Bu yılın cemaziyülahır (M. Ekim-Kasım 690) ayında Musab bin ezZübeyr öldürüldü ve Abdülmelik bin Mervan Irakı da eline geçirmiş oldu.
Bunun sebebine gelince: Abdülmelik bin Mervan daha önce anlatıldığı gibi Amr bin Sad bin Ası öldürdükten sonra kendisine muhalif olan kişileri sırasıyla kılıçtan geçirdi. Bunun sonucunda Şam bölgesi pürüzsüz olarak eline geçmiş oldu. Şam bölgesinde kendisine muhalefet edecek kimse kalmayınca Irakta bulunan Musab bin ezZübeyr üzerine yürümeğe karar verdi. Bu konuda yakın arkadaşlarıyla danıştığında amcası olan Yahya bin Hakem bin Ebiı-As Ona Şam ile yetinmesini ve ibn ez-Zübeyri de Irakta bırakmasını tavsiye etti. Ancak Abdülmelik şöyle dedi: “işin doğrusunu bulmak isteyen Yahyanın görüşüne muhalefet etsin.” Arkadaşlarının bazısı da şöyle dedi: “Bu yıl kuraklık ve kıtlık yılıdır. Sen iki yıl gaza yaptığın halde bir zafer elde edemedin. O bakımdan bu sene yerinden ayrılma.” Abdülmelik ise şöyle karşılık verdi: “Şam malı az olan bir ülkedir ve ben bunun bitmeyeceğinden emin olamam. Irakın eşrafından pek çok kişi de bana mektup yazarak yanlarına çağırmış bulunuyor.” Bu arada kardeşi Muhammed bin Mervan: “Doğru görüş senin hakkını talep etmen ve Irak üzerine yürümendir. Ben Allahın sana zafer nasip edeceğini ümit ediyorum.” dedi. Bir diğeri ise şu görüşü ileri sürdü: “Bence doğru görüş senin yerinde kalarak akrabalarından birisini gönderip ona asker yardımında bulunmandır.” Abdülmelik buna şu karşılıkta bulundu: “Bu iş ancak aslen Kureyşli ve görüş sahibi olan bir kimse ile yoluna girebilir. Ben kahraman birisini bulup gönderebilirim, fakat onun isabetli bir görüşü olmayabilir. Gerçekten ben savaşı iyi bilen birisi ve gerek duyduğum takdirde de kılıç kullanan bir kahramanım. Musab da kahramandır ve kahraman bir aileye mensuptur, ancak savaşı bilen birisi değildir ve yumuşaklığı sever. Üstelik Onun yanında kendisinden farklı düşünenler, benim yanımda ise doğruyu gösterip nasihat edecek kimseler vardır.”
Iraka gitmeğe karar verince, zevcesi Yezid bin Muaviyenin kızı olan Atike ile vedalaştı, hanımı da ağladı. Onun ağlamasını gören cariyeleri de ağlayınca şöyle dedi: “Allah Küseyyir Azzenin cezasını versin. O şu beyitlerini söylerken sanki bizi görmüş de söylemiş:
Savaşa gitmek isteyince inci gerdanlıkla süslü Hanımı onu kararından vazgeçiremez. “Gitme” deyişinin fayda vermediğini görünce O da ağladı, onun hizmetçileri de.”
Böylece Abdülmelik Iraka doğru yürüdü. Basrada bulunan Musab Abdülmelikin Iraka gelmekte olduğu haberini alınca Haricilerle savaşmakta bulunan Mühellebe haber gönderip kendisine danıştı. Mühellebi yanına çağırtıp danıştığı da söylenmiştir. Mühelleb Ona şöyle dedi: “Şunu bil ki hem Abdülmelik Iraklılarla, hem de Iraklılar Abdülmelikle karşılıklı yazıştılar. O bakımdan beni yanından uzaklaştırma.” Musab şöyle karşılık verdi: “Fakat Basra halkı seni Haricilerle çarpışmak üzere görevlendirmedikçe gitmekten imtina ettiler. Hariciler ise Suk-u Ahvaza kadar varmış bulunuyorlar. Ayrıca, Abdülmelik üzerime gelecek olursa, Onun üzerine gitmekten başka bir yol benim hoşuma gitmez. O bakımdan benim için Haricilerin hakkından gel, yeter. ”
Bunun üzerine Mühelleb Haricilerle savaşmak üzere geri döndü. Musab ise beraberinde Ahnef olduğu halde Kufeye doğru yürüdü. Ahnef Kufede vefat edince Musab yanına ibrahim bin Eşteri getirtti. ibrahim o sırada Musul ve Cezire valisi olarak görev yapmakta idi. Musab, ibrahim gelince ileri kuvvetlerinin başına geçirdi ve kendisi Bacümeyra denilen yerde konaklayıncaya kadar yoluna devam etti. Burası Evanaya yakın olup Meskinden sayılır. işte Musab karargahını buraya kurdu.
