"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Amr bin el-asın mısıra hakim olması ve muhammed bin ebubekirin öldürülmesi

Bu yıl içinde, Alinin Mısır Valisi olarak görev yapmakta olan Muhammed bin Ebi Bekir Mısırda öldürüldü. Alinin Onu Mısıra vali tayin etmesinin sebebini, Kays bin Saadın Mısırdan azli ile Muhammed bin Ebi Bekrin Mısıra girip ibn Mudahim el-Kelbl ve Haranbe ahalisi hakkında yapmış olduğu uygulamaları daha önce kaydetmiştik. ibn Mudahim oraya vardığında Muhammed Onu öldürmüş ve Muaviye bin Hudeyc es-Sekuni Osmanın kanını talep edip ora ahalisini kendisine katılmağa davet etmiş, bazıları Muaviye bin Hudeycin bu davetine uymuş, böylece Mısırda bazı karışıklıklar meydana gelmiş ve Muhammed bin Ebi Bekre karşı bir grup oluşmuştu. Bu durum Aliye haber verildiğinde şöyle demişti: “Mısıra gönderebileceğimiz şu iki kişiden başkası bu görevi hakkıyla yerine getiremez. Bunlar da daha evvel görevinden azletmiş olduğumuz Kays veya el-Eşterdirler. ”
EI-Eşter Sıffın Savaşından sonra görev yeri olan el-Cezireye dönmüştü. Bu yüzden Ali Kaysa: “Sen bir müddet benim yanımda dur, güvenlik işlerine bak, bu durumlar düzelince Azerbaycana gidersin.” demişti. Mısırdaki son durumlar Aliye bildirilince, o sıralarda Nusaybinde bulunan el-Eştere bir mektup yazıp çağırmış, huzuruna varınca Mısırda olup bitenleri anlatmış ve şöyle demişti: “Senden başka bu görevi yüklenebilecek kimse yoktur, gel oraya git. Sana tavsiye edeceklerim dışında kendi görüşlerinle orayı iyi yöneteceğine inanıyor ve bununla yetiniyorum. Allahtan yardım dile. Halkına karşı tatlı sert bir tavırla davran. Yumuşak ve merhametle davranılması gereken yerlerde gayet yumuşak davran, zor kullanmanın dışında bir çare kalmayan durumlarda da zor kullan. ”
Bunun üzerine el-Eşter Mısıra gitmek üzere hazırlıklara girişmiş, ancak bu sırada Muaviyenin ajanları durumu ona bildirmişlerdi. Muaviye durumdan son derece endişe duymuştu, çünkü Mısırda gözü vardı. el-Eşter Mısıra varacak olursa, Muhammed bin Ebi Bekrden daha iyi bir şekilde orayı yöneteceğini biliyordu. Bunun üzerine Kulzumda bulunan haraç görevlisine haber göndererek şöyle demişti: “el-Eşter Mısıra vali olarak tayin edilmiş bulunmaktadır. Eğer güç yetirip de onu bertaraf edersen hayatta olduğumuz müddetçe asla senden haracı almayacağım.” Bu yol kesiciler Muaviyeden bu sözleri aldıktan sonra Kulzuma gelip orada ikamet etmişlerdi. Diğer taraftan el-Eşter de Iraktan çıkıp Mısıra doğru yol almış bulunuyordu. el-Eşter Kulzuma vardığında sözü geçen haraç görevlisi Onu karşılamış ve evinde konaklamasını teklif etmişti. el-Eşter de teklifi kabul ederek bu adamın evinde konaklamış ve kendisine bir yemek takdim edilmişti. Yemeğini bitiren el-Eştere içine zehir karıştırdıkları bir bal şerbeti içirmişler, el-Eşter bunu içer içmez olduğu yerde ölüvermişti.
