Denildiğine göre Hüseyinin öldürülmesinde ve ibn Ziyadın enNuhaylede bulunan karargahından dönüp Kufeye girmesinden sonra Şiaya mensup olanlar yaptıklarından dolayı, kendilerini kınamaya ve pişmanlık duymaya başladılar. Hüseyini davet edip Onu yardımsız bırakmakla, çağrısını kabul etmeyip sonunda yakınlarında öldürülmelerine sebep teşkil etmekle büyük bir hata işlemiş olduklarını gördüler. Bu utançlarının ve günahlarının ancak Onu öldürenleri öldürmekle yahut da bu uğurda ölmeleriyle kalkabileceğine kanaat getirdiler. Bu bakımdan Şianın ileri gelenleri olan beş kişinin etrafında toplandılar. Söz konusu bu beş kişinin biri Huzaalı Süleyman bin Surad idi. Süleymanın Sanablliği de vardır. Diğeri Fezareli Müseyyeb bin Necebe olup Alinin arkadaşlarındandı. Bir üçüncüleri Ezdli Abdullah bin Saad bin Nüfeyl, dördüncüleri Bekir bin Vailin Teymoğullarına mensup Abdullah bin Val, beşincileri ise Rifaa bin Şeddad el-Beceli idi. Bunlar Alinin en hayırlı arkadaşları idiler. Süleyman bin Suradın evinde toplandılar. Söze Müseyyeb bin Necebe başladı. Allaha hamd ettikten sonra şöyle konuştu:
“Bizler uzun bir ömürle ve çeşitli fitnelere maruz kalmakla imtihan edildik. Dileriz ki yarın Rabbimizin kendilerine şöyle diyeceği kimselerden olmayalım:Bizler sizleri öğüt almak isteyen bir kimsenin öğüt alabileceği kadar uzun bir süre yaşatmadık mı?” (Fatır suresi, 37). Müminlerin emiri Ali şöyle demişti: “Allahın ademoğluna verip de özür kabul etmeyeceği ömür 60 yıldır. Halbuki aramızda bu yaşa gelmemiş olan hiç bir kimse yoktur. Bizler kendi kendimizi temize çıkartırken aldanış içerisindeydik. Allah bizleri resulünün kızının oğlunun bulunduğu her bir durumda yalancı olduğumuzu görmüş bulunuyor. Halbuki ondan önce mektupları ve elçileri bize gelmiş, başında da, sonunda da açık olarak kendisine yardımcı olmamızı istemişti, fakat bizler kendimizi tercih edip Ona karşı cimrilik ettik. Sonunda bizim yanı başımızda öldürüldü. Bizler Ona ne ellerimizle destek olduk, ne de dilimizle Onun için mücadele ettik. Ne mallarımızla güçlendirdik, ne de aşiretlerimizden Ona yardımcı olunmasını istedik. Peki, sevgilisinin çocuğu, zürriyeti ve nesli bizim aramızda öldürülmüşken Rabbimize karşı özrümüz ne olacak! Allaha yemin ederim, Onun katillerini ve onlara yardımcı olanları öldürmediğiniz yahut da bu yolda siz öldürülmediğiniz sürece hiç bir özrünüz kabul edilmeyecektir. Böyle yaparsanız belki Rabbimiz bizden razı olur. Ve ben bundan sonra bile Onun bizi cezalandırmayacağından emin değilim. Ey Kavm! Başınıza aranızdan birini getiriniz. Sizin mutlaka kendisine sığınacağınız bir emiriniz ve etrafında toplanacağınız bir bayrağınız olmalıdır.”
Rifaa bin Şeddad da kalkıp şöyle konuştu:
“Gerçek şu ki, Yüce Allah seni söylediklerinle doğruya iletmiştir ve sen en doğru işe başlamış oldun; çünkü fasıklarla cihad etmeye ve büyük günahtan tövbeye çağırdın. Senin bu söylediğin dinlenip kabul edilmiştir ve sözüne icabet edilmiştir. “işlerinizi kendisine sığınacağınız bir adama ve etrafında toplanacağınız bayrağına havale ediniz.” dedin. Biz de senin görüşündeyiz. Eğer bu adam sen olursan, şunu bil ki, bizim tarafımızdan kabul edilen bir kimsesin. Bizler sana samimiyetle itaat ederiz. Cemaatimiz arasında sevilen bir kimsesin. Şayet sen ve arkadaşlarımız da uygun görecek olursanız, bizler bu işi şianın piri ve Resulallahın arkadaşı, geçmişi bulunan Ruzaalı Süleyman bin Surada veririz. O Süleyman ki, savaşında ve dininde övülen, kararına güvenilen bir kimsedir.”
