girip buraya galebe çalacak bir emirden söz eder dururdu. Bu emirin nitelikleri arasında onun büyük başlı ve sol kolunda üzerinde kıl bulunan bir ben olduğunu söylemişti.” Tarık elbisesini kaldırınca kadının bahsettiği şekilde bir ben ile karşılaşıldı. Tarık yanındakilerle birlikte bu olayı da fethin bir başka müjdesi olarak değerlendirdi. Sonra dağdan ovaya indi, Yeşil Adayı ve başka yerleri fethettikten sonra dağda bulunan kaleden ayrıldı.
Tarıkın ülkesine hücum ettiği haberi Roderichin çok ağırına gitti. Bu sırada Roderichin kendisi de bir savaşta bulunuyordu. Geri döndüğünde Tarık ülkesinin iç taraflarına girmişti. Üzerine gitmek için denildiğine göre sayısı yüz bin kişiyi bulan bir ordu hazırladı. Tarık durumu öğrenince Musaya mektup yazarak kendisine yardımcı kuvvet göndermesini istedi ve yaptığı fetihlerin haberini vererek Endülüs hükümdarının karşı koyamayacağı kadar büyük bir güçle üzerine gelmekte olduğunu söyledi. Bunun üzerine Musa kendisine beş bin kişilik bir yardımcı kuvvet gönderdi. Böylelikle Müslümanların sayısı on iki bin kişiyi bulmuş oldu. Yulyan da onlarla birlikte hareket ederek ülkenin askeri bakımdan zayıf noktalarını belirtiyor ve haber topluyordu. Roderick askerleriyle Müslümanların üzerine geldi. Şezunaya bağlı bulunan Lekke (Luck) Nehri kıyısında 92 yılının Ramazan ayının bitmesine iki gün kala (M. 20 Temmuz 711) karşılaştılar. Savaş sekiz gün devam etti. Roderickin sağ ve sol kanatlarında kendisinden önceki hükümdarın iki oğlu ve diğer hükümdarların çocukları vardı. Roderiche olan kızgınlıklarından kendi aralarında anlaşarak birbirlerine şöyle dediler: “Gerçek şu ki, elleri ganimetlerle dolduğu takdirde Müslümanlar ülkelerine geri dönecek ve böylece mülk bizim elimizde kalmış olacaktır.” Bu düşünceyle direnmeyip bozguna uğradılar. Allah Roderiche ve beraberindekilere de hezimet verdi. Roderich nehirde boğulup öldü. Tarık kaçanları takip etmek üzere istece şehrine vardı. Bu şehrin halkı bozguna uğramış olanlardan pek çok kişi ile birlikte Müslümanların karşısına çıktı ve iki taraf çetin bir çarpışmaya tutuştu. Sonunda Endülüs halkı yenildi. Ondan sonra da Müslümanlar buna benzer başka bir direnişle karşılaşmadılar. Tarık ise isteceye dört mil uzaklıktaki bir pınarın başında konakladı. Burası şu ana kadar Ayn Tarık diye bilinmektedir.
Gotlar bu iki bozgunu haber alınca Yüce Allah kalplerine korkuyu yerleştirdi. Tarıkın da Tarif gibi yapacağını zannediyorlardı, bu bakımdan Tulaytulaya kaçtılar. Tarif onlara kendilerini yiyecekmiş vehmini vermişti.
Tulaytulaya girip Endülüs şehirlerini boşaltınca Yulyan Tarıka şöyle dedi: “Artık Endülüsün işini bitirmiş sayılırsın. Şimdi askerlerini dört bir yanz gönder, kendin de Tulaytula üzerine yürü.” Tarık askerlerini istece şehrinden etrafa dağıttı. Ordunun birisini Kurtubaya, birisini Gimataya, bir diğerini Malagaya, bir başkasını Tudmire gönderdi. Kendisi ise büyük kısmını alarak Tulaytulaya varmak amacıyla Ciyan üzerine gitti. Tulayrulaya vardığında şehrin boşalmış olduğunu ve orada bulunan bütün halkın Maya denilen dağın arkasındaki bir şehre gittiklerini öğrendi.
Kurtubaya giden askerlere bir çoban Kurtuba surlarındaki bir gediğ: göstermiş, onlar da o gedikten girip şehri ele geçirmişlerdi.
Tudmir üzerine giden orduya karşı bu şehre adını veren ve Tudmeyr diye bilinen bir vali kuvvetli bir ordu ile çıktı. Tudmir denilen bu kentin ası: adı Erayoladır. Tudmeyr Müslümanlarla çetin bir çarpışmadan sonra bozguna uğradı ve Onunla beraber olanlardan pek çok kişi öldürüldü. Daha sonta Tudmeyr kadınlara emir vererek silah kuşanmalarmı söyledi. Sonunda şehri teslim etmek için Müslümanlarla barış yaptı. Diğer ordular ise gittikleri şehirleri fethedip ellerine geçirdiler.
Tarıka gelince: Tulaytulanın boş olduğunu gören Tarık oraya Yahudileri yerleştirip onlarla birlikte kendi askerlerinden bir miktarını da bırakarak Vadil-Hicara (Taşlık Vadi)ya yürüdü. Şu ana kadar Tarıkın Yolu diye bilinen bir dağ yolundan geçip dağı aştı ve dağın arkasında bulunan ve Sofra Şehri diye anılan şehre vardı. Burada Davudun oğlu Süleymanın sofrası bulunuyordu. Bu sofra yeşiLzümrütten yapılmıştı; kenarları ve ayakları ise inci, mercan, yakut ve diğer mücevherlerle süslüydü ve üç yüz altmış ayağı vardı. Bundan sonra Tarık Maya şehrine gitti, burada ganimetler aldıktan sonra 93 yılında Tulaytulaya geri döndü.
