"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hirreyt bin raşid ve naciye oğulları olayı

Anlatıldığına göre bu yıl içinde Hırreyt bin Raşid en-Naci Aliye muhalefet edip Ona karşı çıkmıştı. (Oysa daha önce) Naciyeoğullarından üç yüz kişi ile birlikte Aliye varıp Ona katılmış, Cemel Olayında ve Sıffin Savaşında yanında çarpıştıktan sonra o güne kadar Küfede ikamet etmişti. Bir gün otuz süvari ile birlikte Alinin yanına varmış ve şunları söylemişti:
“Ey Ali! Vallahi, bu günden sonra senin emrine itaat etmeyeceğim, arkanda namaz kılmayacağım ve yarın da seni bırakıp gideceğim.” Bu olay Hakem Olayından sonra meydana gelmişti. Ali şöyle karşılık vermişti: “Hay anası kaybedesice! Böyle davranacak olursan Rabbine isyan etmiş, vermiş olduğun ahdi bozmuş olduğun gibi, kendinden başka hiç bir kimseye de zarar vermiş olmazsın. Fakat yine de bana söyle, neden bunu yapıyorsun?” Hırreyt, Alinin sözlerine: “Sen olayı hakemlerin eline bıraktın. Hakkı savunma konusunda zayıf düştün ve şu zulmeden kimselere de meyledip onlara dayandın. Ben seni ayıplıyor, onları kınıyor ve hepinizden de uzaklaşıp gidiyorum.” diyerek karşılık vermiş, Ali ise cevaben şöyle demişti: “Gel seninle birlikte Allahın kitabını mütalaa edelim. Sana açıklayıp anlatayım, sünneti izah edeyim ve meydana gelen işleri açıklayayım. Ben bu konuda senden daha çok bilgiye sahibim. Belki o zaman şu anda karşı çıkmış olduğun şeyleri daha iyi anlar ve daha iyi idrak edersin.” Hırreyt bin Raşid, Alinin bu sözleri üzerine: “Evet, sana döneceğim.” deyince Ali şunları eklemişti: “Seni şeytan aldatmasın, cahiller yoldan çıkarmasınlar. Vallahi, eğer bana danışacak ve söyleyeceklerimi kabul edecek olursan seni en güzel ve en doğru yola iletirim.”
Hırreyt bin Raşid Alinin yanından çıkıp akrabalarının ve adamlarının yanına varmış, o günün gecesinde arkadaşlarıyla birlikte çekip gitmişlerdi. Ali onların gittiklerini haber alınca şöyle demişti: “Semud Kavminin uzaklaştığı gibi onlar da varsınlar, uzak dursunlar. Bugün şeytan onları heva ve heveslerine uydurdu, onları dalalete düşürdü, yarın ise onlardan uzaklaşacaktır. ” Ziyad bin Hasafa el-Bekri, Aliye: “Ey Müminlerin emiri! Bu adamların ayrılıp gitmelerini kayıp sayacak kadar üzülmeğe değmez. Eğer onlar aramızda olacak olsalar bile sayıca bizim içimizde son derece az bir kitledirler. Onlar gitmekle bizim sayımızı çokça azaltmış olmadılar, ancak onların fıtne ve fesat çıkarmalarından ve sana itaat eden insanlardan bir kitleyi aldatarak geri dönmelerinden korkuyoruz. Bana kalırsa onları izleyelim ve tekrar senin yanına getirmeğe çalışalım” demiş, Ali: “Nereye doğru yöneldiklerini biliyor musun?” diye sorunca: “Hayır, bilmiyorum, fakat nereye doğru yöneldiklerini sorar ve izlerini takip ederim” diye cevap vermişti. Ali bunun üzerine:
“O halde haydi Allah yardımcın olsun; çık, git. Ebu Musanın kasrında konakla ve emrim sana ulaşıncaya kadar orada bekle. Eğer bunlar isyanlarını ilan edecek olurlarsa valiler zaten durumlarını bana bildireceklerdir.” demiş ve Onu göndermişti.