Abdülmelik de ileri kuvvetlerinin başına kardeşi Muhammed bin Mervan ile Halid bin Abdullah bin Halid bin Esidi getirerek yoluna devam etti. Karkisiyaya gelip karargahlarını kurdular. Züfer bin Haris el-Külaiyi muhasara ettiler. Züfer daha sonra onlarla -inşallah ileride söz edeceğimiz şekilde- barış yaptı.
Ayrıca Züfer yanında bulunan oğlu Hüzeyli Abdülmelik ile birlikte gönderdi, ancak Hüzeyl daha sonra Musab bin ez-Zübeyre katıldı. Birbirleriyle barış yaptıktan sonra Abdülmelik beraberindekilerle birlikte yola devam etti ve Musabın karargahına yakın bir yerde Meskinde konakladı. Her iki karargah arasında üç fersahlık bir mesafe vardı. Bu mesafenin iki fersah olduğu da söylenir. Abdülmelik Iraklılardan kendisiyle yazışanlara da yazışmayanlara da mektuplar yazdı ve onların hepsine Esbahan gelirlerini vermeyi vaat etti. Denildiğine göre onunla yazışan herkes, kendisinden Esbahan emirliğini istemiş, kendisi de: “Bu Esbahan dedikleri şey ne ki, hepsi onu istiyorlar?” diye düşünmüştü.
Abdülmelikten mektup alan herkes kendisine gelen mektubu gizlemiş, başkasına göstermemişti. Ancak ibrahim bin Eşter mektubunu alıp mühürlü ve açılmamış haliyle Musabın yanına götürdü. Musab bu mektubu okuyunca Abdülmelikin ibrahimi kendisine katılmağa çağırdığını, buna karşılık olarak Irak Valiliğini vaat ettiğini gördü. ibrahime: “Mektupta ne olduğunu biliyor musun?” diye sorunca, ibrahim: “Hayır, bilmiyorum.” diye cevap verdi. Musab Ona şöyle dedi: “O sana şunu şunu teklif ediyor, gerçek şu ki bunlar ele geçirilmesi arzulanan şeylerdir.” ibrahimin cevabı şu oldu: “Ben hainlik ve sözde durmazlık edecek değilim. Allaha yemin ederim, insanlar arasında Abdülmelikin elinde bulunandan benden daha çok ümidini kesmiş hiç bir kimse yoktur. Abdülmelik senin bütün adamlarına bana yazdıklarının benzerini yazmış bulunuyor. Sen gel, benim dediğime uy ve bunların boyunlarını uçur.” Musab bunun üzerine şöyle konuştu: “O takdirde onların aşiretleri bana karşı samimiyetle davranamaz.” Bu sefer ibrahim şu teklifi yaptı: “O halde onları zincire vurdur ve Kisranın beyaz sarayına gönderip orada hapset. Sen yenilecek olursan ve aşiretleri de dağılırsa kendi yerine onların başına boyunlarını uçuracak kimseler görevlendir. Eğer zafer kazanacak olursan onları serbest bırakmak suretiyle de aşiretlerini mükafatlandırmış olursun.” Musab ise şu cevabı verdi: “Benim şu anda bunu yapamayacak kadar çok meşgalem vardır. (Ahnef bin Kaysı kastederek) Allah Ebu Bahre rahmet eylesin. O sürekli olarak beni Iraklıların ahitlerini bozmalarından korur ve şöyle derdi: Bunlar her gün bir koca isteyen fahişeye benzerler. Onlar her gün bir emir istiyorlar. ”
Kays bin Heysem Iraklıların Musaba karşı Abdülmelike yardımcı olmak üzere karar verdiklerini görünce onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Şam halkını topraklarınıza sokmayın. Allaha yemin ederim, onlar sizin mAyşetinizden yiyecek olurlarsa evlerinizde sizleri sıkıştırırlar. And olsun, ben Şam halkının efendisinin halifenin kapısında bekleyip kendisini bir iş için göndermesine sevindiğini gördüm. Yazın çıktığımız gazvelerde bir kişinin azığının bir kaç yük teşkil ettiğini gördüğüm halde onların ileri gidenlerinden birisi atının sırtında gazaya çıkar ve azığı arkasında bulunur.”
Ancak Iraklılar Onun bu dediklerine kulak asmadılar. Her iki tarafın askerleri birbirine yaklaşınca Abdülmelik Musaba Kelb Kabilesine mensup birisini göndererek şöyle dedi: “Sen git, kız kardeşinin oğluna benden selam söyle (çünkü Musabın annesi Kelb Kabilesine mensuptu) ve ona halkı kardeşine itaat etmeğe çağırmaktan vazgeçmesini, buna karşılık benim de kendime itaate çağırmaktan vazgeçeceğimi teklif ettiğimi ve yönetim işini şuraya bırakmasını söyle.” Musab buna cevap olarak elçiye şunları söyledi: “Git Ona, Aramızda sadece kılıç vardır diye cevap ver.”