Diğer taraftan Muaviye Şam halkına şöyle demişti: “Ali el-Eşteri Mısıra vali olarak tayin etmiş bulunuyor. Onun aleyhinde beddua ediniz.” Gerçekten Şamlılar da her gün el-Eştere beddua ediyorlardı. Nihayet elEşteri zehirleyerek öldüren adam Muaviyeye gelmiş, el-Eşterin ölümünü haber vermişti. Bunu duyan Muaviye mescitte minbere çıkarak şöyle bir hitapta bulunmuştu: “… Biliniz ki Alinin iki sağ kolu vardı. Birisi Sıffinde öldürüldü (bununla Ammar bin Yasiri kastediyordu), diğer kolu da bugün kesilmiş bulunuyor.” (Bu diğer kol ile de el-Eşteri kastediyordu).
Ali el-Eşterin ölüm haberini işittiğinde: “Allah rahmet eylesin.” deyip üzerinde durmadı, çünkü söylediğini işittiği bazı sözlerinden dolayı elEştere kırgındı.
Başka bir rivayete göre ise el-Eşterin öldürüldüğü haberi Aliye ulaşınca şöyle demişti: “inna lillah ve inna ileyhi raciun. O birçok kimseyi mal sahibi kıldığı halde kendisi hiç bir şeye sahip olmadı. Bu gibi adamlar acaba her zaman bulunabilir mi? Eğer o demirden olmuş olsaydı bir paranga olurdu ve eğer taştan olmuş olsaydı son derecede sert ve güçlü olurdu. işte ağlayacak kimseler buna benzer adamlar için ağlarlar.”
Bu ikinci rivayet daha doğru olsa gerektir, çünkü eğer Ali el-Eştere kızgın olmuş olsaydı Mısıra vali tayin etmezdi.
el-Eşter Ömer, Ali, Halid bin Velid ve Ebu Zerrden hadis rivayet etmiş, bu rivayetlerini de bazı cemaatler aktarmışlardır. Ahmed bin Salih Onun hadiste sika (güvenilir) olduğunu ifade eder.
Başka bir rivayette de şunlar kaydedilir:
el-Eşter Mısıra vali tayin edilince Muhammed bin Ebi Bekir buna kırılmış ve bir hayli alınmıştı. Bunun üzerine Ali Ona bir mektup yazarak şöyle demişti: “… el-Eşteri Mısıra vali olarak tayin etmemin seni öfkelendirdiğini işittim. Bu tayini cihat konusunda geri kalmandan dolayı yapmış olmadığım gibi az gayret gösterdiğini de ifade etmiş değilim. Eğer senin elindeki imkanları çekip almış olsaydım daha önceleri sana çok daha kolay gelecek ve senin de daha çok hoşuna gidecek bir yerin valiliğini verirdim. Mısıra tayin etmiş olduğum bu adama gelince, o gerçekten bize son derece yardımcı olmuş ve düşmanlarımıza gayet şiddetle karşı koymuş bir kimse idi. O dünyadaki günlerini tamamlamış ve ahirete intikal etmiş bulunuyor. Biz Ondan razı idik, Allah da razı olsun ve dünyada işlemiş olduğu sevablarını kat kat versin. Sen de düşmana karşı direnmesini bil ve savaşa hazırlan. Hikmetle güzel öğütle Rabbinin yoluna davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et (Nahl suresi, 125). Allahı çok çok an ve Ondan korkarak çok çok yardım dile. işte bu senin işlerini kolaylaştırması için yeterli bir ameldir. Allahı çok anman ve Ondan yardım dilemen senin görevini kolaylaştırmış olur.”
Muhammed bin Ebi Bekir Alinin bu mektubuna şu şekilde karşılık vermişti: “… Mektubun bana ulaştı ve mektubun muhtevasını da iyice anladım. insanlar arasında Allahın rızasını Müminlerin emirinden daha çok talep eden pek az kimse vardır ve düşmanına karşı Ondan daha şiddetli olup kendi yakınlarına rahmet ve yumuşaklıkla davranan kimse yoktur. Ben hazırım. Şehrin dışına çıkıp karargahımı kurdum, insanlara güvence sağladım, ancak bize karşı savaş açmış olanlara ve bize muhalefet edenlere böyle bir güvence ve eman vermiş değilim. Ben Müminlerin emirinin emrine tabiyim ve Onun emrini sonuna kadar koruyacak kimseyim. Vesselam.”
Ancak başka bir rivayette el-Eşterin Muhammed bin Ebi Bekrin öldürülmesinden sonra Mısıra vali tayin edildiği kaydedilir.