Ziyad bin Hasafa el-Bekri çıkıp evine gitmiş, Bekir bin Vailoğullarına durumu anlatmış ve onlardan yüz otuz kadar adamı toplayarak onlarla birlikte Allaha tevekkül edip yola çıkmış, Ebu Musanın kasrına varıp orada Alinin emrini beklemeğe koyulmuştu. Bu arada Aliye Karaza bin Kaab elEnsariden bir mektup gelmiş, onların Niffer tarafına yöneldiklerini ve Müslüman olmuş bir Dihkanı (iranlı kabile reisini) öldürdüklerini haber vermişti. Ali de Ziyad bin Hasafaya Müslüman bir adamı öldürdüklerini bildirerek onları takip etmesini ve bulundukları yere varıp onları geri getirmesini emretmiş ve ancak geri gelme konusunda itiraz etmeleri halinde onlarla çarpışmasını tavsiye etmişti. Ali, bu mektubu Abdullah bin Vail ile Ziyada göndermişti. Abdullah, Aliden Ziyad ile birlikte bunların üzerine gitmesine izin vermesini istemiş, Ali de Ona izin vermiş ve şöyle demişti: “Bana hak üzere yardım eden yardımcılarımdan olmanı temenni eder ve zalimlere karşı bana arka çıkmanı umarım.” Abdullah Vail Alinin bu sözü için şöyle demişti:
“Vallahi, Onun söylemiş olduğu bu sözler benim için vadiler dolusu kırmızı develerden çok daha sevimli ve güzel gelmişti.”
Abdullah bin Vail Alinin mektubunu Ziyada iletmiş ve hep birlikte Niffere varıncaya kadar yollarına devam etmişlerdi. Diğer bir rivayette ise Cerceraya denilen yere varıp izlerini takip ettiklerini, isyancıların ise onların yetişmelerinden bir gün bir gece evvel Mezar denilen yere varıp gayet iyi dinlenmiş olduklarını gördükleri kaydedilir. Ziyad oraya vardığında kendisi ve arkadaşları yapmış oldukları bu yolculuktan dolayı son derece yorulmuş ve hayli bitkin düşmüşlerdi. Onları gördüklerinde hemen atlarına atlamışlar, elHırreyt onlara: “Söyleyin bakalım ne istiyorsunuz?” diye sorunca gayet tecrubeli ve yumuşak huylu olan Ziyad şöyle cevap vermişti: “Bizim nasıl yorgun olduğumuzu ve bitkin düştüğümüzü görüyorsun: Buraya, sana geliş sebebimize gelince; böyle aleni olarak, herkesin gözü önünde konuşup durmakta hiç bir yarar yoktur. Seninle bir araya gelelim ve şu durumumuzu bir müzakere edelim. Eğer buraya geliş sebebimizi kendin için bir fırsat olarak görür ve değer bir şey bulursan kabul edersin. Bu müzakerelerden sonra biz de senden hayırlı bir şey duyacak olursak mutlaka sonunda iyiliği ve esenliği temenni ederiz.” el-Hırreyt Onun bu sözleri üzerine: “O halde haydi atından in.” demiş, Ziyad ve arkadaşları orada bulunan bir su kenarına inerek yemeklerini yemişler ve hayvanlarını yenilemişlerdi. Sonra Ziyad adamlarından ve kendi akrabalarından beş süvarinin önünde durmuştu, onlar da atlarından inmiş bekliyorlardı. Ziyad arkadaşlarına şöyle demişti: “Bizim sayımız aşağı yukarı onların sayısıncadır. Bu işin sonunda çarpışmaların olacağını tahmin ediyorum. Sizden istediğim şu iki gruptan, aciz olan taraf olmamamızdır. ”