Bunun üzerine Abdülmelik kardeşi Muhammedi, Musab da ibrahim bin Eşteri ileri geçirdi. Her iki grup karşı karşıya gelerek birbirine girdi. Muhammedin sancağını taşıyan kişi öldürüldü. Musab ibrahime yardımcı kuvyet göndermeğe başladı. ibrahim Muhammedi yerinden ayırdı. Bu sefer Abdülmelik kardeşi Muhammedin yanına Abdullah bin Yezidi de gönderdi. Aradaki çarpışma daha da şiddetlendi. Kuteybenin babası ve Musabın arkadaşlarından olan Müslim bin Amr el-Bahili öldürüldü. Musab ibrahime Attab bin Verkayı yardımcı olarak gönderince ibrahim bundan memnun olmadı ve şöyle dedi: “Ben kendisine Attab ve benzerlerini bana yardımcı olarak gönderme demiştim. inna lillah ve inna ileyhi raciun!” Attab diğer askerlerle birlikte bozguna uğradı. Daha önceden Abdülmelikle yazışmış ve Ona beyat etmişti. Ancak Attabın yenilmesine rağmen, ibn Eşter dayanmış ve sonunda öldürülmüştü. Onu Uzreoğullarının bir azatlı kölesi olan Ubeyd bin Meysere öldürdü. Başını alarak Abdülmelike götürdü.
Daha sonra Şam halkı ileri geçince onlarla Musabın kendisi çarpışmağa başladı. Musab Katan bin Abdullah el-Harisiye: “Haydi, ey Osmanın babası, atlılarınla ileri git!” deyince, Katan: “Ben Mezhiclilerin bir hiç uğruna öldürülmesinden hoşlanmıyorum.” dedi. Musab bu sefer Haccar bin Ebcere: “Ey Esidin babası, haydi, sen atlılarını ileriye geçir!” deyince Haccar şöyle dedi:
“Ben bu pis kişiler üzerine mi gideceğim?” Musab şu cevabı verdi: “Fakat senin geri kalma sebebin daha bir pistir.” Muhammed bin Abdurrahman bin Saide de aynı şeyi söyleyince Muhammed şu karşılığı verdi: “Bu işi hiç kimse yapmamışken ben mi yapacağım?” Bunun üzerine Musab şunları söyledi:
“Ah, ey ibrahim, bu gün benim ibrahimim yok!” Daha sonra yanına dönüp bakınca Muğire bin Şubenin oğlu Urveyi gördü. Yaklaşmasını söyleyerek şöyle dedi: “Sen bana Hüseyin bin Alinin ibn Ziyadın vereceği hükmü kabul etmeyerek savaşa nasıl karar verdiğini anlat.” Urve anlatınca Musab şöyle konuştu:
Haşimoğullarından Tafta bulunan o ilkler, Örnek oldu şereflilere, yol gösterdiler.
Urve der ki: “Musabın bu sözlerini işitince Onun öldürülünceye kadar işi bırakmayacağını anladım.”
Daha sonra Muhammed bin Mervan Musaba yaklaşıp şöyle seslendi:
“Ben senin amcaoğlun Muhammed bin Mervanım. Müminlerin emirinin verdiği emanı kabul et.” Musab Ona şu cevabı verdi: “Hayır, Müminlerin emiri Mekkededir.” Musab bu sözleriyle kardeşi Abdullah bin ez-Zübeyri kastetmişti. Muhammed buna şöyle karşılık verdi: “Bunlar sana hainlik etmiş bulunuyor.” Fakat Musab kendisine yapılan teklifi yine kabul etmedi. Sonra Muhammed Musabın oğlu isaya yanına gelmesi için seslenince Musab oğluna: “Bak bakalım, senden ne istiyor?” dedi. Muhammed, isa yanına yaklaşınca şöyle dedi: “Ben hem senin, hem de babanın iyiliği için söylüyorum. ikiniz de emanı kabul ediniz.” isa babasının yanına dönerek durumu haber verince babası ona şöyle dedi: “Ben bunların sana verdikleri sözde duracaklarını zannediyorum. Arzu ediyorsan, onların yanına gidebilirsin.” Ancak isa babasına:
“Ben Kureyş kadınlarının seni yardımsız bırakarak kendimi kurtardığımı, böylece seni ölüme teslim ettiğimi dillerine dolamalarını istemem.” dedi. Musab oğlunun bu sözleri üzerine şöyle konuştu: “O halde sen ve beraberindekiler Mekkede amcanın yanına gidiniz, Iraklıların neler yaptığını Ona söyleyiniz. Beni burada bırak, ben burada öldürüleceğim.” Bu sözleri duyan isa babasına şunları söyledi: “Kesinlikle ben senin bu haberini Kureyşe götürecek değilim. Fakat babacığım, sen Basraya git, onlar hala sana itaat etmektedirler. Yahut da Müminlerin emirinin yanına var.” Musab da şu karşılığı verdi: “Kureyş benim savaştan kaçtığımdan söz etmemelidir. ”
Musab daha sonra oğlu isaya şunları söyledi: “O taktirde sen ileri geç, ben senin ecrini Allahtan bekleyeyim.” Bunun üzerine isa bir grup kişi ile birlikte ileri atıldı. Hem kendisi, hem de onunla beraber olanlar öldürüldü. Şamlılardan bir adam gelip isanın kafasını kesmek isteyince Musab Onun üzerine bir hamle yapıp öldürdü, diğerlerini de üzerlerine yaptığı hamleyle dağıttı. Sonra geri dönüp ikinci bir hamle daha yaptı, yine önünden çekildiler. Abdülmelik Ona eman vermeyi teklif edip şöyle dedi: “Senin öldürülmen benim için çok ağır olur, sen gel emanımı kabul et. Mal ve iş konusunda sen hükmünü istediğin gibi verebileceksin.” Ancak Musab kabul etmeyerek çarpışmalarına devam edince Abdülmelik şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, bu, şairin şu beytinde dile getirdiği gibidir:
Silahlar kuşanmış kahramanlar istemiyor Ona karşı çıkmayı; ne kaçıyor, ne de teslim oluyor.