Şamlılar Sıffin Savaşı ndan sonra hakem olayının nasıl netice vereceğini bekliyorlardı. iki hakem bulundukları yerden ayrılıp gittikten sonra Şam halkı Muaviyeye hilafet üzerine beyat etmiş ve gittikçe kuvvet kazanmışlardı. Buna karşılık Irakta bulunan Müslümanlar Aliye muhalefet etmiş ve kendi aralarında ayrılığa düşmüşlerdi. Muaviyenin ise Mısırdan başka her hangi bir endişesi yoktu. O, Mısırın kendisine yakın oluşundan ve halkının daha önce Osmandan yana olanlara karşı olan şiddetli tavırlarından dolayı onlardan bir hayli korkuyor ve çekiniyordu. Mısıra sahip ve hakim olduğu takdirde oranın gelirinin çokluğundan dolayı Aliye de galip geleceğini tahmin ediyordu. Bu yüzden Amr bin el-As, Habib bin Mesleme, Busr bin Ebi Ertad, Dahhak bin Kays, Abdurrahman bin Halid, Ebuı-Avar es-Sülemi ve Şurahbil bin es-Simt el-Kindiyi çağırarak onlara şöyle demişti: “Sizi neden buraya topladığımı biliyor musunuz? Benim için son derece önemli olan bir husus için sizi buraya toplamış bulunuyorum!” Onlar da şöyle cevap vermişlerdi: “Cenab-ı Allah kimseye gaybı bilme yetkisi vermiş değildir ve senin de ne istediğini bilmiyoruz.” Bu arada Amr bin el-As: “Bizi buraya Mısır konusunda ne düşündüğümüzü sormak için çağırdın. Eğer gerçekten bizi bunun için toplamış isen bu konuda azimli davran ve verdiğin kararda sabırlı ol. Mısırın ele geçirilmesi konusunda son derece mükemmel bir görüştür bu. Mısırı elde etmekle kendin ve arkadaşlarının yücelmesini ve düşmanının da yok olup şikak ve nifak ehlinin zelil olmasını sağlamış olursun.” şeklinde konuştu. Muaviye ise Ona şöyle karşılık verdi: “Ey Asın oğlu, haydi göreyim seni, göster kendini bakayım!”
Amr bin el-As Muaviyenin en yakın adamlarından olup Mısıra temayülünden dolayı Aliye karşı Onun yanında savaşmıştı.
Sonra Muaviye bu adamlara yaklaşarak: “Abdullahın babası gerçekten benim sizi neden topladığımı tahmin etmiş bulunuyor. Peki, sizler ne dersiniz?” diye sormuş, onlar da: “Biz de Amrın görüşüne katılıyoruz” diye karşılık vermişlerdi. Muaviyenin: “Peki o halde ne yapalım? Amr bu konuda görüşünü belirtti, ama ne yapmam gerektiği konusunda herhangi bir açıklamada bulunmadı.” demesi üzerine Amr: “Bence oraya gayet kalabalık ordular gönderip bu orduların başına son derece dirayetli, sabırlı ve işini bilen, kendisine güvendiğin birini getirmen gerekir. Eğer bu kişi oraya varıp da Mısıra hakim olursa orada bizim görüşümüzde olanlar ona yardımcı çıkar ve o da düşmanına karşı galip olur. Eğer Mısırdaki orduların bu konuda bizim görüşümüze uyar da bize katılırlarsa o zaman Cenab-ı Allahın sana yardım edeceğini umuyorum.” şeklinde konuşmuş, Muaviye de şöyle demişti: “Bence orada bize taraftar olanlara mektuplar yazıp güvence verelim ve dayanıp sabretmelerini söyleyelim. Diğer taraftan bize düşman olanlara mektuplar yazıp onları barışa davet edelim; onlara birazcık şükür ifadeleri kullandıktan sonra biraz da savaş ile korkutalım. Eğer çarpışma meydana gelmeden arzu ettiğimiz vasat oluşursa zaten bizim istediğimiz de budur. Yok, eğer bu gerçekleşmeyecek olursa o zaman onlarla savaşırız. Ey Asın oğlu! Senin işlerin şiddetle ve acele ile başarıya ulaşır. Ben ise tam tersine soğukkanlı ve yavaş davranmakla başarıya ulaşıyorum.” Amr bunun üzerine Muaviyeye şunları söyler: “Sen neyi uygun görürsen onu uygularsın, fakat ben harbin dışında her hangi bir başarıya ulaşacağımızı tahmin etmiyorum. ”
Muaviye Mesleme bin Muhalled ve Muaviye bin Hudeyc es-Sekuniye bir mektup yazar ve kölesi Sübey ile gönderir. Bu iki şahsa yazdığı mektubunda Aliye karşı olan muhalefetlerinden dolayı onlara teşekkür ediyor ve Osmanın kanını talep etme konusunda teşvik edip kendisinin devlet otoritesini tamamıyla eline geçirdiği takdirde bazı vaatlerde bulunuyordu.