Ziyad, el-Hırreytin yanına vardığında onların kendi aralarında şöyle dediklerini işitmişti: “Bu adamlar bize geldiklerinde bir hayli yorgun ve bitkin idiler. Biz onların dinlenmesine fırsat verdik ve onları öylece bıraktık. Bu ne kadar kötü bir tutum oldu.” Sonra Ziyad, el-Hırreyti çağırarak: “Neden Müminlerin emirine ve bize karşı böyle isyan edip ayrılıp gittin?” diye sormuş, Onun: “Ben sizin adamınızı imam olarak görmüyorum ve sizin de gidişinizi beğenmiyorum, bundan dolayı sizden ayrılarak ve bizi Şuraya davet edenlerle birlikte olmayı istedim.” demesi üzerine de: “Allahın kitabını, Resulünün sünnetini daha iyi bilen, Resulallaha daha yakın olan ve islama ilk girenlerden birisi olan Ondan, daha bağlı bir kimse üzerinde insanların ittifak edeceklerine ihtimal veriyor musun?” diye sormuş, el-Hırreyt ise şöyle demişti: “Bu konuda sana söyleyecek sözüm yoktur.” Ziyad şöyle devam etmişti: “Peki, şu Müslüman adamı neden öldürdün?” el-Hırreyt: “Onu ben öldürmedim, adamlarımdan bir grup öldürdü.” diye karşılık vermiş, Ziyad da: “O halde bu Müslümanı öldürenleri bize teslim et.” deyince el-Hırreyt: “Hayır, buna hiç imkan yoktur.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Ziyad adamlarını çağırmış, el-Hırreyt de adamlarını çağırarak aralarında son derece şiddetli çarpışmalar meydana gelmişti. Mızraklarla birbirlerini öldürüp durmuşlar ve mızraklarının uçları iyice körelinceye kadar çarpışmışlardı. Arkasından kılıçlara davranmışlar ve kılıçlar keskinliklerini kaybedinceye kadar çarpışmaları sürdürmüşlerdi. Sonunda bütün atlar öldürülmüş, aralarından bir sürü kimse yaralanmış, Ziyadın adamlarından iki kişi ve diğerlerinden de beş kişi ölmüştü. Nihayet gece olunca karanlık aralarına girmiş ve birbirlerini bırakıp çarpışmaları terk etmişlerdi. Gece karanlığında el-Hırreyt çekip gitmiş, Ziyad da Basraya geri dönmüştü. Daha sonra el-Hırreytin Ahvaza gittiği ve Ahvaz yakınlarında bir yerde konaklayarak etrafında iki yüz kadar adamın biriktiği haberi ulaşmıştı. Ziyad ise durumu Aliye bir mektupla bildirmiş, Basrada yaralıları tedavi etmekle uğraştığını ve kendisinin emrini beklediğini yazmıştı.
Ali Ziyadın mektubunu okuyunca Makil bin Kays Ona şöyle der:

“Ey Müminlerin emiri! Bu adamları alıp geri getirmek için onların her bir adamına karşılık on adamı göndermek gerekir; ancak o şekilde onları yakalar. geri getirir ve köklerini kazıyabilirler. Yoksa onların sayısınca adamlar gönderildiğinde eşit sayıda olacakları için çarpışmalarda mutlaka direneceklerdir. ” Onun bu sözleri üzerine Ali: “O halde ey Makil, hemen hazırlan.” der ve Onunla birlikte Küfelilerden iki bin adamı hazırlatıp gönderir. Bunların arasında Yezid bin Muakkil el-Esedi de yer almış bulunuyordu. Diğer taraftan Ali Basra Valisi olan Abdullah bin Abbasa bir mektup yazıp Basra halkından cesaretiyle ve Müslümanların işlerini gözetmesiyle bilinip tanınan bir adamı iki bin kişilik bir kuvvetle Makile göndermesini emreder. Makil oraya varıncaya kadar bu adam Basradan göndereceği iki bin kişilik kuvvetin başında bulunacak. Makil ile karşılaştıklarında ise komutan Makil olacaktır. Diğer taraftan Ziyad bin Hasafaya da bir mektup yazıp yaptıklarından dolayı teşekkür eder ve Medineye geri gelmesini emreder.