Daha sonra Musab çadırına girdi, kendisini tahnit etti (öldükten sonra cesedinin bozulmaması için ilaçladı). Çadırını yıkıp çıktı ve çarpışmağa başladı. Ubeydullah, bin Ziyad bin Zabyan onun yanına gidip teke tek çarpışmağa davet etti. Musab şöyle dedi: “Defol buradan ey köpek, benim gibisi senin gibi birisiyle teke tek çarpışacak ha!” Musab bir hamle yaptı, miğferini yardı ve başını yaraladı. Ubeydullah geri dönüp başını bağladı. Musabın etrafındakiler yanından ayrılmağa başladılar. Sonunda Musabın yanında sadece yedi kişi kaldı. Çok ok isabet etti ve yaraları oldukça arttı. Bu sefer Ubeydullah bin Ziyad bin Zabyan tekrar geri döndü. Musab Ona bir darbe indirdiyse de yaralarının çok olması sebebiyle halsiz düştüğünden hiç bir şey yapamadı. Bunun üzerine ibn Zabyan Onu bir darbeyle öldürdü.
Denildiğine göre, durum böyle değil de şu şekilde olmuştur: Sakifli Zaide bin Kudame Onun durumunu görmüş, hamle yapıp mızrağını saplamış ve: “Ey Muhtarın intikamı!” diye seslenerek Onu yere düşürmüşken Ubeydullah bin Ziyad bin Zabyan gelip başını aldı ve Abdülmelike götürüp önüne bıraktıktan sonra şu beyti okudu:
Melikler bize adil davrandıkça biz de haklarını veririz, Onları öldürmek de bize yasak değildir.
Abdülmelik Musabın başını görünce secdeye kapandı.
ibn Zabyan der ki: “Secdede iken Abdülmeliki öldürmek içimden geçti, böylelikle Arapların iki hükümdarını öldürmüş ve onlardan yana halkı rahata kavuşturmuş olurdum.”
Abdülmelik de şöyle demişti: “Ben ibn Zabyanı öldürmeyi içimden geçirdim, böylelikle insanların en kahramanına karşılık en gaddar olanlarını öldürmüş olurdum.”
Abdülmelik ibn Zabyana bin dinar verilmesini emretmiş, ancak ibn Zabyan: “Ben Onu sana itaat etmek için değil, kardeşim Nabi bin Ziyadı öldürmesine karşılık olarak öldürdüm.” diyerek hiç bir şey almamıştı.
Musab Duceyl Nehri yakınlarındaki Deyr Caselikte öldürülmüştür.
Abdülmelik Onun ve oğlu isanın defnedilmesini emretmiş ve gömülmüşlerdi. Bununla ilgili olarak Abdülmelik şöyle dedi: “Karşılıklı saygı aramızda eskiden beri vardır, fakat bu hükümdarlık da uğursuz bir şeydir.”
Nabinin öldürülmesinin sebebine gelince: Nabi Numeyroğullarından birisi ile birlikte yol kesmişti. Bu ikisi Musabın emniyet görevlilerinin başında bulunan Mutarrif bin Seydan el-Bahilinin yanına getirilmiş, Mutarrif Nabini öldürmüş, Numeyroğullarından olan adama da sopa vurduktan sonra serbest bırakmıştı. Bunun üzerine Ubeydullah etrafına bazı kimseleri toplayarak Musabın Onu emniyet görevlilerinin başından alıp Ahvaza tayin edişinden sonra ayaklandı ve üzerine yürüdü. Ubeydullah Mutarrifin üzerine yürüyüp Onu öldürdü. Bu sefer Musab Ubeydullahı yakalamak üzere Mutarrifin oğlu Mükramı gönderdi. Ancak Mükram yola koyulduğunda Ubeydullah Abdülmelikin yanına gitmiş olduğundan Onu bulamadı. Nabiin öldürülmesi ile ilgili olarak başka şeyler de söylenmiştir.
Musabın başı Abdülmelikin yanına getirilince Abdülmelik Ona bakmış ve şöyle demişti: “Kureyş kadınları senin gibi birisini bir daha ne zaman doğurur?”
Musab ile Abdülmelik Medinede iken Hubbanın yanına. gider, konuşurlardı. Hubbaya: “Musab öldürüldü.” denilince: “Onu öldüren kahrolsun!” dedi. Bunun üzerine: “Onu Abdülmelik bin Mervan öldürdü.” dediler. Bu sefer: “Vay babam öldürülene de, öldürene de feda olsun!” şeklinde konuştu.