Bu iki şahıs durumdan haberdar olunca bunlardan Mesleme bin Muhalled el-Ensari kendi adına ve Muaviye bin Hudeyc adına şunları söylemişti; “Bizler nefislerimizi Allahın emirlerine tabi olmaya adamış ve bununla Rabbimizden sevabını ummuş olarak ondan yardım umuyor, imamımızı öldüren kitleden intikam almamız için bize zafer ihsan etmesini temenni ediyoruz. Senin hakimiyet sağlayacağın dönemde bize vereceğin mükafatlara gelince; vallahi, biz asla bunlar için gayret etmiyoruz ve bizim istediğimiz de bunlar değildir. Şimdi bize acele süvarilerini ve yaya askerlerini gönder. Şu anda düşmanımız bizden bir hayli korkuyor. Eğer bize bir yardım gelecek olursa Yüce Allah mutlaka zafer ihsan edecektir. ”

Muaviye bu mektubu Filistinde iken almış, yukarıda adları geçen heyeti toplayarak onlara bu konuda ne düşündüklerini sormuş, onlar da Mısıra ordu gönderilmesini uygun görüp bunu tavsiye etmişlerdi.
Muaviye Amr bin el-Asa hazırlanması için emir vermiş, onunla birlikte altı bin kişilik bir kuvvet göndererek asla acele etmemesini tavsiye etmişti. Amr bin el-As Mısıra en yakın bir noktaya gelip yerleşmiş, Osmana taraftar olan kimseler konakladığı yerde etrafına toplanmışlardı. Amr bin el-As burada durup Muhammed bin Ebi Bekre mektup yazarak şöyle demişti: “… Ey Eba Bekrin oğlu! Kanını akıtmamam için benden uzak dur. Benim elimle başına bir musibetin gelmesini istemiyorum. Şu anda buranın halkı senin aleyhinde bir araya gelmiştir. Bundan dolayı buradan çıkıp gitmeni sana tavsiye ediyorum.”

Aynı mahiyette olan Muaviyenin mektubunu da Muhammed bin Ebi Bekre ileterek onu Osmanı muhasara eden kimseler arasında bulunmasından dolayı tehdit etmiş bulunuyordu.
Muhammed bin Ebi Bekir her iki mektubu Aliye ileterek Amr bin elAsın Mısır arazisine gelip konakladığını ve Ona karşı koymakta şimdilik ağır davrandığını, bundan dolayı kendisinden yardım istediğini bildirmişti. Ali de Ona bir mektup yazarak bunlara karşı asker hazırlamasını ve son derece sabırlı davranıp düşmanına karşı çarpışma konusunda azimli olmasını emretmiş idi. Muhammed bin Ebi Bekir de Müslümanlara bir hitabede bulunarak düşmanlarına karşı hazırlanmalarını istemiş ve Kinane bin Bişrin kumandasında iki bin kişilik bir öncü kuvveti hazırladıktan sonra kendisi de iki bin kişilik bir kuvvetle yola çıkmıştı. Kinane bin Bişr bu öncü kuvvetlerin başında olduğu halde Amrın bulunduğu tarafa yönelmişti. Amr bin el-As da Kinanenin geldiği tarafa yönelmiş, Kinane Amra doğru yaklaşınca Amr birliklerini grup grup yapmıştı. Her birini tek tek Kinane üzerine salınca Kinane bu birlikleri kovalamış ve onları Amr bin el-Asın yanına kadar geri püskürtmüştü. Amr bu durumu görünce Muaviye bin Hudeyce haber göndermiş, O da bir hayli kalabalık bir orduyla Amrın imdadına yetişerek Kinane ve arkadaşlarını tamamen kuşatmışlardı. Şam halkı da Kinane ve arkadaşlarını dört bir yanından sarmışlardI. Kinane bu durumu görünce atından inerek savaş meydanına atılmış ve arkadaşlarıyla birlikte çarpışmaya başlamış, şehit düşene kadar kılıç sallamıştı.