Hırreyt en-Nacinin etrafına Ahvaz halkının ayak takımından bir sürü kimse toplanmış ve haracın kaldırılmasını istemişlerdi. Diğer taraftan bir sürü eşkıya ve hırsız ile Araplardan Onun görüşünde olan bazı gruplar yanında yer almıştı. Ayrıca haraç verenlerden bazıları da haracın kaldırılmasına tama etmiş, haracı kesmiş ve Sehl bin Huneyfi bölgeden çıkarmışlardı.
Sehl bin Huneyf Alinin Fars Valisi idi. Bu görüş Sehl bin Huneyfin 37. yılda (M. 657-658.) vefat etmediğini zannedenlerin görüşüdür.

Abdullah bin Abbas da Aliye şöyle yazar: “Ben Fars illerini iyi idare edecek olan Ziyad bin Ebihin oraya gönderilmesini tavsiye ederim.”
Bunun üzerine Ali de Ziyadın oraya gönderilmesini ve bu hususta acele edilmesini ibn Abbasa emreder. Abdullah bin Abbas Ziyad bin Ebihi büyük bir ordu ile Farsa gönderir. Ziyad bin Ebih Fars illerini itaat altına alır ve tekrar haracı ödemelerini ve itaate girmelerini sağlar. Diğer taraftan Makil bin Kays da yola çıktığında Ali Ona şöyle öğütte bulunur: “Yapabildiğin kadar Allahtan kork. Sakın kıble ehline karşı haksızlıkta bulunmayasın. Zimmilere de kesinlikle zulmetmeyesin. Sakın, sakın başkalarına karşı kibirlenmeyesin; çünkü Allah kibirli davrananları sevmez.”
Makil bin Kays Ahvaza varıp Basradan gelecek yardımı beklemeğe başlamış, ancak yardımın geciktiğini görünce Ahvazdan çıkıp el-Hırreytin üzerine yürümüştü. Makil bir günlük bir mesafe yürüdükten sonra Halid bin Madan et-Tai komutasında Basradan yardım ulaşmış ve hep birlikte yola devam etmişlerdi. Makil ve arkadaşları el-Hırreyt ve adamlarını Ramhürmüz dağlarından bir dağda yakalamışlardı. Makil hemen adamlarını saf haline sokmuştu. Sağ tarafına Yezid bin Muakkili, sol tarafına da Basra halkından Mineab bin Raşid ed-Dabbiyyii tayin etmiş bulunuyordu. Diğer taraftan el-Hırreyt de adamlarını saf haline sokup sağ tarafına Araplardan olan taraftarlarını, sol tarafına da Ahvaz halkından oluşan kimseleri yerleştirmişti. Ayrıca sol taraftakiler arasında Türkler de yer almıştı. Bu iki kumandan kendi adamlarını teşvik etmiş ve savaşa hazırlamıştı. Makil iki sefer başını salladıktan sonra üçüncüsünde birden savaşa atılmıştı. el-Hırreyt ve adamları bir saat kadar direnebildikten sonra nihayet hezimete uğramış, Makilin adamları el-Hırreyt taraftarlarından ve Naciyeoğullarından ve onlarla birlikte bulunan Araplardan yaklaşık yetmiş kişiyi, diğer ayak takımı ile Türklerden de yaklaşık üç yüz kişiyi öldürmüşlerdi. Nihayet el-Hırreyt bin Raşid tamamen hezimete uğramış, kaçıp deniz kenarına ulaşmış, adamlarından bir grup da Ona katılmıştı. O, sonuna kadar insanları Aliye karşı çıkmağa davet etmiş, hakikatin ve doğru yolun Ali ile savaşmak olduğunu anlatıp durmuş ve birçok kimse de etrafında birikmişti.