Daha sonra Abdülmelik bin Mervan Irak askerlerini kendisine beyat etmeye çağırdı, onlar da beyat ettiler. KUfeye girinceye kadar yoluna devam etti. Nuhaylede kırk gün kaldı. Küfede halka bir konuşma yaptı ve bu konuşmasında iyilikte bulunacaklara vaatlerde bulundu, kötülük yapacakları da tehdit edip şöyle dedi: “Amr bin Saidin boynuna takılmış bulunan pranga hala yanımdadır. Allaha yemin ederim, ben Onu kimin boynuna takarsam göğsünün üzerine çıkmadıkça almam, normal olarak onu çözüp çıkarmam. O bakımdan herkes kendisini kollasın ve kanını başkasına içirtmesin. Vesselam.”
Daha sonra halkı kendisine beyat etmeğe davet etti, onlar da beyatte bulundular. Kudaalılar gelince onlara: “Az olmanıza rağmen Mudarlılardan nasıl kurtulabildiniz?” diye sordu. Abdullah bin Yala en-Nehdi şu cevabı verdi:
“Bizler senin ve seninle birlikte olanların sayesinde onlardan daha güçlüyüz ve kendimizi daha iyi savunabiliyoruz.” Daha sonra Mezhicliler geldiler. Onlara da: “Ben KUfede bunlarla birlikte olduğum sürece herhangi bir kimseye bir şey olacağını sanmıyorum.” dedi. Arkasından Cufalılar gelince onlara da Yahya bin Saidi kastederek: “Bana kız kardeşinizin oğlunu getiriniz.” dedi. Yahyanın annesi Mezhicli idi. Cufalılar: “Peki Ona eman veriyor musun?” diye sorunca Abdülmelik şöyle dedi: “Bana şart mı koşuyorsunuz?” Onlardan birisi şöyle cevap verdi: “Bizler üzerimizdeki hakkını bilmeyerek bu şartı koşmuyoruz, ancak yanına, çocuğun babasının yanına usul usul varışı gibi geliyoruz.” Bunun üzerine Abdülmelik onlara şöyle dedi: “Sizler gerçekten çok iyi •bir kabilesiniz. Cahiliyye döneminde de güzel ata binerdiniz, islam geldikten sonra da. Haydi, gelsin, Ona eman verdim.” Bunun üzerine Yahyayı getirdiler, Yahya da Ona beyat etti. Daha sonra Advanlılar yanına geldiler. Advanlılar aralarından yakışıklı ve güzel yüzlü birisini öne geçirdiler. Bunun üzerine Abdülmelik şöyle dedi:
Ey yeryüzünün yılanı, Advanlıların sözcüsü! Biri diğerine saldırdı,
Hiç de aldırış etmediler; Yine de onlardan efendiler Ve borcunu ödeyenler vardı.
Daha sonra bu yakışıklı adama dönerek: “E! Ne var?” diye sordu.
Adam: “Bilmiyorum.” diye cevap verince, onun arkasında bulunan Mabed bin Halid el-Cedeli şunları söyledi:
Hüküm verip de hükmü bozulmayan Hakem de onlardandır. Haccı sünnetine ve farzına Göre eda edenleri de vardır. Onlar doğduklarından beri Soylu bir nesebe sahiptir.
Abdülmelik yine bu yakışıklı adama dönüp: “Bu adam kimdir?” diye sordu, o da: “Bilmiyorum.” diye cevap verince arkasından Mabed: “O parmak sahibidir.” diye cevap verdi. Abdülmelik yine öndeki yakışıklıya: “Buna neden parmak sahibi denmiştir?” diye sordu. Adam yine: “Bilmiyorum.” diye cevap verdi. Bu sefer Mabed: “Çünkü bu yılan onun parmağını sokmuş, o da kesmişti.” diye cevap verdi. Abdülmelik yine öndeki yakışıklı adama: “Peki bundan önce adı neydi?” diye sordu. Adam: “Bilmiyorum.” deyince Mabed şu cevabı verdi: “Onun adı Harsan bin Haristir.” Abdülmelik yine öndeki adama: “Bu kişi içinizden hangi ailedendir?” diye sorunca adam yine: “Bilmiyorum.” diye karşılık verdi. Mabed: “O, Nacoğullarındandır.” dedi. Abdülmelik yine öndeki yakışıklı adama: “Senin aldığın bağış (maaş) ne kadardır?” deyince bu yakışıklı: “Yedi yüz.” diye cevap verdi. Abdülmelik bu sefer Mabede: “Senin aldığın ne kadardır?” diye sordu. Mabed: “Üç yüz.” dedi. Bunun üzerine Abdülmelik katibine dönüp şöyle dedi: “Sen Mabede verilecek bağışı yedi yüz olarak yaz ve bundan da dört yüz eksilt.” Katip Abdülmelikin dediğini yaptı.