Kinanenin öldürüldüğünü, arkadaşlarının dağıldığını ve Amr bin el-Asın üzerine doğru geldiğini haber alan Muhammed bin Ebi Bekrin etrafında kimse kalmamış, kendisi tek başına yolda yürümeğe başlayarak rast geldiği bir harabeliğe doğru yol almış ve o harabelikte saklanmıştı. Amr bin el-As Fustar şehrine girinceye kadar yoluna devam etmişti. Diğer taraftan Muaviye bin Hudeyc Muhammed bin Ebi Bekri aramağa çıkmış, yol kenarında oturan bir cemaate rast gelerek görüp görmediklerini sormuş, onlardan biri şöyle demişti:
“Ben şu harabeliğe girdiğimde orada oturan bir adam görmüştüm.” O anda Hudeycin oğlu: “Evet, evet; işte odur” diyerek o harabeliğe doğru gitmiş ve Onu oradan çıkarmışlardı. Muhammed bu sırada susuzluktan ölmek üzere idi. Onu alıp Fustata götürmüşlerdi. Amr bin el-Asın askerleri arasında bulunan Muhammed bin Ebi Bekrin kardeşi Abdurrahman Amrın üzerine atılarak:
“Kardeşimi işkence ederek mi öldüreceksin? Hudeycin oğluna haber gönder de onu elinden al.” demiş, bunun üzerine Amr Hudeycin oğluna haber göndererek Muhammed bin Ebi Bekri kendisine getirmesini söylemiş, ancak Hudeycin oğlu şöyle cevap vermişti: “Sizler Kinane bin Bişri öldürdünüz de ben, Muhammed bin Ebi Bekri mi bırakacağım?Şimdi sizin kafirleriniz onlardan hayırlı mı, yoksa kitaplarda sizin için bir beraet (inkarınızdan dolayı size bir sorumluluk) mi var? (el-Kamer suresi, 43). Yazıklar olsun. yazıklar olsun!” Onun bu sözlerinden sonra Muhammed bin Ebi Bekir kendisine su vermelerini istemiş, Muaviye bin Hudeyc şöyle demişti: “Eğer sana bir tek damla su verirsem Allah bana ebediyen su içirmesin. Sizler Osmandan suyu alıkoydunuz. Allah sana irin ve katı bir pis su içirsin diye seni öldüreceğim!” Onun bu sözlerine Muhammed bin Ebi Bekr: “Ey Yahudinin oğlu! bu seni ilgilendiren bir mesele değildir, bu Allahın elinde olan bir husustur. O kendi dostlarını gayet mükemmel bir su ile kandırır. Senin gibi düşmanlarını ise ebediyen susuz bırakır. Vallahi, eğer şu anda kılıcım elimde olsaydı sizi bu şekilde konuşturtmazdım.” diye karşılık vermiş, bunun üzerine Muaviye bin Hudeyc de Muhammed bin Ebi Bekre: “Şimdi sana nasıl davranacağımı biliyor musun? Seni bir merkebin karnına sokup o merkebi ateşe vereceğim ve seni bu şekilde öldüreceğim.” demişti. Muhammed de Ona: “Sen bana bu şekilde davranabilirsin. Bu sizin ilk yaptığınız iş değildir. Sizin Allahın dostlarına karşı olan davranışlarınızdır bunlar. Ben senin dostların olan Muaviyenin ve Amrın bu şekilde ateşe atılıp cayır cayır yanmalarınızı Allahtan temenni ederim, öyle bir ateş ki her eksildiğinde Cenab-ı Allah onu en katı ve en kızgınıyla artırsın.” diyerek karşılık vermiş, Onun bu sözlerine kızan Muaviye bin Hudeyc Muhammed bin Ebi Bekri öldürerek ölü bir merkebin karnına sokmuş ve ateşe vermişti.