Abdullah bin Saad da aynı şekilde konuştu ve Müseyyeb ile Süleymandan övgü ile söz etti. Bunun üzerine Müseyyeb: “Sizler isabet etmiş bulunuyorsunuz, işinizin başına Süleyman bin Suradı getiriniz!” dedi.
Bunun üzerine Süleyman Allaha hamd ettikten sonra şöyle konuştu:
“imdi, ben yaşamanın zorlaştığı, musibetin büyüdüğü, zulmün bu şianın faziletli olan kimselerini kapsadığı bu dönemde sonumuzun gelmesinden ve daha hayırlı bir döneme ulaşamamaktan korkuyorum. Bizler Peygamberimizin ailesi fertlerinin gelmesi için boyunlarımızı uzatıyor, onlara yardım edeceğimizi vaat ediyor ve buraya gelmeleri için teşvik ediyorduk; fakat onlar bizim yanımıza gelince gevşek davrandık, aciz kaldık, aldattık ve bizim aramızda Peygamberimizin oğlu, soyu, özü ve kanının bir parçası olan evladı öldürülünceye kadar bekledik. Feryat edip adalet istedi, verilmedi. Fasıklar Onu oklarının hedefi ve mızraklarının talimgah halkası haline getirdiler. Üzerine çullanarak üstündeki eşyalarını aldılar. Haydi, silkininiz, Rabbiniz size gazap etmiş bulunuyor. Artık Allahı razı etmeden hanımlarınıza, çocuklarınıza dönmeyiniz. Allaha yemin ederim, Onu öldüren kimselerle çarpışmadan sizden razı olacağını zannetmiyorum. Şunu söyleyeyim:
Ölümden korkmayınız, çünkü ölümden kim korkmuşsa kesinlikle zelil olmuştur. Sizler israiloğullarına Peygamberleri: “Sizler kendi öz nefislerinize zulmettiniz” dediği zaman gibi olunuz. Peygamberleri onlara şöyle demişti:O halde sizleri yaratana tövbe ediniz ve bunun için kendi kendinizi öldürünüz. (Bakara suresi, 54) Onlar büyük günahlarından kendilerini ölümden başka hiç bir şeyin kurtaramayacağını anlayınca dizlerinin üzerine çöktüler ve boyunlarını uzattılar. Sizler de onların çağrıldıkları bu gibi bir şeye çağrılırsanız ne yaparsınız? Haydi, kılıçlarınızı bileyin ve mızraklarınıza dişlerini takın. Onlara karşı kuvvetten ve bağlanıp beslenen atlardan gücünüz yettiği kadar hazırlık yapınız. (Enfal suresi, 60). Ve bu hazırlığınızı savaş için davet edileceğiniz zamana kadar yapmağa devam edin. ”
Bunun üzerine Halid bin Saad bin Nufeyl şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, Rabbimi razı edeceğini ve beni günahımdan kurtaracağını bilseydim kendimi öldürürdüm. Ben burada hazır olan herkesi şahit tutuyorum, düşmanımla çarpışacağım silahımın dışında malik olduğum her şey Müslümanlar için bir sadakadır. Bununla onları fasıklarla yapacakları çarpışmalarda güçlerine güç katmak için yapıyorum!”
Kinaneli Ebul-Mutemir bin Habs bin Rabia da kalkıp aynı şeyleri söyleyince Süleyman şöyle dedi: “Sizin bunu yapmanız yetiyor. Kim böyle bir şey yapmak istiyorsa vereceği bağışları Temimli Abdullah bin Vale götürsün. Vermek istediğiniz her şey Onun yanında toparlanıp bir araya gelince biz taraftarlarınızdan ihtiyaç sahibi ve fakir kimseleri donatırız.”
Süleyman bin Surad bu konuda Huzeyfe bin el-Yemanın oğlu Saade mektup yazarak verdikleri kararı bildirdi ve Onu kendisiyle birlikte bulunan Medain şiası ile birlikte kendilerine yardımcı olmak üzere davet etti. Huzeyfenin oğlu Saad Medainde bulunan şiaya bu mektubu okuyunca onlar bu daveti kabul ettiler. Süleyman bin Surada mektup yazarak kendisine doğru hareket etmekte olduklarını ve Ona yar-dımcı olacaklarını bildirdiler.