Daha sonra Kindeliler geldi. Abdülmelik bin ishak bin Eşasa baktı ve kardeşi Bişr bin Mervana Onun hakkında tavsiyede bulundu. Daha sonra Davud bin Kahzem, Bekir bin Vailden pek çok kişi ile birlikte geldi. Bunlar Davud bin Kahzemin adına nispetle Davudiyye diye anılan bir çeşit cübbe giymişlerdi. Davud geçip Abdülmelik ile birlikte tahta oturdu. Abdülmelik Ona doğru dönüp ayağa kalktı, diğerlerinin tümü de ayağa kalkınca Abdülmelik şöyle dedi: “Şu fasıklar var ya, şayet onların adamları yanıma gelmemiş olsaydı onların hiç birisi bana itaat etmeyecekti. ”
Daha sonra Abdülmelik Harisli Katan bin Abdullahı Küfe Valisi olarak görevlendirmiş, bilahare azlettikten sonra kendi kardeşi Bişr bin Mervanı oraya vali olarak tayin etmişti. Abdülmelik ondan sonra Hemdanlı Muhammed bin Umeyri Hemezana vali tayin ederken, Yezid bin Ruveymi de Rey Valiliğine tayin etti. Kendilerine Esbahanı vermeyi vaat ettiği kimselere karşı sözünü tutmadı ve: “Bu Şamı ifsat eden ve Irakı da berbat eden fasıkları bana getiriniz.” diye emretti. Kendisine: “Aşiret başkanları bunları himaye altına almış bulunuyor.” denilince: “Bana karşı da mı himayeye alımyor?” diye sordu.
Halid el-Kasrinin babası olan Abdullah bin Yezid bin Esed Abdullah bin Abbasın oğlu Aliye sığınmıştı. Aynı şekilde Hemdanlı Yahya bin Mayüf da Ona sığınmıştı. Diğer taraftan Züfer bin Harisin oğlu Hüzeyl de Aliye sığınmış bulunuyordu. Alinin kendisi ise -ileride de geleceği gibi- Abdülmelik ile birlikte idi. Amr bin Yezid el-Hakemi ise Halid bin Yezide sığınmıştı. Abdülmelike çok miktarda yemekler hazırlamış, bunların Havernaka götürülmesini emrederek yemeğe gelinmesi konusunda genel izin çıkarmıştı. Herkes yemek için gelmiş, yerini almıştı. Amr bin Hureys de gelince Onu tahtına kendisiyle birlikte oturttuktan sonra sofralar geldi ve yemekler yendi. Bu sırada Abdülmelik şöyle dedi: “Bu yaşayışımız ne kadar güzel, fakat devam etse! Ancak bizler de bizden öncekilerin söylediğini söylüyoruz:
“Hey Umeyn! Her yeni eskimeye gidiyor, Herkes bir gün ne idiyse o olacaktır. ”
Yemeği bitirdikten sonra Abdülmelik Amr bin Hureys ile birlikte dolaşmağa başladı. Abdülmelik Amra: “Bu ev kimindir, burayı kim inşa etmiştir?” diye soruyor, Amr da Ona cevap veriyordu. Bunun üze-rine Abdülmelik şu beyitleri okudu:
Çalış, fakat acele etme; nasılolsa öleceksin. Ey insan! Kendin için gayret et. Şimdi olan geçti mi olmamış gibi olacak; Sonra olacak da hemen olmuş gibidir.
Abdullah bin Hazim, Musabın Abdülmelik ile savaşmak üzere yola çıktığını haber alınca şöyle sordu: “Ömer bin Ubeydullah bin Mamer Onunla beraber midir?” Ona: “Hayır, Onu Faris üzerine vali tayin etti.” diye cevap verilince, bu sefer: “Ya Mühelleb Onunla beraber midir?” diye sormuş ve kendisine: “Hayır, onu da Haricilerle savaşmak üzere görevlendirdi.” diye cevap verilmişti. Sonra: “Peki, Abbad bin Husayn onunla beraber midir?” diye sormuş, bu sorusuna da: “Onu da Basrada kendisinin vekili olarak bıraktı.” diye cevap verilmişti. Bunun üzerine Abdullah: “Ben de işte Horasandayım.” diye karşılık verdi ve şu beyti okudu:
Ey kaplan! Al, çek beni ve müjde olsun sana Bugün yardımcıları bulunmayan bir adamın eti.
Musab öldürülünce Abdülmelik Onun başını Küfeye gönderdi yahut da yanında götürdü. Daha sonra da Mısırda bulunan kardeşi Abdülaziz bin Mervana gönderdi. Abdülaziz burnunun kılıçla kesilmiş olduğunu görünce şöyle dedi: “Allah sana merhamet buyursun. Allaha yemin ederim, sen onların ahlakça en iyileri, güç ve kuvvet itibariyle en üstünleri ve en cömertleri idin.” Daha sonra onu Şama geri gönderdi. Başı Dimaşkta herkesin göreceği bir yerde dikildi. Şamın çeşitli yerlerinde dolaştırmak istedilerse de Abdülmelik bin Mervanın hanımı ve Yezid bin Muaviyenin kızı, Abdülmelikin de Yezıd adındaki oğlunun annesi olan Atike başı onlardan aldı, yıkadı ve defnettikten sonra şöyle dedi: “Ona yaptıklarınızla yetinmediniz de alıp şehir şehir mi dolaştıracaksınız? Bu çok ileri gitmektir. ”
Öldürüldüğü zaman Musab otuz altı yaşında idi.