Muhammedin bu şekilde öldürüldüğünü haber alan Ayşe son derece üzülmüş, ağıtlar yakmış ve her namazın arkasında Kunut okuyarak Muaviye ve Amra beddualar etmişti. Sonra Muhammedin çoluk çocuğunu yanına aldırmıştı. Bunlar arasında Kasım bin Muhammed bin Ebi Bekir de vardı. Ayşe kardeşinin bu şekilde öldürülmesinden sonra vefat edene kadar hiç bir kızartma et yememişti.
Diğer bir rivayette ise şöyle kaydedilir:
Muhammed bin Ebi Bekr, Amr bin el-As ile şiddetli çarpışmalara girişmiş ve Kinane bin Bişrin öldürülmesinden sonra Muhammed de yenilgiye uğrayınca Cebele bin Mesrukun yanında gizlenmişti. Ancak Onun nerede gizlendiği Muaviye bin Hudeyce haber verilince Muaviye gidip Muhammedi kuşatmış, Muhammed de karşısına çıkarak öldürülünceye kadar çarpışmıştı.
Diğer taraftan Aliye gelince: Muhammed bin Ebi Bekrin mektubunu aldığında hemen cevabi bir mektup yazıp yardım göndereceğini vaad etmişti. Sonra Müslümanlara bir hutbe okuyarak Mısırda meydana gelen olayları, Amr bin el-Asın oraya gittiğini haber verip onları Mısırdakilere yardım etmek için teşvik etmiş ve bu konuda gerekli öğütleri vererek şöyle demişti:
“Haydi bizimle birlikte el-Ceraaya doğru yola çıkınız. (el-Ceraa Küfe ile Hire arasında bir yer idi.) Ertesi gün olunca Ali el-Ceraaya doğru yola çıkmış, orada erken saatlerde konaklayarak günün ortalarına kadar beklemiş, ancak hiç kimsenin oraya geldiğini görmemişti. Ali geriye dönerek akşam olunca son derece üzüntülü ve mahzun bir şekilde Müslümanların ileri gelenlerini çağırmış ve onlara şöyle demişti: “Kendi işini arzu ettiği gibi infaz eden ve olayları istediği şekilde takdir edip beni sizin gibilerle imtihan eden Cenab-ı Allaha hamdolsun. Ey emir verdiğim zaman itaat etmeyen, cihada davet ettiğimde icabet etmeyen şu beldenin insanları! Hay babalarını yitiresiceler! Cihad sizin boynunuzun borcu iken hala şehrinizde oturup neyi bekliyorsunuz? Vallahi, haberiniz olsun, ölüm yaklaşıyor ve bana da gelip çatacaktır, ölüm sizinle aramızı ayırıncaya kadar ben yine size gerekli nasihatlerimi yapacağım. Vallahi, sizi gayet mükemmel bir şekilde birleştiren ve birliğinizi sağlayan bir din üzeresiniz. Düşmanınızın sizi bastığını ve şehirlerinize akınlar yaptığını hissettiğiniz anda sizi bundan koruyacak başka bir koruyucunuz var mıdır? Muaviye bir sürü ayak takımım, isyancı kimseleri çağırıyor ve her hangi bir konuda kendilerine uhrevi bir şey vaat edilmediği halde onları bir, iki, hatta üç sefer, istediği yere davet ediyor ve istediği yere gönderiyor da onlar yine de Ona uyuyor ve bağlanıyorlar. Ben ise bu ümmetin en hayırlısı olduğunuz halde sizleri davet ediyorum, asla bu davete icabet etmiyor ve bana isyan ederek muhalefet edip duruyorsunuz. Bu tuhaf değil midir?”