Makil Ahvazda ikamet edip Aliye elde etmiş olduğu zaferi bir mektupla bildirmişti. Ali mektubu aldığında arkadaşlarına okumuş ve onlarla istişare ettiğinde hepsi birden şunu söylemişlerdi: “Bize soracak olursan Makilin bu fasık ve günahkar herifi izlemesini ve Onu ya öldürüp, ya da tamamen bertaraf edinceye kadar çarpışmasını emretmen yerinde olacaktır; yoksa bu adamın Müslümanlar arasında bir sürü fıtne ve fesat çıkarmasından emin olamayız.” Ali Makile bir mektup yazıp kendisine ve yanındakilere yaptıklarından dolayı teşekkür etmiş ve Hırreyti takip ederek öldürmesini veya tamamen bertaraf etmesini tavsiye etmişti. Bunun üzerine Makil el-Hırreytin nerede olduğunu sormuş ve deniz sahillerinde olduğunu, etrafındaki adamları Aliye itaat etmemeğe davet ettiğini, yine etrafında bulunan Araplardan Abdi Kaysoğullarından bazı kimseleri de itaatsizliğe davet ettiğini öğrenmişti. Adamları da Sıffin Savaşından sonra zekat vermeyi yasaklamışlardı. Bunun üzerine Makil üzerlerine yürümüş ve bütün Fars illerini hakimiyeti altına alıp deniz sahillerine kadar varmıştı.
Hırreyt, Makilin geldiğini işitince yanında bulunan Haricilere: “Ben sizin görüşlerinize katılıyorum, gerçekten Ali hakeme başvurmamalıydı.” şeklinde konuşmuş, adamlarından diğerlerine de: “Ali hakeme başvurup bu hükme razı olmuş ve razı olduğu hükme göre de kendi kendini bu görevden azletmiş durumdadır.” demişti. Küfeden ayrılmasına sebep olan görüş de bu görüşü idi ve bunda ısrar edip durmuştu. Ayrıca Osmana taraftar olanlara da gizlice şöyle demişti: “Vallahi ben sizin görüşünüzdeyim ve Osman gerçekten mazlum olarak öldürüldü.” Bu şekilde gerek Haricileri, gerek kendi adamlarını ve gerekse Osmanın taraftarlarını ayrı ayrı ikna edip onları razı etmişti.
Bu bölgede zekat vermeyenlere gelince, onlara da şöyle demişti:

“Zekat larınızı elinizde tutunuz ve akrabalarınıza verip onlara olan bağlılığınızı kuvvetlendiriniz. ”
Bu bölgede hristiyan iken Müslüman olan bir kitle vardı. Müslümanların kendi aralarında bu kadar ihtilafa düştüklerini görünce: “Terk ettiğimiz eski dinimiz bu adamların dininden daha hayırlıdır. Onların dinleri kendilerini kan dökmekten alıkoymuyor.” demişler, el-Hırreyt de onlara şöyle karşılık vermişti: “Yazıklar olsun size! Bu adamlardan kurtulabilmeniz ancak onlara karşı savaşmanızla ve bu savaşınızda ayak diretip sabretmenizle mümkün olabilir, çünkü onlar daha evvel islama girip de sonradan dönenleri mutlaka öldürür ve onların hiç bir tövbesini ve özrünü kesinlikle kabul etmezler.” Bu şekilde onların hepsini, bütün grupları hileyle aldatmıştı. Bu arada Naciyeoğullarıyla başka kabilelerden bir çok kimse Onun etrafında tekrar birikmişti. Makil üzerine vardığında bir eman sancağı dikerek şöyle seslenmişti: “Daha önce, birinci karşılaşmada bizimle çarpışan el-Hırreyt ve adamları dışında bu sancak altında toplanacak herkes emniyet içinde olacaktır.” Bu şekilde Hırreytin etrafında bulunanların büyük bir kısmı Onu terk etmiş, böylece O, sadece yakın adamlarıyla başbaşa kalmıştı. Bunun üzerine Makil derhal kendi adamlarını toplayıp Hırreytin bulunduğu tarafa doğru yönelmiş, Hırreyt de yanında bulunan Müslüman, hristiyan ve zekat vermeyenlerden bir grup ile birlikte kalmıştı. Yanındakilere şöyle diyordu: “Çoluk çocuğunuz için çarpışınız. Vallahi, eğer bunlar galip gelecek olurlarsa sizleri tamamen öldürecek veya esir alacaklardır.” Adamlarından biri: “Vallahi, bu başımıza gelen felaket hep senin yüzünden ve senin zulmünden dolayı olmuştur.” diye çıkışınca elHırreyt: “Kılıçlar kınamaları, hatayı örtme çaba ve gayretini gerilerde bırakmıştır artık.” demişti.