Süleyman aynı şekilde Saad bin Huzeyfeye yazdığına benzer bir mektubu Abdlı Müsenna bin Muharribeye de yazdı. Müsenna Ona şöyle cevap verdi:
“Bizler şia topluluğu olarak sizin vermiş olduğunuz bu kararınızdan dolayı Allaha hamd ettik. Allahın izniyle bizler uğrunda harekete geçtiğin maksat için, yanında olacağız.” Mektubunun alt tarafında da şu beyitleri eklemişti:
Gözetle, sana geliyorum haber vererek Boynu uzun, şimşek gibi kükreyen aslan sırtında. Geniş sırtlı, güçlü ve yüksektir o, Dizginleri zorluyor, güçlükle atılıyor. Korkunun yanaşamadığı yiğitlerle geliyorum; Savaş ateşini orakla biçer bunlar, hiç usanmadan. Güven kardeşim, bunların niyeti Allahtır, Kılıcın keskin tarafıyla vurur, bu günahsızlar.
Bunların bu işe ilk başlamaları 61 yılında Hüseyinin öldürülmesinden sonra olmuştu. Onlar savaş araçlarını ve halkı gizlice Hüseyinin kanını talep etmek üzere hazırlamağa devam edip durdular. Onların bu çağrılarını kabul eden oluyordu. Bu hal Muaviyenin oğlu Yezid 84 yılında ölünceye kadar devam etti. Yezid öldükten sonra arkadaşları Süleymanın yanına gelerek şöyle dediler: “Şu azgın ölmüş bulunuyor. Artık durum gevşektir, arzu edecek olursan Amr bin Hureysin üzerine hücum ederiz.” Amr o zaman ibn Ziyadın Küfedeki vekili bulunuyordu. Şöyle devam ettiler: “Ondan sonra açıktan açığa Hüseyinin kanını talep eder, onu öldürenlerin peşine düşer ve herkesi, kendileri için değerli ve hakları alınmış olan bu ehl-i bey te davet ederiz.”
Süleyman bin Surad onlara şu esvabı verdi: “Acele etmeyiniz. Ben sizin sözünü ettiğiniz konuları inceledim. Hüseyini öldürenlerin Küfenin şereflileri, Arapların iyi ata binenleri olduklarını gördüm. Hüseyinin kanı bunlardan istenecektir. Sizin ne istediğinizi bildikleri takdirde herkesten çok bunlar size karşı olurlar. Diğer taraftan sizden bana tabi olanlara baktım, gördüm ki, şayet açıktan açığa ortaya atılacak olurlarsa bunlar intikamlarını alamazlar, kendilerini rahatlatamazlar ve düşmanlarının keseceği bir deve durumuna düşerler. Ben bunun yerine sizlere şunu teklif ediyorum: Sizler propagandacılarınızı etrafa yayınız ve insanları bu davaya çağırınız.”
Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Yaptıkları çağrıyı Yezidin ölümünden sonra pek çok kişi kabul etti.
Daha sonra Kufeliler Amr bin Hüseyini Kufeden çıkartıp, ibn ezZübeyre beyat ettiler. Süleyman ve arkadaşları da insanları davet etmeğe devam ediyorlardı.
Yezidin ölümünün üzerinden altı ay geçince Muhtar bin Ebi Ubeyd Ramazanın ortalarında Küfeye geldi. Diğer taraftan ensardan Abdullah bin Yezid de Ramazanın bitmesine sekiz gün kala ibn ez-Zübeyr tarafından Kufeye emir olarak geldi. Bununla birlikte ibrahim bin Muhammed bin Talha da Küfenin haracını toplamak göreviyle gelmişti.
Bunun üzerine Muhtar halkı Hüseyini öldürenlerle çarpışmağa davet etmeğe ve şöyle demeğe başladı: “Ben sizin yanınıza Mehdi Muhammed bin Hanefiyenin yanından, Onun veziri ve emini olarak geldim.” Şiadan bir grup kimse Onun yanına döndü. Muhtar şöyle diyordu: “Süleyman açıkça isyan edip hem kendisini hem de beraberindekileri ölüme götürmek istiyor, çünkü O savaş konusunda basiret sahibi değildir.”
Abdullah bin Yezid bu günlerde Kufede kendisine karşı bir ayaklanma olacağı haberini aldı. Ona Muhterı hapsetmesi söylendi ve serbest bırakacak olursa sonunun iyi olmayacağı korkusuyla tehdit edildi.
Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: “Onlar bizimle savaşacak olurlarsa biz de onlarla savaşırız. Fakat bize ilişmezlerse onların peşine düşmeyiz. Bunlar Alinin oğlu Hüseyinin kanını istiyorlar, Allah bunlara merhamet buyursun. Onlar emniyet içerisindedirler, açıkça çıksınlar ve Hüseyini öldürenlerin üzerine gitsinler. (ibn Ziyadı kastederek) Bu adam onların üzerine giderken ben onların yardımcısı idim. Şu Hüseyini, sizin en hayırlılarınızı ve sizlerin benzerlerinizi öldüren ibn Ziyad şimdi size yönelmiş bulunuyor. Onlar Onun yanından Menbiç Köprüsünden itibaren ayrıldılar. Onunla savaşmak ve bunun için hazırlanmak, sizin gücünüzü birbirinize karşı kullanarak birbirinizi öldürmenizden ve sonunda düşmanınızın sizinle zayıf halinizle karşılaşmasından daha iyidir. Zaten ibn Ziyadın isteği de budur. Allahın yarattıklarının en azılı düşmanı sizin üzerinize gelmiş bulunuyor. Söyleyin bana, yedi sene idareci olarak başınızda kalıp, sizin iffetli ve dinine bağlı kimselerinizi öldürmekten geri kalmayanlar kimlerdi, babası ve kendisi değil mi? Sizi öldüren Odur ve sizler ne gördüyseniz Ondan gördünüz. Kanını istemiş olduğunuz kimseyi öldüren şahıs işte sizin üzerinize geliyor. Siz de Onu keskin kılıcınızla ve heybetinizle karşılayınız. Silahınızı, kılıcınızı Ona karşı kullanınız, birbirinize karşı değil! Ben size samimiyetle öğüt veriyorum. ”
Mervan, ibn Ziyadı önce Cezire üzerine, oradaki işlerini bitirince de Iraka göndermişti.
Abdullah bin Yezid sözlerini bitirdikten sonra ibrahim bin Muhammed bin Talha şunları söyledi: “Ey insanlar! Sakın sizleri bu hilebazın söylemiş olduğu sözler kılıç ve kuvvete karşı aldanışa düşürmesin. Allaha yemin ederim, eğer bize herhangi bir kimse karşı çıkacak olursa kesinlikle onu öldürürüz. Şayet bir takım kimselerin bize karşı ayaklanacaklarına inanacak olursak, oğluna karşılık babasını, babasına karşılık oğlunu öldürürüz. Arkadaşı arkadaşından, tanıyanı tanıdığı kimselerden sorumlu tutarız. Sizler hakkı kabul edinceye ve itaat altına girinceye kadar bunu böyle yaparız.”
Bunun üzerine hemen Müseyyeb bin Necebe ileri atılarak konuşmasını kesti ve şunları söyledi: “Ey ahdi bozanların oğlu, sen bizleri kılıcınla ve kuvvetinle mi tehdit ediyorsun? Allaha yemin ederim, sen böyle bir tehdidi yapamayacak kadar zelilsin. Seni bize karşı kin beslemenden dolayı kınamıyoruz, çünkü bizler senin babam ve dedeni öl-dürdük. Sana gelince ey emır, sen gerçekten çok doğru bir söz söylemiş bulunuyorsun.”
Buna karşılık ibrahim şöyle dedi: “Allaha yemin ederim, sen öldürüleceksin, bu da (Abdullah bin Yezidi kastediyor) seni aldatmış bulunuyor.”
Bu sefer Abdullah bin Val şöyle konuştu: “Sen niye bizimle emirimizin arasına giriyor ve itiraz ediyorsun? Sen bizim emirimiz değilsin, sadece ve sadece vergi toplamakla görevlisin. Haydi, git harcını topla! Şayet bu ümmetin işini ifsat edecek olursan, zaten senin ebeveynin bunu ifsat etmişti ve onlar da en kötü musibetlere uğradılar.” Bu sefer ibrahim ile beraber olanlardan bazı kimseler onlara hakaret ettiler ve karşılıklı olarak hakaretlerde bulundular. Emir minberden inince ibrahim Onu ibn ez-Zübeyre yazıp şikayette bulunmakla tehdit etti. Arkasından Abdullah ibrahimin evine giderek özür diledi, O da özrünü kabul etti. Daha sonra Süleymanın arkadaşları açıktan açığa silahlarını, çekerek ve hazırlıklarını yaparak ortaya çıktılar.