Bir gün Abdülmelik sohbet meclisinde bulunanlara şöyle sordu: “insanlar arasında en çetin kimdir?” Yanında bulunanlar: “Müminlerin emiridir.” deyince onlara: “Bu konuda başka bir yol izleyiniz.” dedi. Bu sefer: “Numeyr bin Hubabdır.” dediler. Abdülmelik onlara şu karşılığı verdi: “Allah Umeyrin cezasını versin, O bir hırsızdır. Onun için ele geçirmek üzere mücadele edeceği bir elbise nefsinden de, dininden de daha değerlidir.” Bu sefer: “O halde Şebiddir.” dediler. Abdülmelik: “Haruriyelilerin ayrı bir yolu vardır.” deyince de: “Peki sizce kimdir?” diye sordular. Abdülmelik bunun üzerine şöyle dedi: “Musabdır. O Kureyşin en şerefli iki hanımı olan Hüseyinin kızı Sukeyne ve Talhanın kızı Ayşe ile evliydi. Diğer taraftan Onun malı herkesten çoktu. Ben Ona eman verdim, Irak Valiliğini verdim. Eskiden beri aramızdaki sevgi dolayısıyla sözümde duracağımı bildiği halde kabul etmeyi gururuna yedirmedi ve öldürülünceye kadar çarpıştı.” Orada bulunanlardan birisi: “Ama Musab nebiz içiyordu.” deyince de Abdülmelik şöyle dedi: “Bu Onun mürüvvete kalkışmadan önceki halidir, fakat mürüvvete talip olduktan sonra su içmenin bile mürüvvetine gölge düşüreceğini bilse onun bile tadına bakmazdı.”
Esedli Ekşar şöyle der:
Musab yedirmedi kendisine zulme uğramayı; Şereftyle öldü, kimse huyunu eleştiremedi.
Dileseydi boyun eğerdi kendisine haksızlık edene, Fakat o zaman tuttuğu bu yol yerilir ve öyle yaşardı. Ama o şimşek gibi çaktı, şimşekliydi bulutu Onun; Onunla bir danışır, bir sarılırdz. O kerim olarak gitti, kimse kınayamadı Onu; Rahat yaşayan, yastıkların büyüsüne kapılan değildi O.
Arfece bin Şerik de şöyle der:
Ne oluyor şu Mervanın oğluna? Ki Allah Onu göreni kör etsin, muradına erdirmesin! Nasılolur da kurtuluşu umar Mervanın oğlu, Atlıları hür, şerefli ve kahraman birini öldürmüşken? Ey Havarinin oğlu, ne büyük nimettesiniz! Başkaları bunu isteseydi yapamazdı. Yüklendi size, her bir zoru yüklendiniz; Çünkü kerime bir yük verdin mi yüklenir onu.
Esedli Abdullah bin ez-Zebir, ibrahim bin Eşter hakkında şöyle der:
Mezhicin gençleri yiğidi için ağlamasa da Ben ağlayacağım, uzun uzun geceler boyunca. O yiğitti, savaşı bilmeyen biri değildi O; Savaşta heybetli süsü takmana da itaat etmezdi. Onun ölümü Kahtanlıların burnunu kesti, Nizarın da burunları tümüyle gitti. Emirine ihanet eden olabilir ama, ibrahim ölümünde bile Musaba ihanet etmedi.
Musab öldürüldüğünde Mühelleb sulaf da, Faris diyarında, deniz kıyısında sekiz aydan beri Ezrakller ile çarpışmakta idi. Musabın öldürüldüğü haberini Ezrakiler Mühellebden önce aldılar. Bunun üzerine Mühellebin arkadaşlarına seslenerek sordular: “Musab hakkında ne dersiniz?” Mühellebin arkadaşları: “O hidayet üzere olan bir emirdir; dünyada da, ahirette de bizim velimizdir, biz de Onun velisiyiz.” dediler. Bu sefer Ezrakiler: “Peki Abdülmelik hakkında ne dersiniz?” diye sordular. Mühelleb ile birlikte olanlar: “O melunun oğludur. Onun yanında olmaktan Allaha sığınırız. O sizden olanların da kanını helal kılmış ve dökmüştür.” Bunun üzerine Ezrakiler şöyle dedi: “Şimdi Abdülmelik Musabı öldürmüş bulunuyor. Yarın ise sizler Abdülmeliki başkan tanıyacaksınız.”