Diğer taraftan Makil kendi adamlarını savaşa teşvik ederek onlara şöyle diyordu: “Ey insanlar! Sizin için önceden yazılmış olan bu muazzam mükafattan başka daha neler istersiniz ki, Allah zekat vermekten vazgeçen bir kavmin, islamdan dönen bir cemaatin, zulmen beyati ihlal eden bir grubun üzerine sizleri gönderdi, onlarla çarpıştınız. Böyle bir çarpışmada öldürülen kimsenin cennete gireceğine şahadet ederim. Geri kalanlarınız içinse Cenab-ı Allahın bir zafer ihsan edeceğini sizlere vaat ediyorum.” Arkasından Makil ve yanında bulunanlar hep birlikte savaşa girişmiş, şiddetli çarpışmalar başlamış ve bu çarpışmalar esnasında Numan bin Suhban el-Rasibi, el-Hırreyti birden görmüş, üzerine atılarak atından yere yuvarlamış, Onu bir darbe ile öldürmüştü. Hırreyt ile birlikte bu çarpışmalarda yüz yetmiş adam katledilmişti. Geri kalanlar da sağa sola dağılmış, Makil de Hırreytin adamlarından yetişebildiği kimselerle onların hanımlarından bazılarını esir almıştı. Bu esirler içerisinde Müslüman olanların tekrar Aliye beyatlerini yenilemelerini istemiş ve çoluk çocuğuyla onları serbest bırakmıştı. Dönenlere gelince; onlara da aynı şekilde Müslüman olmalarını teklif etmiş, yine islama girmeleri üzerine serbest bırakmıştı. Ancak bu hristiyanlar arasında er-Rumahis adında yaşlı bir kimse Müslüman olmayı reddedince Makil Onu öldürtmüştü. Zekat vermekten kaçınanlara gelince, Makil onları bir araya toplayıp iki yıllık zekatlarını almıştı. hristiyanları aileleri ile birlikte alıp götürmüş, Müslümanlar da esir akrabalarını uğurlamışlardı. Onları uğurladıklarında erkekleri de kadınları da birbirleri için ağlamışlardı. Makilin askerleri onların bu hallerine bir hayli üzülmüşler ve onlara acımışlardı.