Alinin bu sözleri üzerine Kaab bin Malik el-Erhabi kalkarak şunları söylemişti: “Ey Müminlerin emiri! insanları davet edip topla. Ben işte bu gün için nefsimi hazırlamıştım.” Sonra dönüp oradakilere hitab ederek: “Ey insanlar! Allahtan korkun, imamınızın davetine icabet edin, düşmanlarına karşı destekleyin ve Ona yardım edip düşmanlarıyla çarpışın. işte ben onun düşmanına karşı ilk gidecek kişiyim.” demiş, ileri çıkmış ve iki bin kişi Ona katılmıştı. Ali: “Haydi git, fakat onların işi bitmeden oraya varacağını sanmıyorum.” demiş, Kaab bin Malik de beş günlük bir mesafeye kadar gitmişti. Arkasından Haccac bin Gaziyye el-Ensari Mısırdan gelmiş ve Muhammed bin Ebi Bekrin öldürüldüğü haberini iletmişti. Kendisi de Onunla birlikte Şamlılara karşı çarpışanlar arasında idi. Diğer taraftan Alinin Şama tayin etmiş olduğu Abdurrahman bin Şebib el-Pezari Şamdan dönmüş ve Mısırda Muhammed bin Ebi Bekrin öldürüldüğü, Mısırın tamamen ele geçirildiği müjdelerinin Amr bin el-Astan gelmiş olduğunu ve Şamlıların Muhammedin öldürülmesine bir hayli sevindikleri haberini getirmişti. Bunun üzerine Ali şöyle demişti: “Onlar Muhammed bin Ebi Bekrin öldürülmesine ne kadar sevinmişlerse biz ondan kat kat fazla üzülmüş olduk.” Sonra Ali Mısıra göndermiş olduğu askerlere haber göndererek onları geri çağırmış ve Müslümanlara şu hitabeyi yapmıştı:
“Haberiniz olsun ki Mısır şu facir, zorba, zalim, Allah yolundan insanları alıkoyan, islama karşı hilekarlıkla baş kaldırmış olan bir kitle tarafından ele geçirilmiş bulunuyor. Ve yine haberiniz olsun ki Muhammed bin Ebi Bekir şehit edilmiştir. Biz Allah huzurunda onlardan Muhammedin hesabını soracağız. Vallahi, eğer Allahın kazasını bekleyip duran, mükafat için çalışan, facirin bütün icraatlarına buğz edip müminin hidayet yolunu seven kimseleri iyice bilmiş olsaydım o zaman kesinlikle her hangi bir hususta ve cihatta geri kalma konusunda kendini kınayacak bir durumda asla olmazdım. Şunu iyi bilesiniz ki ben savaş alanında iyi bir uzmanım Ve yine şunu iyi bilin ki ben bu işe ilk ön ayak olacak olanınız olurum. Bu konuda azimli davranmayı da iyi biliyor ve sizinle yapacağım uygulamalar konusunda mutlaka isabetli görüşü seçip onu uyguluyorum. Bu hususta sizden yardım isteyerek, sizi yardıma davet eden yardıma muhtaç kimse gibi size sesleniyorum; ancak sizler maalesef benim sözlerime kulak asmıyor, benim emirlerime itaat etmiyorsunuz. Bunun sonunda da işler acıklı bir noktaya gelip dayanıyor, o zaman da iş işten geçmiş oluyor. Siz intikam almağa çıkılacak bir topluluk değilsiniz, size asla bel bağlamak mümkün değildir. Sizi elli küsur geceden beri kardeşlerinizin yardımına çağırıp durduğum halde sizler avurdu çatlamış develer gibi sağa sola kaçışıp durmağa başladınız. Allah yolunda düşmanlarına karşı cihada çıkmağa ve bundan dolayı mükafat kazanmağa niyeti olmayanlar gibi de yerlere çakılıp kaldınız, yerlerinizde ağırlaşıp durdunuz. Sonra aranızdan küçücük bir askeri birlik çıkıp bana geldi, bunlar da azlıklarından dolayı bile bile kendilerini ölüme atıp duruyor gibi bir halde idiler. Yazıklar olsun size!”
Bu hitabeden sonra minberden inerek gitmişti.