Ertesi gün olup da Mühelleb ve arkadaşları Musabın öldürüldüğü haberini alınca Mühelleb beraberindekilerden Abdülmelik bin Mervana beyat almağa başladı. Hariciler bunun üzerine şöyle dediler: “Ey Allahın düşmanları! Musab hakkında ne diyorsunuz?” Onlarsa şöyle karşılık verdiler: “Ey Allahın düşmanları! Bunu size söylemiyoruz.” Böylelikle kendilerini yalancı çıkartmak istemediler. Bu sefer:Peki Abdülmelik hakkında ne diyorsunuz?” diye sordular. Bu soruya da şu cevabı verdiler: “O bizim halifemizdir.” Ona beyat etmiş oldukları için bu sözü söylemekten başka bir çare bulamamışlardı. Bu cevapları üzerine Hariciler şöyle dediler: “Ey Allahın düşmanları! Sizler dün dünyada da, ahirette de Ondan uzak olduğunuzu söylüyordunuz, bu gün ise imanınız oldu. Halbuki “Velimizdir.” dediğiniz emirinizi öldürmüş bulunuyor. Şimdi söyleyin bakalım, bunların hangisi hidayette ve hangisi batıldadır?” Mühellebin yanında olanlar şöyle karşılıkta bulundular: “Ey Allahın düşmanları! O işlerimizi yönetmekte iken buna razı olmuştuk ve bunu kabul etmiştik.” Hariciler de şöyle dediler: “Hayır, öyle değil; fakat Allaha yemin ederiz, sizler şeytanların kardeşleri ve dünyalığın kölelerisiniz.”
Abdullah bin ez-Zübeyr kardeşi Musabın öldürüldüğünü haber alınca halk arasında ayağa kalkıp şöyle konuştu: “Yaratmak da, emretmek de yalnız kendisinin olan Allaha hamd ederim. O mülkü dilediğine verir ve dilediği kimseden de çekip alır. Dilediğini aziz eder, dilediğini de zelil kılar. Haberiniz olsun ki, Allah haklı olan kimseyi tek başına bile olsa zelil etmez. Şeytanı veli edinen kimseyi ise, isterse bütün insanlar onunla birlikte olsun, aziz etmez. Haberiniz olsun ki, Iraktan bizi hem üzen, hem de sevindiren bir haber almış bulunuyoruz. Musabın öldürüldüğünü öğrendik. Allah Ona rahmet buyursun. Bizi sevindiren Onun bu ölümünün şahadet olduğunu bilmemizdir; üzen şey ise, sevilen birisinden ayrılan kimsenin bu ayrılık sırasında musibetle karşı karşıya kaldığı zamanda hissettikleridir. Böyle bir musibetten sonra güzel görüşe sahip olanlar sabra ve mateme sığınırlar. Musab Allahın kullarından ve benim yardımcılarımdan birisi idi. Haberiniz olsun ki, Iraklılar gerçekten sözlerinde durmayan kimselerdir ve ikiyüzlülerin ta kendileridir. Onlar Onu düşmana teslim ettiler ve en düşük bir pahaya karşılık sattılar. Öldürülmüşse de ne olmuş sanki? Allaha yemin ederim, bizler Ebüı-Asın oğulları öldüğü gibi yataklarımızda ölmeyeceğiz. And olsun, onlardan her hangi birisi, ne Cahiliyye savaşlarında, ne de islam dönemindeki savaşlarda ölmüştür. Bizler ancak mızrak yaralarıyla ve kılıçların gölgesi altında ölürüz. Haberiniz olsun ki, dünya, hakimiyeti asla yok olmayan, mülkünün sonu asla gelmeyen, en büyük melikin vermiş olduğu bir emanettir. Eğer bu emanet kendiliğinden bana doğru gelecek olursa ben onu azgın bir kimse gibi elime almam; beni bırakıp gidecek olursa da bunun için zelil ve hakir bir kimsenin ağlayışı gibi ağlamam. Size söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Kendim için de, sizin için de Allahtan mağfıret dilerim. “HALiD BiN ABDULLAHIN BASRA VALiLiĞi
Bu yıl içerisinde Humran bin Eban ile Ubeydullah bin Ebi Bekre arasında Basra Valiliği konusunda anlaşmazlık çıktı. Ubeydullah bin Ebi Bekre şöyle dedi: “Ben senden daha üstünüm, çünkü ben Cufra Günü Halidin arkadaşlarına elimden geldiğince harcama yapıyordum.” Humrana bununla ilgili olarak şu tavsiye edildi: “Sen Ebi Bekrenin oğlunun hakkından gelemezsin. O bakımdan Abdullah bin Ehyemden yardım iste.” Bunun üzerine Humran Abdullahın yardımını isteyerek Basrayı eline geçirdi. Abdullah bu sırada Basranın güvenlik kuvvetlerinin başında bulunuyordu. Humranın Ümeyyeoğulları katında önemli bir yeri vardı. Sözü geçen bu anlaşmazlık Musabın öldürülmesinden sonra ortaya çıkmıştı.
Abdülmelik Musabın öldürülmesinden sonra Irakı da eline geçirip Basraya vali olarak Halid bin Abdullah bin Halid bin Useydi tayin etti. Halid kendisinin vekili olarak Ubeydullah bin Ebi Bekreyi gönderdi. Ubeydullah Humranın yanına varınca Humran: “Yine mi geldin? Keşke gelmez olaydın.” dedi. Böylece Ubeydullah Halidin gelişine kadar Basra Valisi olarak görev yaptı.
Abdülmelik Irakta işlerini bitirdikten sonra Şama döndü.