Makil elde etmiş olduğu zaferi Aliye bir mektupla bildirmiş, elindeki esirlerle birlikte Alinin Erdeşirhurr Valisi bulunan Maskala bin Hubeyre eş-Şeybaniye uğramıştı. Yanındaki esirler beş yüz kişiydiler. Erdeşirhurre vardıklarında kadınlar ve çocuklar ağlamış, erkekler de Maskalaya yalvarmışlar ve şöyle demişlerdi: “Ey Fazlın babası! Ey erkekleri koruyan, kimsesizleri barındıran, esirlerin boynundaki, halkaları söken kişi! Ne olur bize merhamet et, bizi satın al da azad ediver!” Maskala onların bu sözlerini işitince:
“Allaha yemin ederim ki onlara sadakalar vereceğim. Yüce Allah sadaka verenleri mükafatlandırıcıdır.” diye konuşmuş, Onun bu sözleri Makile ulaşınca: “Vallahi, eğer Maskalanın bu sözleri onlara acıyarak ve bizi de ayıplayarak söylemiş olduğunu bilseydim bu çatışmalar sonucunda Temim ile Bekir Kabilesi tamamen yok olsa bile Onun boynunu uçururdum.” demişti. Sonra Maskala onları Makilden beş yüz bin dirhem mukabilinde satın almıştı. Makil Ona: “Bu paraları müminlerin emirine vermekte acele davran.” demiş, Maskala ise: “Bir kısmını şimdi gönderirim, diğer kısmını da sonra yavaş yavaş öderim.” diye karşılık vermişti. Sonra Makil Alinin yanına varıp bütün olup bitenleri anlatmış ve Ali her şeyi hoş ve güzel bulmuştu. Maskalanın, bütün esirleri kendisine her hangi bir hususta yardım etmelerini istemeksizin serbest bıraktığı haberini alınca şöyle demişti: “Yakında Maskalanın yaptığı bu işten vazgeçtiğini ve bu konuda her hangi bir yük altına girmediğini göreceğinizi tahmin ederim.” Sonra Ali Maskalaya bir mektup yazıp ya bu meblağı göndermesini veya bizzat kendisinin huzura gelmesini istemişti. Maskala hem kendisi gelmiş, hem de bu meblağdan, iki yüz binlik kısmını getirmişti.
Zuhl bin el-Haris şöyle der:
Bir gece Maskala beni çağırdı, beraber yemek yedik. Bana müminlerin emirinin bu meblağı kendisinden istediğini ve buna güç yetiremediğini söyleyince Ona şöyle dedim: “Vallahi, eğer istersen üzerinden bir tek cuma günü geçmeden bu meblağı alıp Ona götürebilirsin.” Bunun üzerine: “Vallahi, ben bu yükü kendi akrabalarıma yükleyemem. Eğer kendi oğlum olsaydı bu meblağı benden istemezdi ve eğer Affanın oğlu olsaydı onu bana hibe ederdi. Görmüyor musun, her sene Azerbaycan haracından yüz binlik bir kısmı Eşas bin Kaysa yediriyor.” diye karşılık verdi. Zuhl bin Haris Onun bu sözleri üzerine şöyle dediğini belirtir: “Fakat bu adam diğerlerinin görüşünde değildir, bu meblağı da asla sana terk edecek değildir. ”
Maskala o gece kaçıp Muaviyeye gider. Bu haberi alan Ali şöyle der: “Ona ne oldu ki kendisini bir hüzne ve kedere soktu. O bir efendinin davranışı gibi davrandı, fakat aynen bir kölenin kaçışı gibi kaçtı ve bir tacirin hıyaneti gibi ihanet etti! Vallahi, eğer yerinde kalıp da bunu ödemekten aciz olduğunu belirtseydi biz Onu sadece hapsederdik ve başka hiç bir ceza vermezdik. Eğer elinde her hangi bir mal bulacak olursak onu alır, bulamazsak kendi haline terk ederdik. ”
Sonra Ali, evini yıktırmış ve orada bulunan esirlerin de serbest bırakılmasını uygun görüp şöyledemişti: “Onları satın alan kişi azat etmiştir, değerleri ise yine onları azat edene aittir.”
Maskalanın kardeşi Nuaym bin Hübeyre Alinin taraftarlarından idi.

Maskala Şamdan yazdığı bir mektubu Ona Tağlib hristiyanlarından Hülvan adında birisiyle gönderir ve mektubunda şöyle der: “Muaviye sana emirlik vermeyi ve üstün bir mevkie getirmeyi vaat ediyor. Bu elçinin geldiği saatte buraya doğru yola çık, gel.” Malik bin Kaab el-Erhavi bu elçiyi yakalayıp Aliye getirmiş, O da elini kestirmişti. Adam bu şekilde ölünce Nuaym kardeşi Maskalaya durumu bir mektupla bildirmişti. Maskala mektubu alıp da bu adamın öldürüldüğünü öğrenince Tağlibliler gelip adamlarının diyetini Maskaladan istemişler ve O da bu diyeti ödemek zorunda kalmıştı.