Denildiğine göre, Tank Cillikiya bölgesine de girmiş ve isterka şehrine kadar bu bölgeyi aşmış, daha sonra Tulaytulaya geri dönerek isteceden bazı şehirleri fetih için gönderdiği ve bu fetihleri yapıp geri dönen ordularıyla birleşmiştir.
Musa bin Nusayr 93 yılı Ramazan (M. Haziran-Temmuz 712) ayında büyük bir kalabalık ile birlikte Endülüse girdi. Musa Tarıkın yaptıklarını öğrenmiş, bundan dolayı Onu kıskanmıştı. Denizi aşıp Endülüse varınca Yeşil Adada konakladı ve kendisine: “Sen de Tarıkın gittiği yoldan git.” denildiyse de kabul etmedi. Bunun üzerine kılavuzlar: “Sana Onun gittiği yoldan daha iyi bir yol ve henüz fethedilmemiş şehirler göstereceğiz.” dediler. Yulyan da Ona çok büyük fetihler vaadinde bulundu. Üzüntülü olan Musa buna sevindi.
Yulyanı da alarak ibn es-Süleym şehrine gidip burayı savaşla fethetti.
Sonra Karamuna şehrine gitti. Burası Endülüs şehirlerinin zapt edilmesi en zor olaruydı. Yulyan ve beraberindekiler ileri geçerek silahlarıyla birlikte kaçmış kimseler intibaını verdiler, şehir halkı da onları içeriye aldı. Musa da geceleyin onlara atlılarını gönderdi ve böylece şehri fethettiler. Müslümanlar şehre girip orayı ellerine geçirmiş oldular.
Bundan sonra Musa işbiliyeye gitti. Burası yapılan ve güzel eserleri bakımından Endülüsün en üstün şehirlerinden birisiydi. Birkaç ay burayı muhasara ettikten sonra fethetti, şehir halkı da kaçıp gitti. Musa buraya Yahudileri yerleştirip oradan Marida şehrine gitti ve burayı da muhasara altına aldı. Şehir halkı dışarı çıkıp Musa ile çok şiddetli bir çarpışmaya tutuştular. Musa savaşçıları geceleyin kayalıklar arasına gizlice yerleştirdi. Kafirler onların bu tuzaklarını görmediler. Sabah olunca yine adetleri üzere Müslümanlarla savaşmak için şehirlerinden dışarıya çıktılar. Gizlenmiş bulunan Müslüman savaşçılar da yerlerinden çıktılar ve etraftarını kuşatarak kendileri ile şehirleri arasında bir engel teşkil ettiler ve çok sayıda askerlerini öldürdüler. Az sayıda kişi de kurtuldu. Musa bundan sonra şehre girdi, fakat şehrin savunma imkanları oldukça iyiydi. Bu bakımdan şehir halkını bir kaç ay daha muhasara edip onlarla çarpıştı. Yaptıkları bir koç arabası ile üzerlerine yürüdü ve bu arabanın içerisindekiler kalenin surlarını kazdılar. Bunu gören şehir halkı Müslümanların üzerine çıktı ve burcun yanında onları öldürdüler. O bakımdan bu burca günümüze kadar “Şehitler Burcu” adı verilmektedir. Sonunda 94 yılının Ramazan ayı bitiminde, Ramazan Bayramının ilk günü (M. 30 Nisan 713) banş yoluyla burası da fethedildi. Bu barışa göre, şehir dışında hazırlanan tuzakta öldürülenlerin ve Cillikiyeye kaçanlarla kilisede bulunan mal ve süs eşyaları Müslümanlara ait olacaktı.
Daha sonra işbiliyeliler tekrar toparlanıp şehre hücum etmiş ve orada bulunan Müslümanları öldürmüşlerdi. Bu bakımdan Musa buraya oğlu Abdülazizin komutasında bir askeri birlik göndererek muhasara altına aldı ve daha sonra da savaş neticesinde burayı tekrar ele geçirdi. işbiliye halkını öldürüp oradan Leble ile Bace üzerine yürüyerek her ikisini de zapt ettikten sonra işbiliyeye geri döndü.
Musa Tulaytulaya gitmek amacıyla şevval (M. Mayıs 713) ayındG.
Marida şehrinden yola çıktı. Tarık da Onunla buluşmak üzere yola koyuldu ve bir araya geldiler. Tarık Musayı görünce atından indi, Musa da elindeki kamç. ile başına vurarak kendisine muhalefet ettiği için azarladı. Oradan Tulaytul2. şehrine yürüdü.
Musa Tarıktan, aldığı ganimetIerle sofrayı istedi. Tarık sofrayı getirdi. ancak ayaklarından bir tanesini alıkoyup saklamıştı. Musa ayağın ne olduğuoc sorunca Tarık: “Bilmiyorum, onu böyle buldum.” deyince Musa da onun yerine altından bir ayak yaptırdı.
Daha sonra Musa Sarakusta ve çevredeki diğer şehirler üzerine yürüyerek buraları fethetti. Oradan Frankların ülkesinin içlerine kadar ilerledi Oldukça büyük bir yola ve pek çok kalıntı bulunan geniş bir araziye vardı Burada ayakta dikilmiş bir put gördü. Bu putun üzerinde oyularak yazılı şöyle bir yazı gördü: “Ey ismailoğulları! Sizin varacağınız son yer burasıdır Artık geri dönünüz. Eğer ne için geri döneceğinizi soracak olursanız, onu